384
TEMMUZ-AĞUSTOS 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
OKURLARDAN

Düşten Düşünceye Sinan

Cem Günen, Mimar

Derginin Mayıs-Haziran 2014 sayısında yer alan “Gerçekle Mit Arasında Mimar Sinan: Sinan Üzerine Bir Yeniden Okuma Denemesi” başlıklı incelemeye ilişkin görüşlerini kaleme alan yazar, kendisine ait tiyatro metinlerindeki Sinan tahayyülünü açıklıyor.

1960’lardan başlayarak, uzun yıllar Güzel Sanatlar Akademisi’nin özgün havasını solumuş, kırk yıl şantiyelerde çalışmış, yaşı yetmişi aşmış bir mimar olarak, Sinan hakkında yazılanlara ekleyeceklerim var: Mimarlık dergisinin Mayıs-Haziran 2014 sayısında yayımlanan, “Gerçekle Mit Arasında Mimar Sinan” adlı inceleme, “Mimar Sinan algısının akademik-popüler kültür ayrımı yapılamayacak kadar karmaşık yapısına rağmen yazar, konuyla ilgili hikâyeleri yeniden yorumlayarak Sinan bağlamında Osmanlı zihniyet dünyasının anlaşılmasına katkıda bulunuyor.” diye tanıtılıyor. Yazar ise, “Bu alandaki literatür birikimine bilimsel çevre dışında ilgili ilgisiz pek çok başka kalemin, o veya bu nedenle ‘kayıt dışı’ katkı vermesi, bilimsellik bağlamında kısır bir yazın üretkenliğinin ürünü olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.” diyor. Akademik ve popüler kültür arasındaki karmaşayı anlayabilmek için, Osmanlı zihniyet dünyası iyi açıklanmalı. Burada gözden kaçırılmaması gereken, zihniyet dünyasını tanımlayan kavramların zaman içinde farklı anlamlar kazanması. Bilimsel bağlamda Sinan’ı, gerçekle mit arasında kalmaktan kurtarmanın, yazarın “ilgisiz kalemlerin kayıt dışı kısır yazınları” dediği söylencelerden arındırmanın bir yöntemi olmalı!

Başta dil ve kavramlar olmak üzere, mimarlık-sanat tarihi dışında pek çok disiplinin konumuzla yakın ilgisi var. İnternet üzerinden Sinan’ı araştırırken karşılaştığım, imaret sözcüğünün “sosyal amaçlı tesis” olarak yabancı bir dile aktarılmış olmasını anlayabilirim. Ancak yabancı metinler Türkçeye çevrilirken, sosyal tesiste ısrar edilmesini orijinal metne sadakat olarak değil, ilgisizlikten kaynaklanan bilgi eksikliği olarak algılıyorum.

Sizlere, ilmin yanına irfanı katan kadim kültürümüzün değerleriyle “Koca Sinan”ı tanıtmak istiyorum. Mevlâna öğretisini hoşgörüyle, Yunus’un insan sevgisini hümanist olmasıyla açıklayanlarla aynı dili konuşarak O’nu anlatamam. Amacım, salt kişisel görüşleriyle Sinan’ı tanıtanların entelektüel tartışmasına taraf olmak değil, kavramların anlamları arasındaki farkı vurgulamak.

Hoşgörü, toleransın Türkçe karşılığı! Yüceden bakan bir kişinin eksik ve kusurları bağışlama erdemini tanımlıyor. Oysa Mevlâna mütevazı biriydi. Alçakgönüllüydü. Ne yüceden bakardı ne de kusurları görürdü. Hümanizme gelince, asırlar öncesinde kilisenin baskısı karşısında başkaldıran bireyin özgür oluşunu anlatıyor. Aydınlığa doğuşun ifadesi! Medeni-sosyal hayata, sanata çok önemli yansımaları olmuş. İnsancıllık anlamında kullanılıyor. Ancak içinde insan sevgisi olsa da, ‘Yaradan’a duyulan inanç’ yok! Bir hümanistin egosuyla, mistik bir felsefenin temsilcisi Yunus’un “Bir ben var bende, benden içeri” diye dillendirdiği “ben” aynı değil ki!

Sinan’ın yaşadığı çağın kültürü tamamen dine, özellikle de tasavvufa dayanıyordu. Kendisi de bir yeniçeri olarak Hacı Bektaş Ocağı’na bağlıydı. O’nu tanımaya çalışırken, yaşadığı çağdan beş asır sonra bugün, yakın tarihimizde bir ümmetten bir millet yaratan devrimlerimizin gölgeleneceği endişesi ve bilim-din karşıtlığıyla konuya yaklaşamayız. O’nu doğru okumak için, sanatına kaynaklık eden manevi değerlerle de ilgilenmemiz gerek.

Sanat tarihçilerinin “Sinan’ı anlamak için, ne yaptığının yanı sıra nasıl yaptığının araştırılması gerekir!” diye özetlenebilecek görüşüne katılıyorum. Burada, Osmanlı klasik mimari üslûbunun oluşmasında Sinan’ın katkısı ve sanatını doruğa ulaştırırken gerçekleştirdiği aşamalar vurgulanmak isteniyor. Bir mimar gözüyle incelenen, yine de O’nun eserleridir! Mimarlık-sanat tarihinde, konumuzla ilgili teknik, bilimsel veriler, özgün biçimler, sözün özü Sinan’ın yarattığı ilkeleri bulmak mümkün. Sinan’ı yaratan ilkeler yani manevî-kültürel değerler, ya onları nerede bulabiliriz?

“Onun kişiliği bir simge haline dönüşüp etrafında bir mitos yaratıldığı” görüşünde doğruluk payı olsa da; nedenleri, yaşadığı çağın değerleri etraflıca incelenmeden muhayyel Sinan diye nitelenmesine katılamıyorum. Çünkü O, yaşadığı döneminin de bir efsanesiydi! Burada görkemli bir incelemeye, Prof. Gülru Necipoğlu’nun Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültüradlı eserine değinmek istiyorum. İçinde daha önce hiçbir mimarlık ve sanat tarihi kitabında karşılaşmadığım “Mimarî ve Adab Kültürü” adlı özel bir bölüm var.(1)

Necipoğlu, kültür adına bazı geleneksel bulgulara değinse de; adab kavramını daha ziyade bir imar yönetmeliği gibi yorumlamış. Döneminin edebine, usul-erkânına uygun kurallar anlamında ele almış. Evlerin yüksekliğinden, sokakların, suyollarının genişliğine kadar kurallar saptamış. Sinan camilerini biçimlendiren adab kodlarını anlatırken, minare ve şerefe sayılarının tespitindeki saray hiyerarşisinden, kubbe kaplamalarının kurşun olmasının bile, keyfi olmadığına dair pek çok yazılı olmayan kuraldan söz ediyor. Osmanlı zihniyet dünyasında, adabı tamamlayan manevî değerleri yok sayamayız. O’nu tanıtabilmek için, önce bu kadim kültürü irdelememiz lazım.

Cumhuriyet döneminde, eserlerini tanıtan pek çok eser yayınlanmış olsa da, kimliği hakkında hâlâ yeterince bilgi sahibi değiliz. Bu konuda yaptığım çalışmaları, özetle, “insan Sinan”ı yaratan manevi değerleri anlatmak için, içinde insan olan bir sanatı, tiyatroyu seçtim. Yeri gelmişken, bir anımı nakletmek istiyorum: Yıllar önce, İngiltere’de doktora tezi hazırlayan genç bir mimar meslektaşım beni aradı. Tezinin konusu “Sinan’ın kimlik inşası” imiş, kaynak bulmakta zorluk çekmiş. Devlet Tiyatroları arşivinde bulunan oyunlarımdan yararlanmak için izin istiyordu. Böyle bir tez konusunun seçildiği yere ve kaynak bulmanın zorluğuna dikkatinizi çekmek istedim. Edebi kurulun denetiminden geçip, arşive kabul edilmiş Sinan’la ilgili toplam dört oyunum var. Hünkâr ile Mimar 2009-2010 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye konuldu. Sinan Süleymaniye’de adlı oyunum 2013-2014’de İstanbul’da oynadı.(2)

Düş gücüyle oluşturup düşüncelerimle yoğurduğum dramalar, öncelikle varsayımlara dayanıyor ve hiçbiri bilimsel bir iddia taşımıyor. Yine de benim tahayyül ettiğim Sinan, kadim kültürümüzden esinlendiğim için, muhayyel biri değil! Sufi felsefeyle tanışınca eser ile müessir arasındaki o muhteşem ilişkiye tanık oldum. Âlimin ilmiyle değil, arifin irfanıyla aradım O’nu! Bilgelere özenip tefekkür içre, bir terkibe varmaya çalıştım. “Dallar, yapraklar, meyveler görülür, kökler ise ancak bilinebilir!” diyerek… Tahir-ül Mevlevi’nin, “Ne lirik söyledi, ne yazdı epik / Mutena sözleri oldu didaktik.”sözünden esinlenerek yazmaya çalıştım. Amacım Sinan’ı tanıtmaktı, aracım görsel bir sanattı!

O günlerin mimarlığını, sanatçısını tanıtan didaktik bölümleri, ne kadar lirik bir üslupla yazsam da, daha önce öngöremediğim başka bir sorunla karşılaştım. Sinan Süleymaniye’de, edebi kuruldan geçse de, iki perdelik oyunumu tek perdeye indiren yönetmeni aşamadı! Didaktik bölümleri ayıklayıp, aksiyonu önceleyen yönetmenin yorumuna saygısızlık etmek istemem. Tiyatro kendine has incelikleri olan bir sanat! Ancak, Kültür Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları; ilgiyi kültürün önüne alırsa, sanata müdahale olarak görüp karşı çıktığımız yasa tasarısı adına savunduğumuz ilkeler sorgulanmaz mı? Bu satırları, bir oyun yazarının gözünden, sahnelenen oyununa eleştiri olarak diye değil, bir kültür kurumunda bile ilginin, nasıl öncelik aldığını vurgulamak için yazıyorum.

Sözü, Mümkünler Köprüsüoyunuma getirmek istiyorum. Önce kısa öyküsü: Bir TV programında Leonardo da Vinci ile ilgili bir belgesel izliyordum. Yerli ve yabancı otoriteler, adı geçen sanatçıyı yere göğe sığdıramıyordu. II. Beyazıt döneminde hazretin bir mektup göndererek, Haliç üzerine bir köprü yapmak istediği anlatılıyor, sadece bir tasavvur aşamasında kaldığı halde hayıflanıyorlar, övgülerinin ardı arkası kesilmiyordu. Adı geçen yerdeki bataklıkta, çok geniş bir açıklıkta, mektupta resmedildiği gibi kâgir bir köprünün yapılması kesinlikle mümkün olmadığı halde…

Sinan, Sultan Süleyman’ın Karaboğdan Seferi sırasında Prut Nehri üzerine ahşap bir köprü yapmış, hem de on günde! Sâi Çelebi’nin Tezkiret-ül Bünyan adlı risalesinden: “Prut kenarına geldiklerinde askerin geçmeye köprü lazım oldu. Nice kimseler günlerce köprü binasına meşgul oldular. Yaptıkları köprü, sel ile batıp görünmez oldu. Batak yer olduğundan köprü binasında aciz kaldılar… Merhum Lütfi Paşa Hazretleri: “Saadetli Padişahım bu köprüyü Sinan Subaşı kulunuz bina edebilir. Emreyleyin yoldaşlarıyla mukayyet olsun.’ dedikleri gibi bu hakire yüksek emirleri varid oldu… Hemen on gün içinde âli [yüksek] bir köprü bina eyledim. Asker-i İslâmla padişahımız, saadetle geçtiler…”

Bir gazetede Haliç üzerine da Vinci’nin resminden hareketle, kâgir görünümlü kaplama, çelik konstrüksiyon bir köprü yapılmak istendiğini okuyunca, Sinan’ın köprüsünü düşledim! Araştırma yaparken, tarihte olayın geçtiği yerde kayın ormanlarının varlığından, seferlere katılan demirci ustalarına kadar pek çok bilgiden yararlandım. Sürenin kısa olması, asıl imalatın çok kişiyle geride yapılıp, yerinde montaj edilmesini zorunlu kılıyor. Yaklaşık 100 metre açıklık öngörerek, yuvarlak kesitli ağaçların düğüm noktalarında o günlerin teknik olanaklarıyla, özel tasarlanmış demir bağlantı elemanları kullanılarak çivi kullanmadan yapılmasının mümkün olduğu sonucuna vardım. Üçgenlerden türetilmiş petek kirişlerle tasarladığım projemin statik hesapları, bilgisayar ortamında kontrol edilerek, köprümün mümkün olduğu görüldü.

Yazıma “Düşten Düşünceye Sinan” başlığını koymamın nedenini açıklamaya çalıştım. Söylenceleri muhayyel diye eleştirirken, sanatı yaratan “düş”ün gücünü küçümsemeyelim. Efsanelerin karanlığında “insan Sinan”ı ararken, kadim kültürümüzden yararlanalım. Haliç üzerine Sinan Köprüsü yapılması için bir yarışma düzenlenmesine ne dersiniz?

NOTLAR

1. Gülru Necipoğlu, 2013, Sinan Çağı Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s.153.

2. Cem Günen’in Sahnelenen Oyunlarının bulunabileceği arşivler şu şekilde: Devlet Tiyatroları Refik Ahmet Sevengil Kütüphanesi, Devlet Tiyatroları Başdramaturgluk Oyun Arşivi. Oyun metinlerine ise şu adres üzerinden ulaşılabilir: yadi.sk/d/EX58s5xAcQ4sW [Erişim: 11.06.2015]

Bu icerik 9593 defa görüntülenmiştir.