384
TEMMUZ-AĞUSTOS 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ

Ankara’da Kentsel Sanatı Zorlamak

Duygu Cihanger, Arş. Gör., ODTÜ, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Kamusal sanat ögeleri sadece kenti yönetenlerin kararlarıyla değil kentlilerin müdahaleleriyle de şekillendiği zaman kamu tarafından sahipleniliyor. Ankara örneğinde ideolojiden bağımsız üretilemeyen ve bir tüketim aracına dönüştürülen bu kültür ve sanat ürünlerini ele alan yazar, Ankara Sanat İnisiyatifi’nin Mayıs ayı sonunda düzenlediği “Ankara'nın Ölüdoğası” AsiKeçi Sanat ve Tasarım Günleri etkinliğiyle sanatın kamusallaşması için atılan adımları değerlendiriyor.

Goril, saat, dinozor, kapı, kedi, seğmen ve robot... Bu kelimeler yanyana geldiğinde ilk bakışta anlamsız görünürler. Ancak her biri gerçekte Ankara kentinin son yıllardaki başlıca kentsel ve kamusal sanat ögeleri olması sebebiyle birbiriyle ilişkilidir. Çünkü 2008 yılında Güvenpark’a yerleştirilen şişme goril heykeli, 2011 yazında kentin neredeyse her köşe başına yerleştirilmiş kedi heykelleri, kentin beş ana yol girişindeki kapılar, çeşitli kavşak veya sokakta nöbet tutan saat kuleleri ve de 2015 yılında Atatürk Orman Çiftliği kavşağına yerleştirilen robot ve dinozor heykelleri herhangi bir estetik ön değerlendirmeden bağımsız olarak, kuşkusuz ki ekledikleri tuğlalarla kentin çağdaş kimliğinin duvarını örmektedirler.

Kentlinin son yıllarda tepkisini çeken, ancak bir yandan da artarak devam eden, sanatsal ve estetik yönden kenti zenginleştirdiği öne sürülen bu eklentileri nasıl değerlendirmeliyiz? Farklı estetik yargıların sonsuz öznellikleri dünyasını mı yoksa nesnelliğin doğru ve yanlışa karar veren tekil otoritesini mi aramalıyız? Oğuz Atay’ın “Çirkinlik ne kadar kolay” cümlesini Ankara kentinin geçtiğimiz on yıl içerisinde geldiği durumu anlatmak için kullandığım günden bu yana hiçbir şey daha iyiye gitmedi, ancak kişisel çirkinlik ve güzellik algıları bir yana bu tür eklentilerin kent mekânına ve insanlara ne kattığı hâlâ tartışılmaya açık.

Ankara’nın kentsel kamusal sanat ögeleri sanat, tüketim, kültür ve ideoloji gibi büyük kavramlarla düşünebiliriz. Bu bağlamda, Theodor Adorno’nun 20. yüzyılın başlarında Frankfurt Okulu’nda yürütülen eleştirel kuramın öncül çalışmalarından birkaç görüşü dikkat çekicidir. Adorno, modern çağın sermayeyi güçlendirme odaklı tüketim teşvikinden etkilenen kültür alanına işaret eder. Öz olarak, ona göre kültür ideolojiden bağımsız üretilememekte ve sanat bir tüketim aracına dönüşerek metalaşmaktadır. Peki, Adorno’nun kültür endüstrisi olarak kavramsallaştırdığı bu durum günümüzde de takip edilebilir mi? Öznel değerler ve nesnel kararların ikileminde Adorno’nun sanata bakış açısı, derin kavramların içinde boğulmak yerine suda biraz çırpınarak da olsa karşı kıyıya geçmemizi kolaylaştırır.

Nitekim Ankara örneğinde Adorno’nun mevcut ideolojiden bağımsız olan, özgür bir sanat üretilemeyeceği yorumu anlam kazanır. Acaba saat kuleleri ya da kent kapıları bu bağlamda kabul edilebilir nesneler midir? Son yıllarda üretilen ve kentin “sembolleri” olacağı savunulan tüm benzer ögeler belirli bir ideolojinin sınırlı estetik, kültür ve sanat anlayışı ile üretilmekte olmasına rağmen daha geniş bir çerçeveden bakıldığında farklı dönemlerdeki muktedirlerin de aynısını yapmış olduğu kabulünü getirir. Böylece iktidar, ideoloji, kültür ve sanat arasındaki zorlu olduğu kadar iç içe olan ilişki ortaya çıkar. Diğer bir konu ise Adorno’nun hakiki sanata dair anlayışıdır. Estetik kuramı tartıştığı çalışmalarında, sanatın toplumlara karşı durduğunu söyler. Ona göre, sanat toplumlara saygı duysa da onların içinden çıkmaz. Aksine onlara karşı gelişir. Bu gelişimi sınırlayan, tüketim kalıplarına ve kapitalist ideolojilere esir düşmüş sanat bugün kendisini nasıl gerçekleştirebilir? Sanat tüketim ve muktedire hizmeti kesebilir mi? Bu tür bir alternatif sanat üretimi kentsel mekâna nasıl yansıyabilir? Bu ve benzeri sorular ışığında bugün dünya çapındagün geçtikçe artmakta olan sivil inisiyatiflerin girişimi ile kâr amacı gütmeyen ve kentsel-kamusal alanda üretilen sanat etkinlik ve eserlerinde aranabilir. Bir tür karşıt ve öteki sanat üretimi anlayışı olarak ele alınan bu yaklaşımlar, sanatı ve sanatçıyı özgürleştirmenin yanında onları herkese ait olanda yani kamusal alanda biraraya getirmeyi hedeflemektedir.

Ankara kenti için bu tartışma, ideolojinin ve hâkim ekonomi politikalarının gölgesinde üretilen sanatın karşısında yeni yeni gelişen bireysel veya küçük grupların biraraya gelerek ortaklaşa ürettikleri ve kâr amacı gütmeyen kentsel sanat etkinlikleri ile ele alınabilir. İlk durum, bir yönetim otoritesi tarafından belirlenen, görece benzer estetik beğeniye sahip sınırlı bir grubun üzerinde söz sahibi olduğu kentsel sanat ögeleri ile ilişkilidir. Örneğin bir heykelin kentsel kamusal sanat ögesi olarak kullanımı yarattığı çağrışımlar ve bu çağrışımlara uygun olarak kentte yer secimi konusunda verilen kararlar alışıla gelmiştir. Fakat bu durumun karşıtı kent için oldukça yeni bir tartışma konusudur.

Bir otorite tarafından bir sanatçıya “ısmarlanan” ve tepeden verilen bir kararla yer seçimi yapılan kentsel sanat ögeleri bu kalıpların dışında nasıl ve kimler tarafından üretilir ve kentsel mekânla nasıl bir ilişki üretir soruları bu noktada anlam kazanır. Herkes kent mekânına kalıcı ya da geçici bir müdahalede bulunabilir mi? Bu müdahalenin ölçeğini ve içeriğini belirleyen nedir? Bu tür etkinlikler kentin (olmayan) düzenine kaos mu getirir? Kişisel veya grup inisiyatiflerinin kural tanımaz etkinlikleri belki de Adorno’nun “sanatın görevi düzene kaos getirmektir” yorumu ile değer kazanır. Resmî olmayan ve bir yönetim organı tarafından kontrol edilmeyen sanat üretimi hareketleri kentlerin beğenmediğimiz mevcut düzenini değiştirme fırsatı sunabilir.

Düzenin değişme ihtimali, biraz Lefebvreci bir yorumla hayatı değiştirmek, toplumu ve mekânı değiştirmek inancını taşımaktadır. Bu sebeple niteliği bu başlangıç aşamasında bir kenara bırakılarak, toplumun hayatını ve kendini değiştirme şansını zorladığı kentsel sanat üretimi faaliyetlerinin ne anlam(lar)a geldiği tartışılmalıdır. Ankara’da özellikle Gezi Direnişi süresince ve sonrasında bir ifade biçimi olarak ortaya çıkan duvar yazıları bu etkinliklere verilebilecek en yaygın örnektir. Yazım kalitesi bir kenara bırakılırsa, içerik olarak bu tür duvar yazıları içerdikleri mesaj(lar) açısından değerlidir.

Kentsel sanat niteliği ya da içeriği ne olursa olsun içinde bulunduğu mekânı dönüştürme vaadi taşır. Örneğin, bir duvar resminin ortaya çıkışı ve varlığının en azından anlamlı bir süre bozulmadan sürdürülmesi demek mekânın da başkalaşması demektir. Bu başkalaşım sadece sanatsal değerin niteliği ile değil, onu deneyimleyen kullanıcıların düşünceleri ve o mekâna dair farklılaşan tavırlarıyla da ilgili olabilir. En ciddi tartışma konusu kısıtlı imkânlarla üretimin sonuçtaki kalitesi ile ilgilidir. Ancak yine öznelliklerin değerli fakat karmaşık yorumlamasından kaçınılmalı ve devletin düzen ve kontrol çağrıştıran kamusallığının yanında sivil girişimlerin halka dair olan kamusallığı üzerinde durulmalıdır. Yine Gezi Direnişi sonrasında kurulan mahalle forumları sosyal medyanın yanı sıra kentlerin ortak mekânlarını çeşitli sanat etkinlikleriyle dönüştürmeye başlamıştır. Örneğin, Ankara’daki benzer bir mahalle forumu sonrasında kurulan 100. Yıl Mahallesi İnisiyatifi iki trafo duvarını gündemi ilgilendiren konularla ilişkili görseller kullanarak yeniden değerlendirmiştir. (Resim 1) Mahalle halkından olumlu tepkiler alan bu ve benzer etkinliklerin uzun vadede kalıcı etkileri tartışmaya açıktır. Yine de, mahallenin tekdüze olan ve yer yer köhneleşen bu tür kamusal arayüzlerine katkıları nedeniyle bu tür etkinlikler mekânın kimliğini güçlendirme imkânı sağlar.

Ankara’daki oldukça yeni bir grup olan Ankara Sanat İnisiyatifi örneği, bu noktada kentin sanatla ilişkisi için özgün bir örnektir. İnisiyatif, bienallerin ve sanat galerilerinin sinirli hitap etkisine ve tüketim odaklı anlayışından sıyrılarak, sanatı sokağa ve herkese açmak, bunu da yine halkla birlikte yapmayı amaçlamıştır. 2015 yılı Mayıs ayının son haftası boyunca “Ankara’nın Ölü doğası” başlığıyla, birçok farklı sanat dalında etkinlikler düzenlemiştir. (Resim 2) Etkinliklerin oluşturulması sırasında hiçbir jüri ve eleme sistemi uygulamayan inisiyatif, gelen her proje önerisini ortak tartışmaya sunmuş ve sürecin bir karşıt / öteki bienal havasında işlemesine özen göstermiştir. Çeşitli yerleştirme, performans, konser, dinleti, fotoğraf sergisi ve duvar boyaması gibi etkinliklerin tümü kent mekânını doğrudan ilgilendirmekle kalmayıp, Ankaralıların pek de alışık olmadığı bir saydamlıkla ve içtenlikle sanatsal dışavurumlarını sunmuşlardır. Sokakta elinde bavulla dolasan bir kayıp kuğu performansından, Kuğulu İş Merkezi çatısında sürpriz bir şekilde gerçekleştirilen gece konseri etkinliklerden birkaçıdır. (Resim 3) Çoğu fiziksel olarak geçici olsa da, tüm etkinlikler kentsel deneyim ve mekâna dair anı üretmesi bakımından kalıcı nitelikler de taşır. Etkinlikler, kent mekânını sanat yoluyla dönüştürme hakkına kimin ne derecede sahip olduğuna dair eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Ancak bugüne kadar devletin kamusallığıyla tanımlanan Ankara kentinin sanata dair kimliklerine, toplumun kamusallığıyla yeni bir katman daha eklenmiştir.

SONUÇ YERİNE

Ankara, İstanbul’da yoğunlaşan kültür endüstrisinin gerisinde kalmış, günümüze kadar Cumhuriyetin modernleşme sürecinde ürettiği kentsel, kamusal ögelerin hâkimiyeti ile tanımlanmıştır. Son yıllarda farklılaşmaya başlayan kentsel sanat ögeleri ise bir yönetimin kendi ideolojik çerçevesini yeniden üretmekten öteye gidemeyen, çoğu zaman kentin kimliğine yabancı kentsel eklentiler olmuşlardır. Günümüz koşullarında, kamusal mekânı canlandıracak, kişinin kentsel alandaki deneyimini zenginleştirerek aidiyet duygusunu perçinleyecek nitelikte bir kentsel sanat anlayışı Ankara kent örneğinde sivil girişimlerin biraradalığı ile zorlanmaktadır. Tüketim, meta ve kitsch vurgularından uzak, toplum tarafından üretilen ve topluma geri dönüşü dolaysız olması hedeflenen bu tür yapıların niteliği nasıl geliştirilebilir ve bu yapılar nasıl daha fazla kişiye iletilebilir gibi önemli sorular mevcuttur.

Ankara’da kentsel sanat, bugün iktisadi, sosyal ve politik olarak üç temel boyutta zorlanmaktadır. Bu zorlama kentsel sanatın üretim süreci ve sonuç ürünlerine alternatif sunan hareketler tarafından yapılmaktadır. İlgili etkinliklerin hâkim üretim anlayışından uzak, sermaye birikimi olmaksızın yürütülmesi, ekonomik anlamda kültür endüstrisi ve sermaye ilişkisine karşıt pozisyon almayı gerektirir. Kar amacı güdülmemesi ve ortaklaşa üretimin vurgulanması ise toplumda sosyal uyumu sağlama imkânı verir. Son olarak da, yaklaşık on beş yıldır hâkim olan ideolojinin sanat ve estetik anlayışı kentsel mekânda zorlanmaktadır. Özellikle Ankara örneğinde, devletin kamusalı karşısında, toplumun kamusalının üretimi önemli bir ivme kazanmıştır. Bu karşı gelişler, diğer bir deyişle alternatif kentsel sanat üretim süreçleri, alışılagelmiş kamusal hayat rutinlerinin kırılması ihtimalini ve kentteki gündelik hayat deneyimlerinin daha iyiye evrilmesi adına umut vericidir.

Bu icerik 4329 defa görüntülenmiştir.