383
MAYIS-HAZİRAN 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİK

Bugünün Kültür Dünyasında Mimarların Yeri: Dikkat! Kaygan Zemin

Mimarlık Kültürünü Okuma Denemesi

Yasemin Keskin Enginöz

Y. Mimar, İTÜ, Mimari Tasarım Doktora Programı Öğrencisi

Mimarlık kültürü yaşam ve mekân ilişkisi arakesitine giren / değen pek çok bilgi, yapı, deneyim, araç ve benzeri bileşenden oluşuyor… Mimarlık denince akla ilk gelen, insan yaşamından önce, mimarlığın nesneleri “binalar” ve ardından “mimar aktörleri” oluyor. Bu, mimarlık eğitimi verilen okullarda, proje stüdyolarında bile en çok gözlemlediğim durumlardan biri. Genelde projeler, içinde geçecek yaşam ve kullanıcılarının gereksinimleriyle ilişkili olarak aktarılmıyor, “her şeyi bilen tasarımcı”sının öngörüleri eşliğinde nasıl ve ne biçimde konumlandıkları üzerinden tartışılıyor. O yerin öncesi-sonrası, yaşamın değişimi (düşünülmüş olsa bile) bazen ilk dile getirilen olmuyor.

Mimarlık kültürünü oluşturan olguların, bilgilerin, nesnelerin, onu etkileyen aktörlerin hepsini bir kerede aktarmak ve anlatmak çok zor. Yıllardır, ülkemizde mimarlığın topluma doğru aktarılamadığından, “günlük basında mimarlığın haklı yeri”ni hâlâ bulamadığından yakınıyoruz. Öte yandan işverenin bilgisizliğinden, vizyonsuzluğundan, kullanıcının bitmek bilmeyen isteklerinden, müdahaleci tavrından şikâyet ediyoruz. Mimarın tasarım alanının ölçek olarak çok büyümesine karşın, parçalanıp ayrışmaya başladığını, yapılacak işlerin ölçeği ve kapsamı büyürken mimarın çalışma alanının farklı uzmanlarla paylaşılmaya başladığını görüyoruz. Tek başına tasarlamak, tasarım ve yapım işini yönetmek üzere kendi varlığını meşrulaştıran bir mimar figürüne karşı bugün (özellikle barınma gereksinimini karşılamak üzere) insanların, mimarlar ve uzmanlarla “birlikte tasarlama” ve hatta inşa etme eylemine giriştiklerini duyuyoruz.

Yelta Köm’ün, “Kültür Yapıları” başlıklı (VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen) Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin dördüncüsü kapsamında hazırladığı sergi de mimarlık kültürünün ne olduğunu anlamaya, onun nesnelerini, öznelerini ve aralarındaki ilişkiler ağını aktarmaya çalışıyor ya da bunu deniyor. Sergi hem bir katmanda bu kültürün “bileşen”lerini gözler önüne sermeye çalışıyor hem de bazı işler aracılığıyla bu anlatımı kıran yaklaşımları sergiliyor. Hatta mimarlık kültürünü, “mimarlık nesneleri” olan binaları göstermeden anlatmaya çalışıyor. Sergide, “Babil Kulesi” gibi aslında tam olarak kimin neye benzediğini çok da tarif edemediği bir simge yapı ile (ancak sergi süresince tamamlanarak ortaya çıkacak) bir resmin çok uzak bir noktasında belli belirsiz yer alan Brunelleschi’nin kubbesi dışında, binaların adı sanı geçmiyor.

Serginin adı oldukça ilgi çekici: “Dikkat, Kaygan Zemin”. Buradan aslında Köm’ün mimarlara seslendiğini çıkarsayabiliriz. Mimarın kim olduğunun, nerede durduğunun, toplumla nasıl bir ilişki kurduğunun sorgulandığı bir ortama işaret ediyor.

Sergi, bir kültür yapısı olan çağdaş sanatlar müzesi mekânında yer alıyor. Mimar dışında bir izleyici kitlesine ulaşma olanağı güçleniyor. Öte yandan (haftasonları dışında) mesai saatleriyle eşzamanlı bu sergiyi birkaç mimar ve mimarlık öğrencisi dışında kaç mimar görecek? Bu durumda, tam da işaret ettiği kültürün birer parçası olan mimarlık yazını ve arşivleri arasında kalmak dışında, nasıl var olacak ya da tartışma açacak? Serginin, mimarlık içine kapanmaması için mimarlarca ve mimarlık yayınlarında değil, farklı yayınlarda ve toplum tarafından değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Benim gözlemlediğim kadarıyla, bir çocuk gözüyle en ilgi çeken iş, renk lejandına göre elle tamamlanacak olan bir duvar resmi (Sayılarla Boyama, Duvar Yerleştirmesi, Günce Eşingen & Gökhan Kınayoğlu). Hangi yaşta olursanız olun mutlaka oyunbaz yönüyle sizi çağırıyor ve etkileşime geçiyor. Tam da her şeyin dijitalleştiği ve bunun etkilerinin ne olduğunu tartıştığımız bir zaman diliminde…

DEPURati’nin Babil’in Ötesi çalışmasına yakından baktığınızda her bir tuğla üzerine yazılmış, kimi yönergeleşmiş, cümleleri görüyorsunuz. Bu yönergelerin uygulandığı durumda bu babilden geriye çok az parçanın kalacağını düşünebiliriz. Buna karşın tuğlaların her birinin işin ayrılmaz ve başka yere taşınmaz bir parçası gibi durması ile birlikte müze güvenliğince denetim altında tutuluyor olmaları da mekânla serginin (ya da yalnızca bu işin) söylemek istedikleri arasında bir çatışma alanı yaratıyor.

Bir başka keyifli ve doğrudan iletişim kuran çalışma H. Cenk Dereli’ye ait… Türk sinemasından bir replik, duvarımızdaki posterde yer alacak bir mimarlık nesnesini tahtından ederek bugün rol çalıyor: “Bir evin ruhu olmalı. Böyle beton mezarlara lanet olsun!” (1962, Ayhan Işık, Acı Hayat) Kolektif tasarım konusunu gündeme getiren Hayrettin Günç’ün çalışması da sergi izleyicisiyle en ilişki kuran işlerden.

Sergide ilgi çekmeyen ama en düşündürücü olan ise, sessiz sedasız bir köşede duran kara kaplı bir defter içinde yazanlardı. İçinde, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yaptırdığı bir anket bulguları ile yıllar önce kısa bir süre var olan mimarazzi web sitesinde yayımlanan, mimarlık bürolarında çalışanların bu ortamla ilgili görüşleri yer alıyordu. Mimarlığın sahne arkasında yer alan ancak bütün işleri, ilişkileri ve ortamı belirleyen mimarlık yapma pratiği ve kültürünü sözler, rakamlar, yüzdeler üzerinden aktarıyor bu sayfalar. Ancak mimarlık kültürü dediğimizde binalar ve mimarlar kadar önde duramayan bu haliyle, ironik bir biçimde, tesadüfen biri fark edip kurcaladığında gün yüzüne çıkıyor.

Akla takılı kalan bir soru: Mimarlığın araçları, yapma biçimi, aktörleri değişebilir mi; değişse de değişmeyecek olan özü nedir? (Değişen) insan ve yaşamı mı?

 

 

"Dikkat! Kaygan Zemin"in Ardından

Saitali Köknar

Yrd. Doç. Dr., İTÜ, Mimarlık Bölümü

“Dikkat! Kaygan Zemin” sergisi mimarlığın vitrinindeki mimarların içine doğup büyüdükleri mimarlık kültürü ve mimar olma pratiklerinin hayatla ve kamusallıkla kurup kurabileceği ilişkilere odaklanıyor.

Serginin omurgasını bir anlamda minik bir mimarlık müzesi gibi düşünülebilecek mimarların kendi iç dünyalarına ilişkin “Semboller ve Ritüeller” başlığı oluşturuyor. Üçü yurtdışından toplam yedi katılımcının ‘dışarıdan’ işleri bu omurgaya takılı bir şekilde sergileniyor. Takılı ama ilişkisiz. Davetli işlerin yani bir anlamda mimarlığı yaşayan ve üreten tüm paydaşların ürettikleri mimarlık kültürünün omurgada sergilenen mimarların alt kültürüyle nasıl ilişkilendiğini ilk bakışta görebilmek oldukça güç. Sergiyi okuyan değil de gezen biri olduğunuzda daha da güç.

Omurgadaki içeriği anlatmadan önce işleri anlatmak gerek. Sergi gezmek de böyle bir şey değil mi? Gözünüze ilk çarpanın etrafında diğer parçalar birleşir. Anlatı zihninizde belki sergiyi üçüncü turlayışınızda şekillenmeye başlar. vgpd’nin Translatex işi transgender pratiklere kapı açıyor. Metni kritik: beden performatiftir, performans değil. Duvara asılı neredeyse gerçek insan derisinden gövde ve eller ve işe eşlik eden video bedenimize ilişkin kabullerin sınırlarında dolaşıyor. Hayrettin Günç’ün kooperatif adlı işi sergi gezenlere kente ilişkin projelerini önce sergide ardından web ortamında doğrudan paylaşmalarını sağlayan bir etkileşim sunuyor. Cenk Dereli, ... size mimar diyebilir miyim? adlı çalışmasında az sayıda Türk filminden ayıklayarak toplumun mimarlıkla kurduğu bilinçaltı ilişkinin sembolleşen sloganlarını derlediği ve isterseniz bir kopyasını alabileceğiniz bir afiş hazırlamış. Damjan Jovanovic bilgisayar ortamında herkesin kolayca basit mekânlar oluşturabileceği bir “bilgisayar oyunu” oluşturmuş, Diğer Yöntem-Birinci Şahıs Tasarım Ortamı adlı işinde. Sayılarla Boyama çalışmasında Eşingen-Kınayoğlu, numaralandırılmış renkli parçaları gezenlerin birleştirip asıl resmi oluşturdukları bir etkileşim tasarlamışlar. Collaborative Network imitata isimli işiyle, sergiyi gezenlere göre şekil değiştiren bir tavan peyzajı önermiş. DEPURati’nin Babil’in Ötesi çalışması ise üzerlerine talimatlar yazılı tuğlalardan oluşan Babil kulesi sergi sürecinde gerçekleştirdikleri performansın bir parçası. İşlerin ortak paydası etkileşim ve performans.

Merkezdeki semboller ve ritüeller bölümü minik bir mimarlık müzesi gibi düşünülebilir. Vitrinlenmiş nesneler ve eşlik eden kara kaplı telli dosyalara takılmış kısa ama kapsayıcı arşiv metinlerden oluşuyor. “Mimarın Görünümü” bölümünde asılı siyah tişört ve gömlekler, siyah yuvarlak çerçeveli maket gözlük alt kültürün görünen kısmı. “Gündelik Hayatta Mimarlık” bölümünde sergilenen buzdolabı mıknatısı ve hediyelik eşyalar ‘dışarıdan’ görünümler. Mimarlık kültürünü anlamak için açılmış diğer başlıklar “Mimarlık Kitapları”, “Mimarlığı Yapmak”, “Mimarlık Sergileri”, “Mimarlık Ödülleri”, “Süreli Mimarlık Yayınları”, “Mimarlığın Öğrenci Hali” ve “Mimarlığı Yapmanın Koşulları”.

Mimarlık kültürü tüm kültürler gibi aynılaşma ve farklılaşmalardan oluşuyor. Farklılaşma bir kültürün ayrışıp kendine özgü bir alan oluşturmasını sağlarken, aynılaşmabir kültür ya da alt kültürden beklenenbenzerlikler bütününü oluşturuyor. Kültürün değişen koşullara ayak uydurarak bir bütünlük içerisinde yaşamını sürdürebilmesi için zıt dinamikler söz konusu. Yeni sorunlarla eski yöntemlerle başa çıkılabilir mi? Tanıdık sorunlara yeni çözümler getirilebilir mi? Mimarlık kültürü çoğalan kamusallık tartışmalarıyla kayganlaşan bir zemine nasıl ayak uyduracak?

Şimdi ortasına semboller ve ritüellerden oluşan bir mimarlık müzesi yerleştirilmiş, etrafında odağı performans ve etkileşim arzulayan işlerden oluşan sergiyi bir kez daha dolaşıyoruz. Merkez ve çeper. Merkezdeki mimarlık kültürü farklılaşmaya ve değişime izin veren bileşenlerine rağmen oldukça hantal ve şeklini almış. Kırılmadan başka bir forma giremeyecekmişçesine sert ve tanımlı. Çokça mimarın siyah giyip yapay deri kaplı defterlerine parlak kalemleriyle başkalarının hayatının nasıl olacağına dair notlar aldıkları mükemmel bir daire. Çeperlerde sergiyi, mekânını, sergileme ilişkilerini başkalaştırmaya çalışan işler. Belki de küratörün mimarlığın değişen zamanlara kırılmadan ayak uydurabilmesine ilişkin görüşü, insanlarla öyle ya da böyle temasa geçerek doğrudan ilişkiler kurmaya çabalayan performatif sanatların yöntemlerinde saklıdır.

Bu icerik 3835 defa görüntülenmiştir.