383
MAYIS-HAZİRAN 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
HABİTAT KONGRELERİ

Katılımcılık ve Gerçekçilik Sorgulamaları Arasında HABİTAT III TÜRKİYE RAPORU

Katılımcı süreçlerle dünya genelindeki kentleşme sorunları üzerinde birlikte düşünebilmek ve stratejiler belirleyebilmek için, yirmi yılda bir toplanan Habitat toplantılarının üçüncüsü 2016 yılında yapılacak. 1996 yılındaki toplantıya evsahipliği yapan Türkiye’nin hazırlık aşamasına tanıklık eden İlhan Tekeli, bu iki buluşma arasındaki farklılıklara odaklanarak şimdiki sürecin tek merkezli olarak yürütülmesine dikkat çekerken, Ruşen Keleş gerçek ülke gündemini yansıtmaması nedeniyle Ulusal Rapor’un tartışmaya açık olduğunu belirtiyor.

2016 Habitat III Zirvesi'ne Türkiye'nin Hazırlığı Heyecan Vermiyor

İlhan Tekeli

Prof. Dr, ODTÜ, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Birleşmiş Milletler (BM) genellikle önemli konularda düzenlediği zirveleri yirmi yılda bir tekrarlıyor. Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı 3-14 Haziran 1996’da İstanbul’da Habitat II Kent Zirvesi adıyla toplanmıştı. Yirmi yıl geçtikten sonra Birleşmiş Milletler, Habitat III Zirvesi’ni 2016 yılında Ekvador’un başkenti Quito kentinde topluyor.

Türkiye’nin bu toplantıya sunacağı ulusal rapor hazırlanmış bulunuyor. Hazırlanmış olmasından haberim yoktu. Mimarlık dergisi hazırlanan raporu ve Aydan Erim’in dergilerinin 380’nci sayısında yayımlanan Habitat III hakkındaki yazısını göndererek benim görüşümü istedi. Ben de bu çalışmaları inceledim. Benim genel kanım gerek dünyadaki hazırlığın, gerek Türkiye’deki ulusal raporun büyük ölçüde yeni iddia ve coşku taşımadığı şeklinde oluştu.

Habitat II gerek Türkiye, gerek BM bakımından önemli iddialar taşıyordu. Artık çevrecilik hareketleri bakımından bir milat oluşturan, 1992’de toplanan Rio Konferansı’na, Süleyman Demirel Habitat II Zirvesi’nin İstanbul’da toplanmasını önermişti. Türkiye, ilk kez bir BM Zirvesi’ne evsahipliği yapacaktı. Türkiye bu daveti yaptığında İstanbul’da bu tür bir konferansın yapılabileceği bir konferans salonu bulunmuyordu. Konferans hazırlıklarını Bayındırlık Bakanlığı yapacaktı. Bakanlık iki yıl hemen hemen hiçbir iş yapmadıktan sonra, bu işi yapamayacağını ilan etti. Toplantı tarihine iki yıl kala sorumluluğu TOKİ Başkanı Yiğit Gülöksüz yüklendi. Lütfi Kırdar Spor Salonu bir uluslararası kongre merkezine çevrilmek üzere ihale edildi, salonun bulunduğu vadideki diğer toplantı salonlarından ve açık hava tiyatrosundan yararlanmak için bölge kongre vadisi ilan edildi. Çok hummalı bir inşaat faaliyeti sonrasında kongre binasının teçhizatı, ancak konferans öncesindeki son hafta test edilebildi, ama toplantıya yetişti. İstanbul’un sokakları ve kaldırımlarında yeniden düzenlemelere gidildi.

BM bu zirvede bir yenilik yapıp, konferansın sadece hükümetlerin bir platformu olmamasını, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının bir platformu haline gelmesini istiyordu. Ünlü Rio toplantısı yapıldığında STK’ların toplantısı 50 kilometre uzaklıkta bir yere konulmuştu. Artık böyle bir dışlama olanaksızdı. STK’ların katılımı Habitat II’nin ruhunu oluşturacaktı. Ermeni diasporasının gayretiyle dünyada bazı STK’lar, İstanbul Zirvesi’ne katılınmaması konusunda bir kampanya yürütüyordu. TOKİ, Türkiye’den Tarih Vakfı gibi STK’ların gayretiyle bu kampanyayı etkisizleştirdi. Sonunda STK’lar etkili bir biçimde katıldı. STK’lara kongre vadisinin bitişiğindeki İTÜ’nün Taşkışla binası ayrıldı. İstanbul emniyetinin karşı çıkmasına ve güvence vermemesine rağmen bu risk göze alındı ve konferansın başarısına bu kararın katkısı büyük oldu.

Tabii bu tür büyük katılımlı etkinliklerde, başarı sadece konferanslarda sürdürülen müzakerelerden gelmiyor ve büyük sayılardaki katılımcıya çekici kültür ve sanat etkinlikleri sunulmasını gerektiriyordu. Takvim çok sıkışık olmasına rağmen, bu konuda önemli başarılar sağlandı. Konferans sırasında açık hava tiyatrosunda sergilen tarih ve müzik gösterisi İstanbul ve Anadolu’nun kültürel çeşitliliğini ve Batı kültürüyle bütünleşmesini o zamana kadar görülmemiş bir şekilde ön yargılara hapsolmadan ortaya koydu. Tarih Vakfı, konferansın ana konularından biri olan konut konusunda, Anadolu’nun 10 bin yıllık konut tarihi ve 3 bin yıllık İstanbul tarihi sergilerini düzenledi. İstanbul gelenlere başarılı bir evsahipliği sundu.

Tabii Habitat II Konferansı’nın coşkusu sadece sahnenin hazırlanmasından gelmiyordu. İçeriği de iddia taşıyor ve bu içeriğe Türkiye’de özgün bir fikri katkıda bulunuyordu. BM konferanslarında müzakere edilmek için konferans öncesinde rapor ve eylem planı taslağı BM mutfağında hazırlanır, konferansların içeriğine ilişkin entelektüel katkılar esas olarak bu safhada gerçekleşir. Ayrıntılar bir tarafa bırakılırsa, bu kent zirvesinin yeni bir kentleşme ahlakı getirdiği söylenebilir. Özetlenirse bu ahlakın üçü amaçsal, üçü araçsal olmak üzere altı ilkesi vardı. Gerçekleştirilecek üç amacı yaşanabilirlik, sürdürülebilirlik, hakçalık; araçsal niteliği olan üç ilkesi kentli bağlılığı, yapabilir kılma ve yönetişimdi. Bu metinler BM mutfağında hazırlanırken genellikle diğer zirvelerde üzerinde uzlaşma sağlanmış bulunan ilkelere başvuruluyordu. Hazırlanan ilk taslakta yaşanabilirlik ilkesi yoktu. Müzakereler sırasında bir kent zirvesinde kentle ilişkili bir ilkenin bulunmamasının önemli bir eksiklik olacağını söyleyen Türkiye, yaşanabilirlik temel ilkesini ve bunun insan haklarıyla temellendirilmesini önerdi. Kanımca da konferansa önemli bir içerik katkısında bulundu. İstanbul zirvesinde içerik bakımından en kritik konu konut hakkıydı. ABD’nin direnişine rağmen, bu konu STK’ların katkısıyla zirvenin gündeminde önemli bir yer tuttu. Zirve Türkiye’nin yönetim ve yönetişim konusundaki ayrılığın farkına varmasını sağladı. Kısacası BM Konferansı iddialıydı. Bu da konferansı heyecan verici hale getiriyordu.

Habitat II toplantısının ruhu içinde katılımcı ülkelerden ulusal raporlarının katılımcı süreçlerle hazırlanması isteniyordu. Bu, Türkiye’nin alışık olmadığı bir durumdu. Türkiye’nin resmî raporu, devletçe değil katılımcı süreçlerle hazırlanacaktı. Türkiye bunu başardı. Raporu 244 kuruluşun katılımıyla hazırlandı, katılımcıların yarısından fazlası STK’lardı. Türkiye’nin raporu konferansa katılan STK’lar tarafından örnek olarak gösterildi. Türkiye bakımından Habitat II’de karşılanacak iddialar vardı. Türkiye bu iddiaları karşılamaktan kaçmadığı için de çalışanlar coşkuyu tadıyorlardı.

Türkiye’nin Habitat III için hazırladığı raporu okuduğumda böyle bir coşkuyu ve heyecanı bulamadım. Bu sonuçtaki sorumluluğun, ne kadarının BM’in Habitat örgütünden, ne kadarının Türkiye raporunu hazırlama sorumluluğunu yüklenenlerden kaynaklandığını saptayacak bir bilgiye sahip değilim. Raporu okuduğunuzda okuyucuda yaratılmak istenilen izlenimin, “genelde dünyada yaşanan ekonomik kalkınma süreci içinde, çevre sorunları, sürdürülebilirlik, eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlarının bulunduğu, ama bu konuda BM sistemi içinde çözüm yollarının üretildiği, Türkiye’nin de Habitat II ve Habitat III arasında geçen yirmi yılda bu çözümlere uygun adımlar attığı ve başarılı olduğu” kanısının yaratılması olduğu fark edilmektedir. Rapora bakılırsa bu bakımdan dünyada ve Türkiye’de telaşa, kaygıya kapılacak bir durum yoktur. Oysa ki hem dünyada hem Türkiye’de durumun böyle olmadığını herkes bilmektedir.

Yirmi yılda bir toplanan uluslararası bir platform olan Habitat III Zirvesi’ne, Türkiye’nin böyle bir raporla katılmasının iyi bir strateji olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir platforma sorunlarını farkında olmayan, dünyaya eleştirel bir bakış açısı getiremeyen bir raporla katılmak, samimiyet testini geçemez, dünyanın bu konudaki çabalarına yaratıcı bir katkıda bulunamaz. Tabii Türkiye raporunun böyle bir nitelikte olmasının iki nedenini raporun arkasında verilen katılımcılar listesine ve raporun kaynakçalarına göz attığımızda hemen fark ederiz. Türkiye’de bu konuda son yıllarda akademisyenlerin, meslek adamlarının yaptığı çok sayıda yayın bulunmaktadır. Bunların göz ardı edilmesi ve raporun hazırlanmasında Türkiye’nin bu konudaki STK’lara yer vermemiş olması, bürokratik ruhlu bir Türkiye raporunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Sanıyorum ki sadece Türkiye’de değil BM’nin Habitat örgütünde de sorun bulunmaktadır. Bizim alanımızda uluslararası yazında, bu alana ilişkin kavramların, kuramların sorgulandığı bir döneme girilmiştir. Önümüzdeki yıllarda yerleşme kavramlarında ve kuramlarında önemli değişiklikler olacaktır. Böyle bir geçiş döneminde iddia taşıyan bir toplantı yapabilmek için bu konulara girmek gerekir. Okuduklarımda böyle yeni açılımların izlerine rastlayamadım.

 

 

Habitat III ve Türkiye Ulusal Raporu

Ruşen Keleş

Prof. Dr., AÜ, Siyasal Bilgiler Fakültesi

Elimizde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanmış, “Türkiye Habitat III Ulusal Raporu”başlığını taşıyan, Aralık 2014 tarihli önemli bir belge var. Bilindiği gibi, “yaşam ortamı” anlamına gelen habitat sözcüğü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) kuralları uyarınca, insan yerleşmelerine insan onuruna yaraşan bir biçim kazandırılması sürecinde önemli yer tutan bir kavram. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (BM), bu adı taşıyan ve Kenya’nın başkenti Nairobi’de bulunan bir özel uzmanlık kuruluşu vardır. Kentleşme, konut, yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin sorunlarla ilgili gelişmelerin ve politikaların gözden geçirilmesi, bunlarla ilgili standartların belirlenerek üye devletlerin yararına sunulması, bu konulara ilişkin olarak dünya kamuoyunu aydınlatıcı seminer, konferans ve sempozyumlar düzenlenmesi, BM’nin etkinlikleri arasındadır. Bu konulara ilişkin teknik ve akçalı yardımlarını BM, Habitat Merkezi (UNCHS), Kalkınma Programı (UNDP) ve öteki uzmanlık kuruluşları aracılığıyla yerine getirmektedir. BM’in yeryüzünde, dar anlamındaki barışın sağlanmasından daha çok, kentleşme ve yerleşme konuları da dâhil olmak üzere, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda önemli başarılara imza atan bir kuruluş olduğunu söylemek abartma olmaz.

BM, 1976 yılında Kanada’nın Vancouver kentinde, 131 ülke temsilcisinin katıldığı İnsan Yerleşmeleri Uluslararası Konferansı’nı (Habitat I) düzenlemiştir. Vancouver toplantısı sonucunda dünya kamuoyuna açıklanan bildirgede, bir yandan temel insan haklarının konusu olan gereksinmelere, bir yandan da çevre değerlerinin korunmasına ilişkin birtakım kurallara yer verilmiştir. Yerleşim yerlerinin yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, bildirgede yer alan temel amaçlar arasındadır. Yaşam kalitesinin ayrılmaz ögeleri olarak, beslenme, barınma, temiz içme suyu, sağlık, eğitim, toplumsal güvenlik ve çalışma koşulları gibi temel gereksinmelerle ilgili hakların tümünden herkesin cinsiyet, toplumsal köken, ırk, dil ve din gibi özellikler açısından herhangi bir ayrım yapılmaksızın yararlanması bildirgenin temel ilkeleri arasındadır. İnsan yerleşmeleri açısından toprağın özel bir önemi olduğunun da vurgulandığı bildirgede, toprağın mülkiyeti ve kullanımı konusunda özenle davranılması ve bu amaçla arazi kullanım planlarından yararlanılması gereğine devletlerin dikkati çekilmiştir.

İnsan yerleşmeleriyle ilgili politika, plan ve programların hazırlanması süreçlerine halkın etkin olarak katılması, doğal afetler ya da başka nedenlerle evinden barkından uzak kalmış olanların yeniden yerleştirilmelerinin sağlanması ve barınma gereksinmelerinin karşılanması, yerleşim konularının toplumsal ve ekonomik gelişme politikalarıyla bir bütünsellik içinde ele alınması da Vancouver Bildirgesi’nin ilkeleri arasındaydı.

Aradan yirmi yıl geçtikten sonra 1966’da, İnsan Yerleşmeleri Konferansı’nın ikincisi, Habitat II, bu kez İstanbul’da toplandı. Toplantının başlıca amacı, “herkese yeterli konut” ve “sürdürülebilir insan yerleşmeleri” olarak belirlenmişti. Barışın, adaletin ve demokrasinin her yerde egemen kılınabilmesi için ekonomik kalkınma, toplumsal gelişme ve çevrenin korunması gibi konuların bütünsel bir yaklaşımla ele alınması gereği İstanbul Bildirgesi’nde de önemle vurgulanmıştır. Kentsel ve kırsal gelişmenin birbirinden ayrılamayacağına de yer verilen İstanbul Bildirgesi’nde; bir yandan köylerden kentlere olan nüfus akınlarının yavaşlatılması, bir yandan da orta büyüklükteki kentlerin çoğalmasının özendirilmesi önerilmiştir. Konut hakkının temel insan haklarından biri olarak bildirgede yer almasına, ABD temsilcileri itiraz etmişlerdir. Buna karşın, İstanbul Bildirgesi adı verilen sonuç belgesinin, barınma hakkıyla ilgili 8. maddesinin yumuşak bir dille yazılmış olan ilk tümcesi aynen şöyledir: “Uluslararası hukuk belgelerinde yer aldığı biçimiyle, konusu yeterli bir barınma olanağının sağlanması olan hakkın tam ve giderek geliştirilmeye açık bir biçimde gerçekleştirilmesi konusundaki kararlılığımızı yineliyoruz.” “Habitat Gündemi” adını taşıyan eylem planının 39. maddesinde de, herkesin sağlık koşullarına uygun, güvenli, güvenilir, erişilebilir, temel hizmet ve kolaylıklardan yararlanabilen, karşılığı ödenebilir yeterli bir konuta sahip kılınması gereğinden söz edilmiştir.

Aradan yirmi yıl daha geçtikten sonra, BM bu kez, henüz yeri belirlenememiş olan Habitat III’ün hazırlıkları içine girmiştir. Nairobi’deki Habitat Merkezi’nce alınan bir karar uyarınca, 2000 yılından itibaren her iki yılda bir olmak üzere, yinelenen Dünya Kentsel Forumu toplantılarda, Habitat I ve II’nin temel amaçları doğrultusunda değerlendirme çalışmaları yapılmıştır. Nairobi (2002), Barselona (2004), Vancouver (2006), Nankin (2008), Brasília (2010), Napoli (2012), Medellín (2014) kentlerinde yapılan, benim şahsen dördüne katılabildiğim toplantılarda, açıkça görülmüştür ki, insanlık Habitat I ve II’de öngörülen amaçlara yaklaşmış olmaktan henüz çok uzakta bulunuyor. Habitat III toplantısında, umulur ki, yaşanabilir insan yerleşimleri, herkese yeterli konut ve sürdürülebilir kentleşme gibi amaçlara yaklaşmada bugüne değin olduğundan daha farklı ve olumlu bir değerlendirme yapılabilsin.

Elimizdeki Habitat III Ulusal Raporu, ülkemizin Habitat toplantılarına bugüne kadar göstermiş olduğu ilgi dikkate alındığında, iyimserlik yaratabilecek nitelikte değildir. Habitat I ve II toplantıları karşısındaki ulusal tavırlarımızın olumlu ve hatta olumsuz özelliklerinden söz edilebilir. Bununla birlikte, 2016 toplantısı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanmış olan elli sekiz sayfalık rapor ilk bakışta, 2009 yılında iyi niyetlerle düzenlenmiş olan Kentleşme Şurası’nda alınan kararlar (KENTGES) çerçevesinde hazırlanmış olduğu belirtilmesine karşın, 1996’dan bugüne değin devletçe ve yerel yönetimlerce uygulanan politikaların dayandığı yanlışları göz ardı etmektedir. 200’a yakın sayıda üniversitesi olan bir ülkede yalnızca 4 üniversitenin katılımından yararlanan ve hiçbir meslek kuruluşuna danışma gereği duyulmadan hazırlanan bir ulusal rapor, katılım konusuna nasıl sahip çıkabilir?

Bu türlü ulusal raporların bir tanıtım, övünme ve reklam aracı olmadığı, gerçeklerin ülkemizi yakından izleyenlerce derhal fark edileceği nasıl göz ardı edilebilir? TOKİ’nin ekonomik, toplumsal ve ekolojik yönlerden açıklanması güç uygulamalarına yer vermeyen, her türlü yerelleşme söylemlerine karşın, tüm planlama ve karar alma süreçlerini merkezileştirmekten de öte, kişiselleştiren ve böylece hukukun üstünlüğü ilkesini ayaklar altına alan bir kentleşme politikasının eleştirisinden uzak duran bir ulusal rapor ne ölçüde inandırıcı olabilir?

Rant yaratma ve paylaştırmayı rehber edinmiş bir konut politikasından, dar gelirli ve yoksul kesimlerin yararlanabilmesine olanak var mıdır? Besin maddelerinin bile “helalinden” ve “haramından” söz edilebildiği bir dönemde, her konuya din gözlüğüyle bakan siyasal iktidarın, emek ürünü olmayan rant olgusunu nasıl içselleştirilebildiğini ulusal rapor acaba nasıl açıklar? Sulukule ve benzeri örneklerde olduğu gibi, dönüşüm adına yerinden edilenlerin barınma hakları yerleşik hukuk kuralları ve gelenekler açısından nasıl değerlendirilebilir? Unutmayalım ki, ülke gerçeklerini nesnel bir yaklaşımla özeleştiriye konu yapmayan ulusal raporların ulusallığı da, raporluğu da her zaman tartışma konusu olacaktır.

Bu icerik 6273 defa görüntülenmiştir.