376
MART-NİSAN 2014
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Endüstrileşme ve İç Mekân

Nilüfer Sağlar Onay, Yrd. Doç. Dr., İTÜ, İç Mimarlık Bölümü

Çağımızın karşı konulamaz gerçeklerinden olan endüstriyel üretim sonucu herhangi bir mekân için üretilmiş olan ürünün bulunduğu mekân ile bütünleşip bütünleşememesi üzerinden yapılan okuma, iç mekân tasarımı hakkında ipuçları veriyor. Yazar, konut üretimi ile paralel olarak tasarlanan “evladiyelik” mobilyaların yerini alan, kullanıcıya sürekli değiştirebilme özgürlüğünü tanıyan iç mekân unsurlarının mekânsal bütünlükle olan ilişkisini araştırıyor.

Modern dönemin önde gelen mimarları ve tasarımcıları, yapısal çevreyi bütünleşik olarak değerlendirme eğiliminde olmuşlardır. Weinthal’e göre,(1) Modern düşünürlerin bakış açısı tasarımın her ölçeğini irdeleyerek, kentsel mekândan iç mekânda kullanılan tekstile, mobilyaya kadar her türlü bileşen ve detayı içerir. Öyle ki, mekân ve ona yaşamsal değer katan tüm elemanların beraber kurgulanması esastır. Mies van der Rohe’nin Farnsworth Evi’nde, (Resim 1) mekân tanımlayıcı öğeler, mobilyalar, teknik detaylar tamamen mimarın karar verdiği unsurlardır. Bu, mekânda bütünsel bir biçim dilinin oluşturulması anlamında son derece etkili bir yaklaşımdır. Adolf Loos da “Gesamtkunstwerk” yani “bütünsel sanat eseri” anlayışını benimseyerek, her parçanın bütüne hizmet etmesi gerektiğini savunmuştur.(2) Mekânsal kararların tamamının tek bir kişiden çıkması, elbette ki kurgulanan tüm bileşenlerin arasında dil birliği sağlanmasını kolaylaştıran, mimarın vermek istediği mesajı tam anlamıyla yansıtan bir yaklaşımdır.

20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren uzmanlaşmanın öneminin artması ile beraber, mimarlık disiplini, diğer pek çok meslek grubunda olduğu gibi ayrışmaya başlamış ve mimarlık temel alanının bünyesinde farklı disiplinler ortaya çıkmıştır. Artık mimarın yapı bütününe ilişkin tüm kararları kendi başına vermesi olanaksız olmamasına karşın, pratikle pek rastlanmayan bir durum olmuştur. Günümüzde yapay çevrenin çok büyük bir bölümü endüstriyel yollarla üretilen hazır bileşenlerin biraraya getirilmesiyle kurgulanmaktadır. Hazır bileşen niteliğindeki malzeme ve elemanlar, farklı tasarımcılar tarafından kurgulanmakta, farklı üretim süreçlerinden geçmekte ve birer sonuç ürün olarak mimara sunulmaktadırlar. Yani mekân tasarımı ile mekânsal bileşen tasarımı birbirinden bağımsız süreçler olarak gündeme gelmektedir. Herhangi bir mekân için tasarlanmış bileşenler biraraya getirilerek mekânda bir bütünlük oluşturulmaya çalışılmaktadır. (Resim 2) Ancak bu denli çok seçeneğin olduğu bir ortamda, mekânsal bileşenler arasında dil birliğinin sağlanması gitgide zorlaşmaktadır. Zira yaşadığımız mekânları biçimlendiren ve yaşamsal değer katan bileşenlerin tasarımından üretimine, seçimine ve montajına kadar pek çok farklı disiplin ve tasarımcı yönlendirici olmaktadır.

Endüstri ürünü hazır malzeme ve bileşenlerin çeşitliliği, istenilen nitelikte ürünlere ulaşma anlamında kolaylık sağlamaktadır. Sözkonusu bileşenler, mekân içindeki rolleri bağlamında değerlendirildiklerinde, aynı amaç için kullanılabilecek çok sayıda alternatif bulunmaktadır. Mekân karakterini tamamlayan, istenilen tasarım dilini yansıtan bileşenlerin seçilmesi tasarımcının ürün dağarcığını sürekli güncellemesini gerektirmektedir. Kullanılan tüm ürün ve bileşenlerin birbiri ile senkronize olması tasarımcının tasarım becerisine, estetik anlayışına ve güncel gelişmelere hâkimiyetine bağlıdır.

Kentsel ölçekten tek mekân ölçeğine hazır bileşen niteliğinde ürün ve malzeme kullanımı, özgünlük tartışmalarını da gündeme getirmektedir. Kimi zaman varolan ürünleri kullanarak tasarım yapma anlayışı, tasarımcının özgürlüğünü kısıtlayan bir durum olarak değerlendirilebilmektedir. Kimi tasarımcı ve mimarlar hazır bileşen kullanımını minimuma düşüren, yapı bütününden iç mekân karakterine kadar yeni malzeme ve teknolojilerin getirdiği avantajları değerlendirerek farklılaşan tasarımlarla öne çıkmaktadırlar. (Resim 3) Diğer taraftan özel üretilmiş bileşen sayısını minimum düzeyde tutarak hazır malzeme ve bileşenleri özgün bir tasarım diliyle biraraya getiren uygulamalar, aslında özgünlüğün hazır malzeme ve bileşen kullanımından bağımsız bir durum olduğunu kanıtlar niteliktedir. (Resim 4)

Hazır malzeme ve bileşenlerin birliği ile oluşturulan çok sayıda başarılı örnek olmasına karşın günümüzde mekânsal bileşenlerin her birinin yapısal çevre bütünü içerisindeki rolü ve anlamının yeteri kadar irdelendiğini söylemek son derece güçtür. Örneğin, ülkemizde iç mekân bitirişlerinde kullanılan prekast elemanlar kimi zaman farklı yüzeylerin biraraya gelmesinde ortaya çıkan sorunların kapatılması için kullanılırken, kimi zaman sadece dekorasyon amaçlı olarak uygulanmaktadırlar. Sözkonusu elemanların bir bölümü, günümüz yapım sistemleri ve teknolojileri bağlamında irdelendiğinde yabancılaşan çizgiler taşımaktadırlar. Özellikle Endüstri Devrimi öncesi dönemlerde kullanılan yapım tekniklerinin doğal sonucu olan formların endüstriyel yöntemlerle üretilen elemanlarda kullanılması, iç mekânda kimlik tartışmalarını gündeme getirmektedir. Sözkonusu elemanlar endüstriyel süreçlerden geçmelerine rağmen, insan eliyle üretilen mimari elemanlar gibi biçimlendirilmektedirler. Oysaki Endüstri Devrimi'nin mekânla ilk buluşması ile gündeme gelen eğilimler, gereksiz bezemeden arınma, endüstriyel süreçleri ve üretim yöntemlerini mekâna ve mekân bileşenlerine hâkim kılma yönündedir.

İÇ MEKÂNDA YENİ BİR TASARIM DİLİ

İç mekân yapısal çevrenin ayrılmaz bir parçasıdır ve çevresiyle beraber değerlendirilmesi esastır. Norberg-Schulz "Genius Loci" kavramını, doğal ve yapay çevrenin tüm fiziksel ve sembolik değerlerinin insana hissettirdikleri olarak tanımlar. Dünya üzerinde hiçbir yer, bir diğeri ile aynı özellikleri taşıyamaz ve aynı şeyleri hissettiremez. Yerin topografyası, ışık değerleri, etrafındaki mevcut doğal ve yapay unsurlar onu eşsiz ve tek kılar. Dolayısıyla çevresiyle kurduğu ilişki anlamında, her mekân farklı verilerle beslenir. Bu noktadan hareketle, yapısal çevrenin parçası olan iç mekânları oluşturan bileşenlerin de mekânın çevresiyle kurduğu ilişki bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. İç mekânsal bileşenlerin de her çevrede her koşulda uygun olması son derece zordur. Dolayısıyla çevresel veriler iç mekân bileşenlerinin tasarımında ve seçiminde etkin olarak rol almak durumundadır.

20. yüzyılın başında katı bir örgütlenmeyle, büyük ölçekte ve standart mal üretimi sağlayan "kitlesel seri üretim" anlayışı, mekânın kurgulanmasında da standart ürün ve bileşenlerin kullanımını gündeme getirmiştir. Pek çok yapısal bileşen bölge, ülke hatta küresel ölçekte kullanılmak üzere üretilmiştir. Ancak aynı yapısal bileşenlerin ve yapım tekniklerinin farklı çevrelerde kullanılması, mekânların çevresel verilerden bağımsız değerlendirilmesi tehlikesini getirmiş ve eleştiri konusu olmuştur. 1960'ların ikinci yarısından itibaren devletlerin ekonomik krize girmesiyle birlikte bunalım dönemine giren fordist üretim sistemi, en temel farklılığı esnek bir üretim yapısı ve esnek ilişkilere olanak sağlaması olan "postfordist" üretim sistemine dönüşmüştür.(3) Günümüzde ise esnek süreçler kullanarak özgün tasarımlara sahip ürünleri veya hizmetleri yüksek miktarlarda ve düşük fiyatlarda üretme ve müşteriye ulaştırma becerisi olarak tanımlanan(4) "kitlesel bireyselleştirme" (mass customization) kavramı önplana çıkmaktadır. Artık pek çok endüstride yaygın olarak kullanılan kitlesel bireyselleştirme paradigmasının inşaat etkinliklerini de kapsaması sonucunda, gelecekte mimarinin seri ürünlerin yerel kombinasyonlarının kurgulanması üzerine kurulacağı görüşü giderek yaygınlık kazanmaktadır.(5) Sözkonusu bilişim kaynaklı üretime de yansıyan değişim, Endüstri Devrimi sonrasında ortaya çıkan “seri üretim” mimarlığının getirdiği mimarlıktan farklı olarak tasarımcılara yeni ve esnek tasarımlar yapma olanağı sağlamıştır. Özellikle iç mekânlarda kullanıcıların yaptığı seçimlerle tek başına bireyselleştirebileceği bütüncül ve esnek sistem çözümleri gündeme gelmeye başlamıştır. (Resim 5) Bu anlamda iç mekânda özelleşen hazır bileşen niteliğindeki malzemelerin çeşitliliği, bilinçli şekilde kullanıldığı takdirde olası mekânsal çözümleme şekillerini artıran, çevresel verilere cevap veren kombinasyonlar oluşturmaya yardım eden bir unsur olarak görülebilir.

Pile’a göre,(6) 20. yüzyıl tasarım ortamındaki en önemli ihtiyaç, yeni teknolojiler ve yaşam biçimi ile uyumlu yeni bir tasarım dilinin geliştirilmesi olarak görülebilir. Bu anlamda, sayısal teknolojideki güncel gelişmeler, analiz, tasarım, üretim süreçlerini birbirleriyle bütünleştirerek özgün değerler yaratmada anahtar rol oynamaya ve yerel, kültürel verileri de gözeten yeni bir dil yaratma konusunda belirleyici olmaya başlamıştır.

İÇ MİMARLIK VE DEĞİŞİM

Myzelev ve Potvin’e göre,(7) iç mimarlık moda ve mimarlık arasında bir alan olarak görülebilir. İç mimarlık, mimarlığa göre daha hızlı, modaya göre ise daha yavaş bir değişim gösterir. 20. yüzyılda iç mekânlarda güncellik, aktüellik önem kazanmış ve modanın iç mekân bileşenleri üzerindeki etkisi gitgide artmıştır. Kişisel mekânlarda özellikle de konutlarda tüm iç mekânsal unsurlar birer gösterge olarak değerlendirilerek, kimliğin dışa vurulması için birer araç olmuşlardır. Tanınmış tasarımcıların ya da itibar sahibi firmaların ürünü olan mobilya ve donatılar bu anlamda gösterge niteliği taşımaya başlamışlardır. (Resim 6) Baudrillard’a göre,(8) yaşanılan çevre, ev, sahip olunan mobilya, araba, hobi ve benzeri her türlü gösterge ile amaçlanan, kimlik farklılığını görünür kılmaktır. 21. yüzyıl toplumu genel olarak tüketimi bir kişisel tatmin aracı olarak görmekte ve ekonomik sistem her şeyin tüketilmesini, atılmasını ve yenilenmesini gerekli kılmaktadır.(9) Ürünler, pazarlama teknikleri ve tüketici beklentileri inanılmaz bir hızla değişmektedir. Bu anlamda iç mekânlar, kişisel ve kurumsal kimliği dışa vurmak, değişen ihtiyaçları, beklentileri karşılamak ve yeniyi, güncel olanı yakalamak adına sık sık yorumlanmaya başlamıştır.

Ülkemizde de son yıllarda iç mekânlarda büyük değişimler yaşanmıştır. Özellikle konutlarda “evladiyelik” olanın yerini, moda ve güncel olan almış, 10-15 yaşını aşan binalarda banyo ve mutfaklar başta olmak üzere iç mekânlar yenilenmiş, yapı marketler haftasonlarının başlıca uğrak yerleri haline gelmiştir. Yapı marketler ve ev ürünleri marketleri (house market) aracılığı ile hazır bileşenlerden oluşan sistem çözümleri birebir kullanıcıya sunulmaya başlamış ve kullanıcı yaşadığı iç mekânları kendi kurgulama imkânı bulmuştur. (Resim 7) Bu marketlerde özellikle mutfak ve depolama sistemleri, kullanıcının seçimleri ile bireyselleştirebileceği birbiri ile uyumlu pek çok hazır ürün ve bileşenden oluşan yarı açık sistemler olarak kurgulanmaya başlamıştır. Bu durum kullanıcının ihtiyaçlarına yönelik düzenlemeleri yapabilmesi anlamında olumlu sonuçlar doğurmuştur. Ancak iç mekâna yaşamsal değer katan bileşenlerin bütüncül olarak değerlendirilmesi pek çok durumda kullanıcının birikimini aşan bir durumdur. Tüm bu değişimler sonucunda, artık mekânsal bileşenlerin uzun yıllar eskimeden kalacak kadar dayanıklı ve nitelikli olması, satın almada ağırlıklı kıstas olmaktan çıkmıştır. Ticari iç mekânlarda da değişim ve yenilik marka kimliğinin gücünün bir dışavurumu olarak görülmeye başlamıştır. Bu anlamda genel olarak iç mekânlar değişimin ve farklılaşmanın ifade aracı olarak görülmekte, sezonluk değişen ürünlerle beraber iç mekân kurguları da değişmekte, iç mekân modanın hem arkaplanı hem de tamamlayıcısı olmaktadır.

İÇ MEKÂN ÇEPERİNİN KATMANLAŞMASI

İç mekânların bu denli hızlı yenilenmesi ihtiyacı, iç mekân çeperinin katmanlaşmasına neden olmakta, mimari ve yapısal bütün korunarak, iç mekânlar yorumlanmaktadır. Karmaşık bir hal almaya başlayan bina sistemleri, fiziksel çevre kontrolüne yönelik sistemler ve strüktürün gizlenmesine yönelik eğilim de gitgide yaygınlaşmakta, yükseltilmiş döşemeler, asma tavanlar, çeşitli özelliklere sahip duvar sistemleri gibi endüstri ürünü bileşenler ve sistemler iç mekân çeper karakterini belirleyici unsurlar olarak öne çıkmaktadırlar. (Resim 8) Sözkonusu bileşenler çoğu zaman mimar tarafından kurgulanan mekânların ikinci bir çeper ile yeniden yorumlanması durumunu gündeme getirir. Bu anlamda, mimari bütünün parçası olan bir mimari çeper ve bunun içinde kurgulanan ikincil bir iç çeperden bahsedilebilir. Mimari çeper, mekâna ilişkin daha az değişken unsurları içerirken, iç çeper daha esnek ve değişken bir yapıya sahiptir ve iç mekândaki tüm unsurların kontrol altına alınması anlamında tasarımcıya yardımcı olabilir. Mekânda zaman içinde sözkonusu olabilecek her türlü fiziksel ve işlevsel değişiklik iç çeperin yeniden yorumlanması ile gerçekleştirilebilir.

İkincil çeperin oluşturulmasında yaygın olarak kullanılan hazır bileşenler, alanında uzmanlaşmış firmalar tarafından üretilmekte ve birbirini tamamlayan ürünlerden oluşan bütüncül sistem çözümleri olarak sunulmaktadırlar. Diğer taraftan teknolojik gelişmeler iç mimara mekânda istediği etkileri yaratmada özgürlük sağlamaktadır. İstenilen formun kazandırılabildiği malzemeler, CAD/CAM teknolojilerinin sağladığı olanaklar iç mekân çeperinin biçimlenişinde etkin rol oynamaya başlamıştır. Bu durum, çoğunlukla iç mekân bitirişlerindeki kaliteyi ve mekânın fiziksel performansını artıran bir unsur olarak görülebilir. Ancak kimi zaman sözkonusu yeni teknolojiler ve sistemler, çevresinden soyutlanmış apayrı bir ortam yaratma çabası ya da yeni ve farklı form arayışları içinde kullanılmakta, iç mekân çeperi sadece strüktür ve alt sistemleri gizlemeye yönelik bir maske ya da dekoratif bir arayüz olarak değerlendirilmektedir. İç çeperi tanımlayan elemanların mevcut mimari oluşum ve çevre ile kurduğu ilişki son derece önemlidir. Yeni teknolojiler, özgün iç mekânlar kurgulamaya katkıda bulunmalarına karşın, kimi zaman iç mekânların bağlamından kopmasına neden olmaktadırlar.

Mimari dil ve mimari bütünden gelen veriler iç mekân karakteri üzerinde belirleyici olmalıdır. Yaşanan mekânların çeperlerinin katmanlaşması, mimarlık ürününü bir bakıma “bütünsel sanat eseri” olmaktan uzaklaştırmaktadır. Çünkü katmanlaşma aynı zamanda mimari bütünün dili ile iç mekân tasarım dilinin farklılaşmasına neden olabilmektedir. Öncelikleri farklı olan tasarım dillerinin biraraya gelmesi de yapı bütününde bir dil karmaşasına neden olmakta ve yapının mimari karakterini zedelemektedir. Bu anlamda, ikincil çepere gerek duyulmaksızın kurgulanan yapıların bütüncül ve kalıcı bir dil sergilediğini, iç mekânlarla mimari yapının doluluk boşluk ilişkisi bağlamında birbirini tamamladığını söylemek yanlış olmaz. Peter Zumthor’un Therme Vals yapısı, (Resim 9) benzer bir bütünlük dahilinde ikincil çeperlere ihtiyaç olmaksızın mekânda gerekli tüm konfor koşullarını sağlayan bir yapı olarak değerlendirilebilir.

SONUÇ

İç mekân tanımlayan ve yaşamsal değer katan çeper bileşenleri, donatılar, donanımlar, mobilyalar ve aksesuarların çok büyük bir bölümü günümüzde endüstriyel yöntemlerle üretilmektedirler. Daha önce de vurgulandığı gibi, sözkonusu ürünlerin tasarımcıları bunları belirli bir mekân için değil herhangi bir mekân için kurgularlar. Mekânı kurgulayan mimar ise belirli bir mekânı kurgularken herhangi bir mekân için kurgulanmış ürünleri biraraya getirir. Mekân tasarım sürecinde tüm malzeme ve bileşen alternatiflerinin potansiyellerinin değerlendirilmesi, birbirlerine entegre edilmesi ve mimari bütün içinde bir dil birliğinin sağlanması son derece zordur. Bu anlamda günümüz mimarlığının en zayıf noktası, mimari form ve strüktür ile yapısal bileşenlerin ve malzemenin ilişkisinin kısmen koparılması olarak görülebilir. Bu durum mekânı oluşturan bileşenlerin farklı tasarımcıların elinden çıkmasının doğal bir sonucu olarak da nitelendirilebilir. Mimarlık temel alanının ayrışması ve yapısal çevrenin farklı ölçeklerde farklı disiplinlerden tasarımcılar tarafından yorumlanması da kentsel ölçekten iç mekân ölçeğine tasarım dili bütünlüğünü etkileyen bir unsur olarak nitelendirilebilir.

Hazır ürünlerle özgün iç mekânlar tanımlamak ve onlara belli bir kimlik kazandırmak iç mimarin yaptığı seçimlere bağlıdır. Günümüzde yapısal çevreyi oluşturan hazır bileşenlerin çeşitliliği artarken, bu bileşenlerle kurgulanan mekânın bağlamından kopuk olarak değerlendirilmesi ve özgünlüğün mevcut yapısal çevreden ve yerel değerlerden bağımsız bir unsur gibi görülmesi sözkonusu olmaktadır. Oysaki mekân içinde bulunduğu çevrede, o çevrenin değerleri ile anlam kazanır ve ancak bu durumda özgün bir mekânsal kimlikten söz edilebilir. Dolayısıyla hem endüstri ürünü hazır malzeme ve bileşenlerin tasarımında hem de bunların iç mekâna entegrasyonunda yerel değerler, çevre verileri ve mevcut mimari oluşum yönlendirici birer unsur olmalıdır.


KAYNAKLAR

Binet, Hélène, Hauser, Sigrid ve Zumthor, Peter, 2007, Peter Zumthor Therme Vals, Scheidegger & Spiess, Zürih.

Binggeli, Corky, 2007, Interior Design: A Survey, John Wiley and Sons, New Jersey.

Ediz, Özgür, Erbil, Yasemin ve Akıncıtürk, Nilüfer, 2010, “Günümüz Mimarliğinin Dinamikleri: Iceberg’in Görünmeyen Yüzü”, Mimarlık, sayı:354, s.49-52.

Harvey, David, 2006, Postmodernliğin Durumu, (çev.) Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul.

Jodidio, Philip, 2010, Public Architecture Now!, Taschen, Köln.

Kolareviç, Branko, 2003, Architecture in the Digital Age, Spon Press, New York.

Luna, Ian, 2005, Retail: Architecture & Shopping, Rizzoli, New York.

Myzelev, Alla ve Potvin, John, 2010, Fashion, Interior Design and the Contours of Modern Identity, Ashgate Publishing, İngiltere.

Münz, Ludwig ve Künstler, Gustav,1966, Adolf Loos: Pioneer of Modern Architecture, Praeger, New York.

McCracken, Grant, 1990, Culture and Consumption, Indiana University Press, Bloomington.

Pile, John, 2009, A History of Interior Design, Laurence King Publishing, Londra.

Norberg-Schulz, Christian, 1979, Genius Loci: Towards a Phenomenology of Architecture, Rizzoli, New York.

Weinthal, Lois, 2011, Towards a New Interior: An Anthology of Interior Design Theory, Princeton Architectural Press, New York.

URL1. www.mehrzeller.com [Erişim: 26.09.2013]

URL2. www.jeannouvel.com [Erişim: 26.09.2013]

URL3. http://www.trespa.com/uk [Erişim: 26.09.2013]

 

NOTLAR

1. Weinthal, 2007.

2. Münz ve Künstler, 1966.

3. Harvey, 2006.

4. Kolareviç, 2003.

5. Ediz, Erbil ve Akıncıtürk,2010.

6. Pile, 2009.

7. Myzelev ve Potvin, 2010.

8. Baudrillard, 1997.

9. McCracken, 1990.

Bu icerik 15733 defa görüntülenmiştir.