376
MART-NİSAN 2014
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ

“Yerin Fısıltısı”(1): KÂĞITHANE OFİSPARK

İdil Erkol, Araş. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

İstanbul’un hızla dönüşen alanlarından biri Cendere Vadisi. 2012 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı” ödülü alan EAA imzalı Kâğıthane Ofispark da bu bölgedeki jeneratör projelerden. Yapının çevresine uyum için gösterdiği çabayı, kuramsal altyapısını ve ofis tipolojisine alternatif olarak getirdiği kurguyu inceleyen yazar, projenin vadettiklerini ve daha büyük çerçevede sıkışıp kaldığı yeri tartışıyor.

Emre Arolat Mimarlık Ofisi’nin tasarladığı Kâğıthane OfisPark(2), geniş kapsamlı ve hızlı bir dönüşüme sahne olan İstanbul’un mimari üretimi içinde ofis yapısına getirdiği farklı yaklaşım ile yerini alıyor. Bulunduğu yere ve duruma karşı kayıtsız kalan jenerik ofis yapılarına karşın bu ofis yapısının önemi, konumlandığı yerle kurduğu ilişkide ortaya çıkıyor. (Resim 1)

İstanbul’un kentleşme dinamiklerinin odağında (diğer bütün küresel kentlerde olduğu gibi) kentsel dönüşüm var. Küçük ölçekli yapıların bulunduğu bir bölge, kısa süre içerisinde müthiş bir hızla dönüşerek yüksek gelir grubuna ait büyük ölçekli yapıların oluşturduğu yeni bir çehreye bürünüyor. Soylulaştırma (gentrification), altyapı eksikliği, plansız yapılaşma gibi birçok temel problemi beraberinde getirerek… Tutarlı bir kentsel politikadan yoksun, planlama kararları ve öncelikleri sık sık değiştirilen bir kentin makûs talihi…

Kâğıthane OfisPark projesini değerlendirirken, bu geniş çerçeveyi gözönünde bulundurmak anlamlı olur. Temel soru şu olabilir: Mimar bu büyük ve bir o kadar muğlak çerçeve içinde nasıl bir tasarım yaklaşımı ortaya koyabilir?

Önce yapının konumlandığı “yere” bakalım: Kâğıthane, Osmanlı Lale Devri’nin başlıca mesire yeri… Vadi tabanındaki dere yatağının ıslahı için Cedvel-i Sim adlı kanalı yaptıran ve alanı mesire yerine dönüştüren Sultan III. Ahmed döneminde, saray erkanının sarayın duvarlarının arkasından çıkıp, gösterişli seremoniler eşliğinde, vadinin yamaçlarında onları görmek için toplanan halka boy gösterdikleri yeni bir seyir kültürü oluştu.(3) 1900’lü yıllara kadar bu seremonilere sahne olan ve sayfiye bölgesi olarak kullanılan alan, sonrasında Endüstri Devrimi’nin kente yansımaları neticesinde, zamanla küçük ve orta ölçekli sanayiye evsahipliği yaptı. Vadi tabanı ve çevresi, yakın dönemde sanayinin de yavaş yavaş bölgeden çekilmesiyle, düşük gelir gruplarına ait bir konut bölgesi olarak şekillendi. Cendere Vadisi bugün İstanbul’un merkezindeki en potansiyelli dönüşüm alanlarından biri. (Resim 2) Desantralize olan sanayi kurumlarının kentin içinde atıl kalan alanları büyük yatırımcıların iştahını kabartıyor. Levent-Maslak hattının imar baskıları, vadi tabanındaki geniş endüstri parsellerine odaklanan spekülatif baskı ve kentte giderek artan ofis ihtiyacı bölgenin dönüşümündeki başlıca faktörleri oluşturuyor. Merkezî konumu ve yakın gelecekte hayata geçirilmesi planlanan toplu taşıma modelleriyle ulaşılabilirliğin artacak olması ve Büyükdere Caddesi ile E-5/TEM otoyolları arasında bağlantı kuruyor olması, ayrıca merkezin ana arterleriyle yakın teması nedeniyle merkezin yoğunluğundan korunması, bölgeyi yatırımcılar için cazip kılıyor. Bu devasa alan, iki farklı dönüşüm modeline sahne oluyor: Vadi tabanındaki eski sanayi yapıları ile yamaçlardaki konut alanları. Bu iki farklı model kendine has değişim hızlarına ve müdahale tiplerine işaret ediyor: Yamaçlardaki gecekondular apartmanlara veya kapalı sitelere, tabandaki geniş parseller ise ofis blokları veya alışveriş merkezlerine dönüşüyor. Süreç çoktan başladı ve böyle devam ederse bölgenin kısa bir süre içerisinde çok yoğun ve sıkışık bir kent dokusuna sahip olacağını tahmin etmek güç değil.

Tekfen Kağıthane Ofisleri de bu spekülatif baskıların bir sonucu. Projeyi anlatmaya “yer”den başlamak anlamlı olur, çünkü “bağlam” tasarımın çıkış noktasını oluşturuyor. Çoğu ofis yapısının, özellikle de prestij sembolü olarak kabul edilen yüksek blokların, bulundukları yere kayıtsız kalmaları nedeniyle “yumuşak karnı” olan bağlam, bu projede tasarımın ilham kaynağı. Arolat, Kâğıthane gibi kentin henüz mutenalaşmamış bölgelerine yönelik tasarlamayı daha “hakiki” ve ilham verici olduğunu söylüyor.(4)

Çevredeki yapı stoku üzerinden bağlama yönelik yapılan incelemeler mimariye dair temel kararları belirliyor.(5) Buna göre yapı, genel geçer dönüşüm stratejilerine bağlı kalmayacak, jenerik bir ofis kurgusuna sahip olmayacak, buna karşın mevcut sosyal doku ve bölgenin kentsel dinamiği ile ilişkilendirilecektir. (Resim 3) Peki bölgenin bugüne has bir tür vernaküler mimari olarak tanımlanan ve yatırımcılar için pek çekici sayılmayan mevcut dokusu proje için nasıl bir referans oluşturuyor? Çevrenin yapısal örüntüsü, yapı bloklarının büyüklüğü, cephelerin yan yana gelerek kendiliğinden oluşturdukları bir çeşit düzen, farklı yüksekliklerdeki bitişik nizam blokların yan cephelerinde kalan sağır yüzeyler, kırma çatıların konturları gibi özelliklerin aynı elden, tek seferde çıkacak bir projeye nasıl yansıtılabileceği, tasarımın temel problemi olarak ele alınıyor. Bu noktada projenin mimarı Emre Arolat’ın “yer”e ilişkin sözlerine yer vermek anlamlı olacak:

“Genellikle herhangi bir tasarıma başlamadan önce projenin inşa edileceği “yer”le olan karşılaşmadan medet umduğumu düşünüyorum. Kuşkusuz yer’i ve durum’u o ilk karşılaşmada yeteri derecede özgülleştirebilmek, ilk temasın sonuçlarını olabildiğince tortulandırmak her defasında mümkün olmuyor. Rafael Moneo’nun deyimiyle “yer’in fısıltısı” her zaman kolaylıkla işitilemeyebiliyor. O takdirde daha yaygın, daha akışkan ve daha homojen bir izlenimler silsilesini devreye sokmak, sabırla kovalamak ve o özgül an gelene dek düşünmekten, koklamaktan, sürtünmekten, dalmaktan, dokunmaktan ve hissetmekten yılmamak galiba yaptığım…”(6)

Tasarımda belirleyici rol oynayan bu çıkış noktasının yatırımcının talepleri ile nasıl biraraya geleceği ise tasarım aşamasının ikinci temel problemi. Proje ile, yatırımcının beklentilerine cevap verirken, aynı zamanda bölgenin mimari dilini gözeten, alışıldık ofis tipolojisinden farklı bir yapı kompleksi ortaya çıkarmak amaçlanıyor. Böylece mimari bir arayışın ötesinde, yatırımcıya da cazip gelecek bir sistem tasarlanıyor. Yerin fısıltısına kulak vererek alınan ilk karar, tekil bir kütle yerine parçalı bir kurgu oluşturmak. (Resim 4) Yapısal örüntüye referans ile parçalanıp, parselin içine dağıtılan yapı kütlelerinin çevredeki yapılarla benzer bir gabariye sahip oluyor. Bir anlamda ”yüksek yapı = prestij” anlayışı bir kenara bırakılıyor.

Farklı geometrilerdeki irili ufaklı ofis kütleleri çevredeki çeşitliliğe referans veriyor. Bu durum, aynı zamanda yatırımcıya farklı büyüklükte ofis mekânları sunmuş oluyor ki, bu da pazarlama sürecinde çeşitliliği artırdığı için anlamlı bulunuyor. Sözkonusu çeşitliliğe bir de esneklik eklenince, istenildiğinde bağımsız üniteler olarak veya gerektiğinde farklı kotlardan sağlanan yatay bağlantılarla tek bir ofis bloğu olarak kullanılabilen ofis mekânları oluşturuluyor. Taban alanları yaklaşık 400 m2 olan 9 ayrı blok, bazı bloklar arasındaki köprüler ve açık ofis düzeni sayesinde gerektiğinde ortak blok olarak kullanılabiliyor. Dokuz ayrı blok gerektiğinde 4 büyük blok olarak da satılabiliyor veya kiralanabiliyor.

Ancak burada küçük bir parantez açıp, kütleleri parçalayarak dokuya referans verdiği anlaşılmakla birlikte, yine de tasarımın ölçeğiyle ve cephedeki beyaza yakın renk skalasıyla dokudan ayrıştığını, kendini gösterdiğini söylemek doğru olur. (Resim 5) Çünkü burada amaç aynılaştırmak değil, aksine çevreden ilham alarak yeni bir mimari dil ortaya koymaktır. Elbette burada projenin, çevre parsellerde hemen hemen eşzamanlı inşa edilen diğer ofis yapılarına kıyasla başka bir noktada durduğunu, her şeyden önce çevredeki yapıların özelliklerini gözetme niyetini barındıran bir proje olduğunu hatırlamak gerekir.

Ofis kompleksinin plan kurgusunda ise, çevreden farklı olarak belirli bir düzen oluşturulmuş. Ofis bloklarının tümü, garaj tabanındaki 8 x 8 metrelik ızgara plan üzerinde yükselir. Blokların yerleşiminde çevre yapıların örüntüsü düşünülerek blokların bir kısmı caddeye dik, diğer kısmı paralel konumlanır. Bir iç boşluk oluşturacak şekilde çepere dayanan bloklar ortada kabaca ince, uzun bir dikdörtgen olarak tanımlanabilecek bir açık alan oluşturur. (Resim 6) Kompleks, 5 ila 8 kat arasında değişen yüksekliklerde toplam dokuz bloktan oluşur. Yüksekliklerin yanı sıra blokların çatıları da farklılaşır. Kimisi eğimli çatıyla kimisi teras çatıyla örtülüdür.

Detaylı bir analiz çalışmasının ardından oluşturulan cepheler ise düzensizliğin düzenini oluşturmuş gibi. (Resim 7) Pencerelerin boyutları farklı, hizaları ayrı. Kimi yerde kat yüksekliğinde büyük açıklıklar, kimi yerde küçük ofis pencereleri yer alıyor cephe düzeninde. Bütün bu farklılıklara rağmen, aslında 9 blok aynı dili konuşuyor, aynı elden çıktığını gösteriyor. Pencereleri yerleştirirken dikkat edilen en önemli husus doğal ışığı mümkün olduğunca içeriye almak ve ofislerin iyi bir şekilde aydınlanmasını sağlamak. Cephedeki farklılaşmaya imkân tanıyan esas faktör ise esnek plan kurgusu, çünkü açık ofis sistemi iç mekânda bölücü duvarlara ihtiyaç duymadığı için (servis hacimleri hariç), dış cephedeki düzen için bağlayıcı bir durum teşkil etmiyor. (Resim 8, 9) Planlamada dikkat edilen bir diğer unsur ise doğal havalandırma. Yükseklikleri nedeniyle sabit camlardan oluşan, temiz hava almayan, dışarıyla bağın koptuğu, hatta kimi zaman renkli cam kullanımı nedeniyle havanın güneşli mi yoksa bulutlu mu olduğu bile anlaşılmayan plaza ofislerinden özellikle kaçınılmış bu projede. Çok gürültülü olmayan, nispeten sakin bir bölgede yer alması, blok yüksekliklerinin az olması sebebiyle rüzgârın bir problem teşkil etmemesi doğal havalandırma yapılmasına imkân tanımış. Bu anlamda projenin çoğu ofis yapısının ortak problemlerini bertaraf ettiğini söylemek yanlış olmaz.

PROJENİN GERÇEKLEŞTİREMEDİĞİ VAAT: KAMUSAL ALAN

Kentsel dönüşüme dair stratejik planlar müdahale edilecek bölgeleri genellikle bir “mahrumiyet” alanı olarak değerlendirir ve buna çare olarak mevcut durumu yok sayan, steril ve homojen çevre düşleri kurarlar. Yaygın olarak görülen bu eğilim, bütün dünyayı aynılaştıran vasat bir yerleşim kültürünü beraberinde getirir. Sil baştan inşa etme eğilimindeki radikal dönüşüm önerileri farklı bölgelerin karakteristik özelliklerini yok edip bölgeyi aynılaştırmaktadır. Özgül bir bölge yaratma olasılığı ancak bölgenin gizli kalmış potansiyellerine odaklanarak yakalanabilir. Bölgenin sürdürülebilir dönüşümünde katalizör görevi görecek, günışığına çıkmayı bekleyen potansiyeller nelerdir? Bu potansiyeller üzerinden farklılıkların birarada olduğu bir kamusal alan inşa edilebilir mi?

Son dönemde hızla gelişen Kâğıthane bölgesi için de kent planlama stratejilerinin eksik olmasına bağlı olarak kamusal mekânın niteliği az, niceliği yetersiz. Oysa kamusal alan kent yaşamında önemli bir rol üstlenir, Hannah Arendt’in tanımladığı gibi kenti birarada tutan “harç”tır. Ne yazık ki kentsel dönüşümün başdöndürücü hızı kentsel altyapı projelerini tetiklemiyor. Dönüşüm özel sektörün ticari yapılarıyla yüzünü gösterirken, kentin parçalarını bir anlamda birbirine “dikecek” altyapı projeleri ya eksik kalıyor, ya da zaten hiç düşünülmüyor. (Resim 10)

Kâğıthane OfisPark’ın tasarımında ortada oluşturulan avlunun zemin katta yer alacak mağaza, kafe gibi ticari işlevler ve sosyal donatılar ile birlikte ortak yaşam alanı olarak hizmet vermesi planlanmış. (Resim 11) Avlu çevre ile bütünleşmek için bir fırsat olarak görülmüş ve herkese açık bir kamusal alan olarak hayal edilmiş. Ancak parselin iki dar kenarı otoparka giriş rampaları ile sınırlandırılarak komşu parsellerden kopartılmış, üçüncü cephe ise kot farkı nedeniyle çevreyle ilişki kuramıyor. Caddeye bakan cephede ise bloklar arasında kaldırımla hemzemin boşluklar bırakılarak, avlu ve sokak ilişkisi kurmak istenmiş. Böylece hem ofis çalışanlarının kendilerini kentsel bir mekânda hissetmesine, hem de Kâğıthane’nin yoğun dokusuna ve eksik kentsel altyapısına bir katkı sağlanabileceği öngörülmüş. 30 Mayıs 2012 tarihinde Ferit Odman Trio’nun caz konseriyle iş dünyasına kapılarını açan yapının çevreyle nasıl bir ilişki kurduğu, hedeflenen amaca ulaşıp ulaşmadığı tartışılabilir. Yapı kompleksi, başlangıçta bölgeye kamusal mekân kazandırma niyeti ile tasarlanmış, ancak son kertede avlu yapının kullanıcıları tarafından metal parmaklıklarla çevrilmek suretiyle kapalı bir kutuya dönüştürülmüştür. İşletme programına göre değişebilecek olsa da, bugün zemin kotta işleyen tek bir kafe bulunmakta ve sadece ofis çalışanlarına hizmet vermektedir. Kamusal alan olarak öngörülen avlu arzu edildiği kadar hareketli bir kullanıma sahne olmuyor, eser miktarda bitki ve su öğesi ile daha çok “seyirlik” bir boşluk tanımlıyor. Henüz yapının kullanım oranı % 60 ile sınırlı.(7) Elbette tam kapasite çalıştığı zaman yapının kullanımına dair bir yorum yapmak daha sağlıklı olacaktır. Yine de mevcut kullanım durumuna bakarak, üst gelir grubuna ait ofislerin bulunduğu bir yapının, güvenlik paranoyalarından kurtulup çevre halkı içeriye ne kadar buyur edeceği şüphelidir. Kaldı ki, bu sınırlar kaldırılsa bile, planlanan donatılarıyla yapının bölge halkının ne kadar ilgisini çekeceği düşünülmelidir. Ne yazık ki, sınıf ayrımının net bir şekilde hissedildiği yerlerde, ortak kamusal alan yaratma çabası naif bir hayal olmaktan öteye geçemiyor. (Resim 12)

 

BAĞLAMA DAİR…

Bağlam projenin hem en iddialı tarafı, hem de yumuşak karnı… Yakın çevreden alınan ilham ve jenerik ofis yapıları üzerine yapılan yerinde tespitler ile ortaya konan ofis yapısı gerçekten özgül ve alternatif bir model sunuyor. Peki ya bu yapı kompleksi nereye oturuyor?

Yapının da içinde yer aldığı Cendere Vadisi, Boğaz ve Haliç'in Marmara ile buluştukları Sarayburnu'ndan Kuzey Ormanları’na açılan ve Boğaz'a paralel bir koridor niteliğindedir. Bu koridor İstanbul'un kuzey-güney yönünde havalanmasını sağlayan dört doğal koridorundan biri (doğudan batıya doğru sırayla Maltepe, Boğaz, Kâğıthane, Çekmece) ve hatta kent merkezinin Boğaziçi ile birlikte iki ekolojik koridorundan biri. Aslında Cendere Vadisi’nde ikinci bir "boğaz" topografyasından söz edilebilir. Tabanı su yerine ağaç ile kaplı bir vadi. Osmanlı İmparatorluğu Lale Devri’nde olgunlaşan peyzaj kültürünün odak noktasının burası olması da vadinin bu topografik özelliğinin sonucu olarak değerlendirilebilir. İstanbul’un kamusal yeşil alanları diğer küresel kentlerle karşılaştırılamayacak kadar az olduğundan, bu ekolojik koridorun rehabilitasyonu ve yeniden kazanımı sadece Kâğıthane ve yakın çevresi için değil, bütün kentin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır. Bu geniş çerçeveden bakınca vadi tabanına inşa edilen her ofis yapısı, mimari niteliğinden bağımsız olarak, vadi tabanı ve ekolojik koridorun rehabilitasyonu ile ilgili çok temel bir sorun barındırıyor. Vadi tabanının kentsel ekolojiye katkıda bulunacak şekilde rehabilite edilme olasılığının düşük olması ise esas mesele. Heterojen bir yapıya sahip olan vadiyi farklılıklarını koruyarak sürdürülebilir bir mikrokozmosa dönüştürme stratejileri ne olmalıdır? Ekolojik açıdan bu derece önemi olan vadinin gözardı edilen özelliklerini ortaya koymak, zeminin rehabilitasyonunu yapmak mümkün müdür? Bu amaçla, temel araştırma alanları Kuzey Ormanları’ndan Haliç’e ulaşan su havzası, peyzaj, kentsel altyapılar ve ulaşılabilirlik, kamusal açık alanların organizasyonu, yeşil alanların çevreye nüfuz etme potansiyelleri belirlenerek vadi tabanında Kuzey Ormanları’nı Haliç’e bağlayacak bir kent parkı tasarlanması çözüm önerileri arasındadır.(8) Cendere Vadisi ancak bir kent parkı dolayısıyla korunup, ekolojik koridor olma niteliğini muhafaza edecektir. Aksi halde, dönüşüm süreci mevcut gidişatında devam ederse, gayrimenkul piyasasının talepleri sonucunda Cendere Vadisi, Boğaziçi’ne paralel bir ekolojik koridor olma vasfını yitirip, onun yerine Büyükdere Caddesi’ne paralel bir ofis bölgesi olmaktan kurtulamayacaktır. Bu tür bir yapılaşma şehrin ekolojisini önemli ölçüde tahrip etmektedir; çözüm olarak önerilen kent parkı ise, Haliç kıyılarını ve bu bölgedeki yeşil alanları Kuzey Ormanları’na bağlayarak kentin ekolojisinin rehabilite edilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.(9)

Ancak bugün Cendere Vadisi için yapılan projeksiyonlar bir “kent parkı” fikrinden çok uzağa düşüyor. Bir kent parkından ziyade bir “teknopark” yapılması ihtimali dillendiriliyor. Hatta bu proje bir övünç kaynağı olarak gazetelere haber oluyor, belediyenin dönüşüme “imar jesti” yaptığına dair haberler yayımlanıyor.(10) Arsa sahiplerini dönüşüme teşvik edecek bu “jest” ile dönüşüm sürecinin hızlanması ve vadi tabanındaki atıl sanayi yapıların en kısa sürede yeni ofis bloklarına ve “lüks” konutlara dönüşmesi hedefleniyor. Kâğıthane Belediyesi tarafından, Kâğıthane OfisPark projesindeki başarısı nedeniyle Emre Arolat Mimarlık Ofisi’ne hazırlatılan Kızlarağası Kentsel Planlama Projesi de bu hedefe yöneliktir. Bir taraftan vadi tabanında birer birer yükselen ofis yapılarının pazarlanmasında, vadinin merkeze yakınlığı birinci pazarlama stratejisi olarak kullanıyor, “Her yere yakın olmayı kim istemez?” sloganıyla müstakbel müşterileri Kâğıthane’ye davet ediyor. (Resim 13)

Elbette bu geniş projeksiyon işveren tarafından tek bir parsele ofis yapısı tasarlanması istenen bir mimarlık ofisinin tek başına çözebileceği bir mesele değil. Burada temel problem, yazının başında da sözü edilen kentsel stratejik planlamanın olmayışı. Mevcut düzen sadece bir “yama” gibi bölgeye yerleşen, birbirinden bağımsız yapı bloklarını var ediyor. Bu nedenle mimar yerin “fısıltısını” dinlerken sadece kulağına çalınan yakın sesleri duymakla yetinmek zorunda. Oysa kentlerin gelecekleri dönüşümün ekolojik ve sosyal sürdürülebilirlik çerçevesinde gerçekleşmesine bağlı. Var olanın analitik bir okumasını yaparak devralınabilecek olanı değişmesi gerekenden ayıracak sürdürülebilir bir dönüşümün stratejileri ne olabilir sorusu kentin geleceğini belirleyecek olan etik bir sorudur ve cevaplanmak üzere bir kenarda durmaktadır.

Projeye geri dönecek olursak; tasarımda Levent-Maslak aksında görmeye alışık olduğumuz ofis bloğu tipolojisinin dışına çıkılarak ve mevcut yapısal örüntüden esinlenilerek alternatif bir mimari dil ve plan kurgusu getirmesi projenin en büyük başarısı. Ağırbaşlı bir duruşa sahip olma, yalın bir dil, sadece ofis yapılarında değil, hemen hemen her türlü yapıda görmeyi unuttuğumuz bir mütevazılığı hatırlatıyor bize. (Resim 14, 15) Yüksek ofis blokları gibi umursamaz değil, gösteriş derdinde değil. Bu tasarım anlayışı nedeniyle Emre Arolat Mimarlık’ın işleri arasında da bu yapının ayrı bir yerde durduğu kanaatindeyim. Proje, hem ofis yapısı tipolojisine, hem 1980 sonrası vernaküleri olarak tanımlanan İstanbul’daki alt gelir grubuna ait yapılaşma kültürüne dair bir söz söylemeyi hedefliyor. Bugün güncelliğini koruyan ve üstesinden gelinemeyen bu iki konuyla karşı karşıya gelme riskini göze alıyor. Ayrıca yatırımcının alışageldik taleplerine denk düşmediği için, yatırımcının da ikna olacağı ortak bir düzlem kuruluyor. Kâğıthane OfisPark projesi bölgedeki kentsel yenileme projeleri için alternatif bir model oluşturuyor.

Tam bu noktada projenin dönüşümü tetikleyici bir faktör olması yönünde endişe duyuyorum. Zira birçok nitelikli yapının tetikleyici rol üstleneceği temenni ediliyor, ama sonrasında “tetik çekilince” şaşırılıyor! Kâğıthane ve sayısız diğer dönüşüm projesi için öncelikle tutarlı ve sürdürülebilir bir kentsel planlama stratejisi geliştirilmesi, ardından Kâğıthane OfisPark gibi belirli bir hassasiyete sahip, yerin “fısıltı”sına kulak veren projeler ortaya konması dileğiyle…

NOTLAR

1. Rafael Moneo’nun bağlamı gözeterek tasarım yapmayı işaret etmek üzere kullandığı “yerin fısıltısı” tanımlaması, projenin mimarı Emre Arolat tarafından da benimsenmiş, projeye ve bağlama dair sözlerinde sıklıkla yer verdiği bir ifade olmuştur. Başlık bu ifadeye referans vermektedir.

2. 2011 yılında tamamlanan proje, 2012 Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında “Yapı Dalı”nda, Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından 2012 yılında düzenlenen ArkiParc Gayrimenkul Ödülleri’nde “Ofis” kategorisinde, Europe & Afrika Property Awards 2010 kapsamında “Ticari / Ofis Yapıları” kategorisinde, 2009 yılında MIPIM Architectural Future Project Awards kapsamında “Ofis Yapıları” kategorisinde ödüle layık görülmüştür.

3. Lale Devri’nde Sadabad’daki mesire yaşamıyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Kural, B. Deniz Çalış, 2007, “Gardens at Kagithane Commons During the Tulip Period (1718-1730)”, Middle East Garden Traditions: Unity and Diversity, (ed.) Michel Conan, Dumbarton Oaks, Publications, Washington DC, ss.238-266.

4. Yapı kompleksinin işletmesini alan Omurga Yapı Yatırımları AŞ. tarafından hazırlanan yapı katalogundan alıntılanmıştır.

5. Bağlama ve Emre Arolat’ın bağlama yaklaşımına dair bir okuma için bkz. Bilgin, İhsan, 2001, “Emre Arolat’ın Ekranı”, Arredamento Mimarlık, sayı:139, ss.57-59.

6. Mayıs 2012’de Emre Arolat’ın Gayrimenkul Fikirleri dergisinin ilk sayısı için Ebru Yeşilfırat ile yaptığı röportajdan alıntılanmıştır.

7. Bu bilgi projenin resmi web sitesi www.kagithaneofispark.com adresinden alınmıştır. [Erişim: 21.01.2014]

8. 2008-2009 akademik yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı proje stüdyosunda Mehmet Kütükçüoğlu’nun yürütücülüğünde yapılan araştırmanın sonuçlarından alınmıştır. Detaylı bilgi ve görsel malzeme için bkz. http://mimarlik.bilgi.edu.tr/ [Erişim: 01.01.2014]

9. İstanbul Kent Parkı önerisinin, diğer metropollerdeki kent parklarıyla karşılaştırmalı olarak ele alındığı yazıyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Bilgin, İhsan, 2012, “İstanbul Projeleri (4): Kent Parkı”, Taraf, 05.12.2012. [Erişim: 12.12.2012]

10. Kağıthane Belediye Başkanı Fazlı Kılıç ile yapılan röportaja istinaden hazırlanmış haberin detayları için bkz. Sabah [Erişim: 13.07.2012]

* Görseller: EAA

Bu icerik 8276 defa görüntülenmiştir.