369
OCAK-ŞUBAT 2013
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • MİMARLIK Dergisinin Elli Yıllık Birikimi
    Ali Artun, 1975-1980 arasında Mimarlar Odası'nda Araştırma Sekreteri, Yayın Komitesi Üyesi, Genel Sekreter. Galeri Nev Kurucusu. İletişim Yayınları Sanathayat Dizisi Editörü

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK 50 YAŞINDA

MİMARLIK Dergisinin Elli Yıllık Birikimi

Ali Artun, 1975-1980 arasında Mimarlar Odası'nda Araştırma Sekreteri, Yayın Komitesi Üyesi, Genel Sekreter. Galeri Nev Kurucusu. İletişim Yayınları Sanathayat Dizisi Editörü

MİMARLIK Dergisinin elli yıl boyunca yayımlanmış 368 sayısını art arda tararken, kendimizi bir mekânda dolaşıyor gibi hissederiz. Bu, mimarlığın zamanının yoğunlaştığı bir mekândır. Dolayısıyla bir müze mekânıdır sanki. Çünkü her yazının içerdiği bilgiler, başkalarıyla eklemlenerek kurduğu anlatılar içinde anlam kazanır. Tıpkı müze mimarlığının başka başka eserleri bir takım tarihler içinde tasnif etmesi gibi. Tek tek hadiseler, farklı farklı metinler bulanıklaşır, ancak ötekilerle birlikte kurduğu zamansallık içinde okunur. Sonuçta, sınırları alabildiğince derginin sayfaları dışına taşan bir tarih haritası belirmeye başlar. Bu haritadaki kimi hatlar daha egemendirler, kimileri daha cılızdırlar; bazen birbirlerini keserler, bazen koşutturlar, bazen de karşıt: Meslekleşme, kamusallık; mimarlığın birbirini izleyen ulusallaşma, toplumsallaşma, küreselleşme tarihleri…

MİMARLIĞIN ULUSALLIĞI

Derginin ilk yılı olan 1963’te çıkan yazısında “Yayın Kolu” üyesi Prof. Erol Kulaksızoğlu, “1951-53’ten sonra o zamana kadarki şekliyle milli mimarinin artık savunulamayacağını” ilan eder. 20. yüzyıl başından beri süren “milli mimari” hareketleri yerini milletlerarası stile bırakmalıdır. “Beynelmilel vasfı olan teknik, sanat ve kültür kaynaklarından istifade ederek, asrımızın en büyük özelliği olan seviyeli araştırma hummasına bir an evvel girişilmesi şarttır.” Oysa anti-kolonyalist, ulusal-kurtuluşçu Üçüncü Dünya hareketinin yükselmesiyle “milli mimari” yeniden devreye girer. 1971/1 sayısının kapağında “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi”, “Bağımsız Türkiye” dövizleri vardır. Aynı sayıda Somer Ural ve Hasan Çakır “Yeni Ulusal Mimarlık” tezini ortaya atarlar. Dergi külliyatının en nadir örneklerinden biri olan 1974 yılının ilk sayısında Somer Ural bu tezi, kapsamlı Marksist bir inceleme perspektifine yerleştirir: “Türkiye’nin Sosyal Ekonomisi ve Mimarlık”. Aynı zamanlarda Dergi, “teknik hizmet ithali”ne ve “yabancı proje firmaları”na iş verilmesine karşı bir kampanya açar. (1971/6-7, 1971/8)

1980’lere gelince, neredeyse bir yüzyıldır süren ulusal mimarlık davalarının artık eridiğini fark ederiz. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, o zamana kadar geçerli olan üç dünya tasavvurunun sonunu sembolleştirir. Bütün dünya aynı rejim altında küreselleşir. İspanya’nın Amerika’ya ayak basmasıyla 1492’den beri süren kolonyalizmden globalizme, modernlikten çağdaşlığa geçilmektedir(1) ve yönetimde artık ulusal / emperyal devletler değil, küresel şirketler vardır. (Resim 1)

MİMARLIĞIN TOPLUMSALLIĞI

Mimarlıkta ulusallık sorunsalını toplumsallık izler; ancak küreselleşme, ulusallık kadar toplumsallığı da anlamsızlaştırır. 1960’larda göç ve gecekondulaşma had safhadadır. O nedenle de Derginin ikinci yılında açıklanan yayın programında “sosyal konut” birinci sıradadır, onu planlama ve “planlı kalkınma ve kentleşme” izler. (1964/3) Ancak sonraları, “evrensel”, “ulusal”, “kamusal” türünden birçok kavram gibi “toplumsallık” da aşınır veya neolojik saptırmalara uğrar. Daha 1979’da neo-liberalizmin ‘kraliçesi’ Margaret Thatcher “toplum diye bir şeyin olmadığını” açıklar.(2) Gecekondu ve toplumsal konut davası yavaş yavaş mimarlığın gündemini terk eder. Ve sonuçta gecekondularla birlikte gecekondu sorunu da imha olur. “Toplumsal konut”un yerini ‘finansal konut’ alır: Spekülasyon için ifrat halinde üretilen ve belki de hep metruk kalacak ‘lüks’ konut kuleleri; menkul gayrimenkuller…

Mutenalaşma, kentsel dönüşüm gibi etiketlerle meşrulaştırılan bu gelişmenin sonucu “planlı kalkınma ve kentleşme” düşüncesinin (1964/5, 1964/6) parçalanmasıdır. Oysa 1960’larda ve 1970’lerde düzenlenen I. Milli Fiziki Plan Semineri, Mimarlık Semineri, Ulaşım Kongresi ve Konut Kurultayı gibi büyük girişimlerle Mimarlar Odası, ülkenin entelektüel gücünü bu düşünce çevresinde seferber etmeyi başarabilmiş ve Dergi de bunda en önemli rolü oynamıştır. Şimdiyse, gösteri mimarlığının markalandırdığı rekabet içindeki distopik metropoller döneminde planlamanın yerini yıkım almaktadır. TOKİ’nin en barbar müteahhidi Ali Ağaoğlu’na göre İstanbul’un % 70’i yıkılacaktır ve yeniden yapılacaktır.(3) TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar ise “Şu anda İstanbul’da yıkmaktan daha güzel bir şey” olmadığını ve İstanbul’un “yıktıkça güzelleşeceğini” beyan eder.(4) Anlaşılan, bir hamlede hem kentleşme, hem konut, hem de deprem sorunu çözülmüş olacaktır! Böylesine totaliter tasarımlarda artık sadece toplum değil, insan da silinir. Mimarlığın aklı, kozmik bir toplumsal armoni arayışından, piyasanın kaotik pragmatizmine devrolur.

Yıllarca Dergide önceliğini koruyan planlama ve kalkınma başlıklarına gelince... Zamanımızda bilgiyi yönetenler, kalkınma anlayışı ve politikalarının, toplumların uygar / barbar, ileri / geri, gelişmiş / az-gelişmiş olarak sınıflandırıldığı kolonyalist dönemde kaldığını öne sürmektedirler. Küreselleşme çağında ise dünya toplumsal farklılıklara göre değil, kültürel farklılıklara göre, etnik ve dinsel farklılıklara göre bölünür. Dolayısıyla, bütün kültürlerin ‘eşit’ ve kapitalist olduğu ve gelişmişlik hiyerarşisinin silikleştiği bir dünyada artık “kalkınma” geride kalmıştır. Dergide de önceki döneme özgü “Azgelişmiş Ülke Mimarlığı” edebiyatı (5) diner. “Planlama” ve “kalkınma”nın ağırlığı 1980’lerde “mimari miras”, “tarihsel çevre” ve koruma konularına kayar. (Resim 2)

MİMARLIĞIN KÜRESELLEŞMESİ VE DİJİTALLEŞMESİ

Derginin reklam sayfalarından sonra en çok yer kaplayan yarışmalar / projeler bölümünü tararken, tasarımın dijitalleşmesiyle başlayan devrimin tarihini izleriz. Bu önce salt estetik bir fenomen gibi, modernist bir stilden postmodernist bir stile geçiş gibi kendini gösterir. Oysa mimarlığın baştan beri demirbaşı olan gönyeyi terk ederek ekrana taşınması, her türden işaret için geçerli olan dijital 0-1 alfabesini benimsemesi, mimari formlarda ve teknolojide değil, toplumsal hayatta yaşanan devrimi ifade eder. Çünkü bilgi evrenimizi, dilin, iletişimin, imgenin ve medyanın kuşatmasının bir fenomenidir. Gerçekten de, matbaanın icadından önceki zamanlarda olduğu gibi mimarlık yeniden ‘okunur’ hale gelmiştir. Mimarlar yeniden katedrallerde yücelen imgenin gücüne kapılmışlardır. Ancak çağdaş katedraller öncekiler gibi gizemli anlamların, hayal dünyasının göstergeleri değil, gerçeğin temsilleridir. Yarattıkları gösterinin ve kurdukları iletişimin gücü sayesinde metropolleri anlamlandırır ve markalandırırlar. Bu sayede kentler arası küresel rekabet piyasasında onları pazarlarlar. Dolayısıyla son kertede gene, sanal lüks konut kuleleri gibi, mimarlığın toplumsallığından soyunarak finansallaşmasının, Dubaileşmesinin anıtlarıdırlar. Dijital bir plastiğe dönüşmesiyle birlikte mimarlık, 19. yüzyılda yükselen sanata ve mühendisliğe kaptırdığı önceliğini yeniden kazanmakta, büyük bir itibar ve iktidar edinmektedir. Müzeler artık sanat değil, kendi mimarlıklarını sergilemektedir. Ve mühendis artık mimarın fantezilerinin esiridir. Dergi sayılarından da izlediğimiz gibi mimari “mimarlık tasarımı”na, urbanizm “kentsel tasarım”a evrilmiştir. 1971/3 sayısı “Dizayn Kavramı”nı ve “Türk Dizaynı”nı ele alır: “Selamet varsa yoksa dizaynda.” Ancak tasarımlaşma mimarlığın özerkliğini aşındırmakta, mesleği politik içeriğinden, tarihselliğinden ve eleştirelliğinden yalıtmaktadır. Çünkü tasarım, doğası gereği yönetimle (management) bileşiktir: Tasarım Yönetimi = Yönetim Tasarımı. Dolayısıyla “mimarlık tasarımı” hem mimarlığın bir iletişim medyası olarak yönetilmesini, hem de bir yönetim aygıtı olarak tasarlanmasını ima eder. Hayatın topyekûn denetimini ifade eden biyopolitiğin işlemesi için fiziki çevremizin tasarlanmasından daha etkili ne olabilir? (Resim 3)

MODERNLİK, ÇAĞDAŞLIK

MİMARLIK Dergisinden yukarıdakilere benzer başka tarihler de sökülebilir. Sanıyorum sonunda varacağımız kanı şudur: Mimarlığın geçmişinde yukarıda kaydedilenler kadar kritik kırılmaların, kopmaların birarada yaşandığı başka bir elli yıllık dilim bulmak zordur. Bunun nedeni galiba artık bellidir. O da bu dönüşümlerin mimari stiller arası, dönemler arası bir geçişin değil, çağlar arası bir değişimin göstergeleri olmalarıdır. Gerçekten de artık, birçok tarihçi ve düşünür, küreselleşmeyle birlikte baş gösteren köklü dönüşümlerin, kapitalizmin yeni bir devrevi krizinin değil, modernliğin parçalanmasının işaretleri olduğunda hemfikirdir. Modernlik nasıl gelenekselliğe karşı örgütlendiyse, şimdi de çağdaşlık modernliğe karşı örgütlenmektedir. Bu bakımdan 1980’lerdan beri işittiğimiz “son”lar edebiyatı büsbütün ideolojik bir retorik değildir: Endüstrinin sonu, fordizmin sonu, evrensel ve ulusalın sonu, toplumsal ve kamusalın sonu, siyasalın sonu, … öznenin, müellifin, dahinin, sanatın sonu, … ütopyanın, tarihin, teorinin, eleştirinin sonu,… Elbette bütün bu safsataya inanmak mümkün değildir. Eğer inanırsak, bu, “şimdi”nin mutlaklığını onaylamak anlamına gelir. İddia edildiği gibi, insanlığın sonunda ütopyasını başardığı, telosuna eriştiği anlamına gelir. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu “son”lar söylemi, Umberto Eco’nun önerdiği gibi, “Geleneğin avutucu ihtişamına”, yeni bir imparatorluklar çağına dönüşü ifade etmese bile, bize modernliğe ait mitlerin çözülmekte olduğunu bildirir. Ve hatırlarsak modernliği ilk terk eden mimarlık olmuştur.

İşte MİMARLIK Dergisi, böylesine dramatik yarılmaların oluştuğu bir elli yıl geçirmiş ve şimdi bu yarılmaların, yapılarıyla ve kültürüyle (maddesi ve ruhuyla) mimari çevremizde yarattığı etkilerin bir tür müzesi haline gelmiştir. Ne var ki, kültürün özelleştirildiği zamanımızda müzeler artık tarihsel anlatıların kurulduğu ve okunduğu ortamlar olmaktan çıkmıştır. İletişim tasarımının yönetiminde medyalaşmıştır. Ve her gün yenileri açılmasına rağmen, müzelerin çoğu bomboştur. Öyle ki, müzeler neredeyse koleksiyonlarını koruyan değil, onları metaforik anlamda olduğu kadar gerçek anlamda da tahrip eden mahzenlere dönüşmektedir. O zaman, kamusallığın, dolayısıyla da tarihin ve eleştirinin aşındığı bir çağda, MİMARLIK Dergisininki gibi elli yıllık bir müze, arşiv, kütük ne anlama gelir?

“MİMARLIK MİMARLARINDIR”(1965/1)

Bence elli yıllık MİMARLIK birikimi, en başta bir meslekleşme mücadelesini anlamlandırır ve dergilerin ekseni olduğu bu mücadele de elli yıldan daha berilere gider. MİMARLIK Dergisinden önce 1944-1953 yılları arasında Türk Yüksek Mimarlar Birliği’nin yayımladığı bir Mimarlık var. Ondan önce de, 1909’da başlayarak bir yıl süreyle yayımlanan aylık Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti Mecmuası. 1920’de mimar sayısı 32 (6), 1930 yılında ise 150. 1923 yılında Akademi’nin Mimarlık Şubesi’ne giren üç kişi var; biri Zeki Sayar, diğeri Sedad Hakkı.(7) (Zeki Sayar Arkitekt’ten önce Mimar adıyla 1931 yılından başlayarak yayımlanan derginin editörü, Sedad Hakkı ise en baştan itibaren yazarıdır.) MİMARLIK Dergisinin ilk sayılarını okurken, 1963’e gelindiğinde bile, hâlâ 28 ilde hiç mimar bulunmadığını öğreniriz.(8) Bütün aradan geçen yıllar, aslında mesleğin meşruiyetini ispat etmek için; mimarlığı, mühendislerin, kalfaların, müteahhitlerin tekelinden kurtarmak için sürdürülen, son derece de sabırlı, zahmetli, bitmez tükenmez bir mücadele. Mimarlığı hem tanıtma, hem de tanıma çabası. Mimarlığın kamusallığını devletin ve inşaat piyasasının denetiminden sökme azmindeki bir özerklik inadı. Bir mesleğin inşa süreci, iktidar savaşı. Devletin baskınlığı nedeniyle kamusal bilincin ve kamusal hayatın gayet cılız olduğu bir toplumda, son derece de nadir, siyasal, eleştirel, tarihsel, teorik bir oluşum. MİMARLIK bu oluşumun hem eyleyicisi hem de hafızasıdır. Bu bakımdan, kültürün özelleştirilmeye başlamasıyla çeşitlenen ve ister istemez hem inşaat piyasasını hem de kendi yayın piyasalarını gözeten, mimarlığın ‘tüketildiği’ popüler “dekorasyon”, “ev”, “proje” dergileriyle kıyas kabul etmez. (Resim 4-10)

“MİMARLIKTA DEVRİM”

MİMARLIK Dergisiyle aynı yıllarda yayımlanan, anglofon dünyadaki diğer periyodikleri şöyle bir gözden geçirirsek, bunların en zengin olduğu zamanın ulusal bağımsızlık savaşlarının da tırmandığı 1968 dönemi olduğunu görürüz.(9)1960’larda yükselen ve zamanındaki devrimci, Marksist söylemi de arkasına alan mimarlık yayıncılığındaki bu radikal hamle “mimarlık deneyiminin ve tartışmalarının tek kaynağı olarak görülen yapılı çevreye meydan okumuştur”.(10) Eleştirinin, tarihin ve teorinin, başlı başına bir mimarlık deneyimi ve üretimi olduğu bilincini yerleştirmiş ve ilerleyen dönemlerdeki mimarlık eğitiminde etkin olmuştur. Oda yönetimleriyle Dergideki siyasallaşmanın da 1968 sıralarındaki bu dönüşümleri yansıttığını görürüz: “Mimarlıkta Devrim”(11)

Sonraki yıllarda, yüzyıl sonuna doğru, başta Foucault ve Derrida olmak üzere, 1968 dönemi Fransız filozoflarının etkin olduğu bir dil kuşatır Batıdaki mimarlık dergilerini. Örneğin, Assemblage, Architectural Design, … Ne var ki, “teoriyi kendi başına bir mimarlık projesi”(12) olarak gören bu eleştiri, zaten formlara / imgelere kapılarak mimari rasyonaliteyi terk etmeye çalışan mimari yapıdan giderek kopar. Ve yeni yüzyılla birlikte eleştiri-sonrası (post-critical)döneme girilir. R.E. Somal’ın sözleriyle “Saklamaktansa kutlamamız gereken basit gerçek eleştirinin gerekli olmadığıdır.”(13) Peter Eisenman’agöre mimarlığın özerkliğinin gereği olaneleştiri ve teori (14), yerini piyasanın, girişimcilik kültürünün, kurumsal yönetimin ve iletişimin gerçekliğine bırakmıştır. MİMARLIK ise bu küresel ana-akıma rağmen kamusal ruhunu, toplumsal sorumluluğunu korumayı sürdürecek, post-politik, post-eleştirel dönemde de siyasal ve eleştirel geleneğine sahip çıkacaktır. Şimdi, kamusal hayatı özelleştiren küresel şirketler, bir takım göstermelik hayırseverlik projeleri aracılığıyla, toplumsal sorumluluğun artık onların meselesi olduğuna bizi inandırmaya çalışırlar. “Yönetişim” ve iletişim ağları aracılığıyla, MİMARLIK Dergisinin baştan beri vurguladığı toplumsallık ve kamusallık davasını anlamsızlaştırmaya uğraşırlar. Oda’nın mirasını “sivil toplum” dogmasına mal etmeye, hatta giderek Oda’yı yıkmaya girişirler.

Direnişin ve eleştirinin, tarihin ve teorinin aşındığı bir çağda mimarlığın hakikatini nasıl keşfedeceğiz? Mimarlığın bilgisi ne olacak? Her gün yenileri açılan müzelerini pek kimsenin gezmediği bir yerde, Derginin elli yıllık birikiminin oluşturduğu ‘müze’ ne işe yarayacak? Ürünlerin sadece tüketme arzusuna hitap ettiği bir zamanda, kamusal bir Dergi yayımlamakta direnmenin ne anlamı olacak? Vitruvius’tan, Alberti’den, Corbusier’nin Modulor’una kadar antropomorfik metafiziğine (aritmetiğine ve geometrisine) sadık kalmış olan mimarlık bunu yitirince ne olacak? Kanımca MİMARLIK Dergisi gibi bir yayının elli yıldır çıkıyor olmasının başlıca anlamı artık varlık / yokluk noktasına gelen bu arayışlara rehber olabilecek bir birikim yaratmış olmasıdır. Walter Benjamin’in hissetmiş olduğu gibi, bugünü ancak dünün fragmanlarında keşfedebiliriz.(15)

NOTLAR

1. Bkz. Dussel, Enrique, 1998, “Beyond Eurocentricism: The World System and the Limits of Modernity”,The Cultures of Globalization, (Ed.) Fredric Jameson, Masao Miyoshi, Duke University Press, Londra.

2. Harvey, David, 2005, A Brief History of Neo-Liberalism, Oxford University Press, Oxford, s.23.

3. Neşe Mesutoğlu’nun Ali Ağaoğlu ile görüşmesi, Milliyet-Cadde, 12 Aralık 2011.

4. Cumhuriyet, 1 Ekim 2010, s.14.

5. Ceyhun, Demirtaş ve Tuğrul Akçura, 1969, “Az Gelişmiş Ülke Mimarlığı”, Mimarlık Semineri, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara.

6. Çetintaş, Sedat, 1978, “Sanayi Nefise Mektebi Alisi ve Güzel Sanatlar Akademisi”, Mimarlık, sayı:1978/2, s.16.

7. Ergut, Elvan Altan, 2001, “Zeki Sayar-Türkiye’de Mimarlığın Profesyonelleşme Sürecinde Bir Mimar”, Mimarlık, sayı:300, s.16, 18.

8. Kulaksızoğlu, Erol, 1963, “Mimarlığımız”, Mimarlık, sayı:1963/6, s.4.

9. Bu konuda, 2006 yılında Beatriz Colomina’nın düzenlediği, Amerika’yı ve Avrupa’yı hâlâ dolaşmayı sürdüren, “Clip / Stamp / Fold” Sergisi ve katalogu harika bir kaynak oluşturur.

10. Colomina, Beatriz ve Craig Buckley (Ed.), 2010, Clip-Stamp-Fold, The Radical Architecture of Little Magazines 196X to 197X,Princeton University Press, New York, s.8.

11. Gürkan, Gürol, 1969, “Mimarlık’ta Devrime Doğru”, Mimarlık Semineri.

12. Whiting, Sarah, 2000, “Critical Reflections”, Assemblage, sayı:41, s.88.

13. Somol, R.E. 2000, “In the Wake of Assemblage”, Assemblage, sayı:41, s.93.

14. Eisenman, Peter, 2000, “Autonomy and the Will to the Critical”, Assemblage, sayı:41, s.91.

15. Paul Klee’nin bir tablosu var: Angelus Novus. Uçan bir melek… Yalnız meleğin yüzü geçmişe, sırtı geleceğe dönük. Geçmişten, geçmişin yıkıntılarından, bir fırtına esiyor ve onu sırtını dönük olduğu geleceğe doğru sürüklüyor. Walter Benjamin, “tarih” kavramını Klee’nin bu tablosuyla canlandırıyor. Onun için “tarih”, bugünde, şimdiki zamanda geçmişin izlerini aramak değil, geçmişte bugünün izlerini keşfetmektir. Bkz. Benjamin, Walter, 1969, “Theses on the Philosophy of History”, Illuminations, (Ed.) Hannah Arendt, Schocken Books, New York, ss.253-264.

Bu icerik 4805 defa görüntülenmiştir.