369
OCAK-ŞUBAT 2013
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • MİMARLIK Dergisinin Elli Yıllık Birikimi
    Ali Artun, 1975-1980 arasında Mimarlar Odası'nda Araştırma Sekreteri, Yayın Komitesi Üyesi, Genel Sekreter. Galeri Nev Kurucusu. İletişim Yayınları Sanathayat Dizisi Editörü

YAYINLAR



KÜNYE
BİENAL

Kentte Yeni Bir Platform: İstanbul 1. Tasarım Bienali

İpek Yada Akpınar, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Benim asli görevim kentimi ve ülkemi pazarlamaktır” söylemi eşliğinde ihracata öncelik veren vahşi kapitalist politikaların giderek egemen olmasıyla, kent ve kentsel arazi ilişkilerinin ön planda olduğu bir 21. yüzyıl İstanbul’u var karşımızda. Artık İstanbul’daki kentsel ve mimari dönüşüm senaryosu, kentte yeni zenginlik ve yeni yoksulluk biçimleri oluşmakta olduğuna işaret ediyor. Eski İstanbul’da mekânsal ayrışma unsurları dini veya etnik iken, bugün farklı sosyal statü ve gelir grupları ayrışıyor. Bu bağlamda, gelir düzeyi yaşam tarzına doğrudan yansımaya başlıyor; günlük alışkanlıklar (hangi kanalı seyrettiği, hangi gazeteyi okuduğu, hangi kolayı içtiği) kimin hangi gruba ait olduğunu gösteriyor; eğlence / iş yaşamı ve konut mekânları giderek ayrışıyor. Bu vahşi kapitalist çerçevede düşük gelir gruplarının yaşadığı kent merkezindeki geleneksel konut alanları devlet destekli büyük ölçekli projelerin hedefi haline geliyor.(1) 1930’larla adeta “ideolojik bir savaş” yaşayan merkezî ve yerel yönetim, kentte günlük hayatın parçası haline gelen, kamusal belleğin önemli mekânlarını kapalı kapılar ardında gerçekleşen emrivaki bir süreç ile ya para egemen ya da erkek egemen mekânlara dönüştürüyor… İstanbul’da düzenlenen kent zirvesi Habitat II’nin en önemli başlıkları “katılım”, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik”ti. Kamu yararına şeffaf adımlar İstanbul’da çoktan unutulmuş durumda. Bu çerçevede kent, sosyal bir yapı olarak kimliğini kaybetmiş gözüküyor. Değişim, İstanbul’un en önemli ve hiç değişmeyen özelliklerinden birisi. Ancak, yapılı çevrenin yeniden yapılandırılması hakkında yeni bir bakış açısına ihtiyaç var. Kent ölçeğinden bir “kesit” verebilmek, politik ve ekonomik uygulamaların mekânsallaşmasına ve sosyal-kültürel sonuçlarına işaret etmek önemli. Bu yeni yapısal çevrede, kent ve sosyal aktörler, gelişen dinamiklerle nasıl başedebilirler? Nasıl pozisyon alınıp nasıl söz söylenebilir? Bu sorunlarla nasıl başedilebilir sorusuna yanıt vermek çetrefilli bir süreç. Ama ortama işaret ederek, kapalı kapılar ardında alınan kararlar ile hoyratça dönüştürülen kamusal alana müdahaleler gözler önüne serilebilir, hınzırca alternatif taktikler oluşturulabilir.

İşte tam da bu çerçevede İstanbul’un “Kusurluluk / Imperfection” temalı ilk tasarım bienali, genç katılımcıların kente bakışlarını yansıttıkları hınzırca taktikler ile kentte yeni bir platform oluşturuyor.

İKSV, İstanbul’da 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihlerinde yeni bir kamusal sanat platformu kurguladı. Bienalde özgün olan  (ve bir mimar olarak bence tartışmaya en çok değer kısmı) tasarımın sadece moda ya da endüstri ürünleriyle sınırlı olmayıp, omurgasını özellikle İstanbul’dan alan mimarlık, kentsel tasarım ve planlama alanlarına kadar uzandığını da gösteren pozisyonu. Birinci İstanbul Tasarım Bienali Karaköy’de iki mekânda yer aldı. Bienalin eş küratörleri mimar Emre Arolat ile tasarım dergisi Domus’un yayın yönetmeni Joseph Grima. Emre Arolat’ın küratörlüğünü yaptığı, kentsel dönüşüme odaklı “Musibet” temalı sergi İstanbul Modern’de sergilendi. Joseph Grima ise “Adhokrasi” temalı sergi ile 103 yıllık Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nun binasında yer alıyordu. Bu ilk tasarım bienali, 46 ülkeden 300’e yakın tasarımcı ve mimarın ürettiği 100’ün üzerinde projenin yanı sıra kentin farklı noktalarına yayılmış akademi programları, üniversitelerdeki atölye sergileri, yaratıcı film kuşağı ve tasarım yürüyüşleriyle iki ay sürdü.

Bu yazı, büyük projelerle kentin dönüştürüldüğü ve sanatın finansallaştığı bir dönemde “kent” odaklı bir bienal kurgulamak fikrine bakıyor; sosyal aktörlerin bienal yorumları üzerinden yeni bir kamusal platform yaratmak fikrini gündeme getiriyor.

KENTİN DÖNÜŞTÜĞÜ VE SANATIN FİNANSALLAŞTIĞI BİR DÖNEMDE BİENAL KURGULAMAK

David Harvey’in kapitalin yoğunlaşması şeklinde betimlediği süreçte “finans” ve “kültür” eksenleri, yeni bir mimari dil eşliğinde daha da görünür hale geliyor. Uluslararası arenada 20. yüzyılın sonundaki yeniden işlevlendirme ve canlandırma projelerindeki etkin özellik, görsel sanatlar, kültür ve eğlence endüstrilerinin konumlarının / rollerinin giderek ön plana geçişidir. Bu kapsamda, 1990’lardan beri, “Sanat toplum için iyidir” konumundan, “Sanat iş için iyidir” konumuna geçiş ve kültür endüstrisinin gelişimi gözleniyor.(2) Kamusal sanat üretimi çerçevesinde topluluğun gelişimi konumuna odaklanarak kamusal sanat, kentsel canlandırmanın bir parçası olarak ele alınabilir. Günümüz kentinin toplumsal belleğinin oluşumunda, sürekli yerleştirmeler ve kamusal sanat önemli rol oynuyor. Kültürel eksenli canlandırma projeleri, kültürel etkinlikler ve/veya sanat / mimarlık bienalleri, sanatçı birey, kent ve kentliler arasındaki kritik ve karşılıklı etkileşim rolünü mekânsallaştırıyor. Farklı coğrafi, politik, ekonomik, kültürel ve sosyal konumları görselleştiren sanat eserleri ve sanat / sergileme mekânları, aslında günümüzün parçalı kamusal alanının ve mekânının önemli odak noktalarına dönüşüyor. Tam da bu kapsamda, kültür mekânları, toplumsal bellek ve sanatın / kültürün geniş halk kitlelerine ulaşımının sağlanması açısından olumlu platformlar.

İstanbul’a yönelecek olursak, bir yandan kentin postmodern yeni işlevleri olarak sınıflanabilecek “finans” ve “kültür”, postmodern mekânlar üzerinden görünür hale geliyor.(3) Öte yandan, finansın gücünün yükselmesiyle, hayatın ve sanatın giderek spekülatif etkinliklerin nesnesine dönüştüğü gözlemleniyor.(4) Küreselleşen İstanbul’da, sanat mekânlarının sayısı son on yılda olağanüstü hızla artıyor ve 19. yüzyıl benzeri bir şekilde Pera-Beyoğlu-Karaköy ekseninde yoğunlaşıyorlar. Birinci İstanbul Tasarım Bienali’nin tam da bu coğrafi bağlamda, Karaköy’deki iki özgün mekânda gerçekleştirilmesi tesadüfi hiç değil.

Küresel dünyada öne geçmek isteyen ve dünya haritasında yer edinmek isteyen küçük kentlerde bienallere evsahipliği yapmak artık olağan. Peki ya eski emperyal başkentte ve limanındaki bienal, hem de tasarım bienali ne anlama geliyor? Farklı ne sunuyor? Bu kapsamda bienalin kenti ve misyonu üzerinden Gözde Severoğlu (5), İstanbul Tasarım Bienali öncesi, uluslararası bienallerin sosyal aktörleriyle bir dizi röportaj gerçekleştirmiş.

“Bienallerin akım hale geldiğini söyleyebilirim. Bir şehrin markalaşması, icat ya da yaratıcılığının desteklenmesi için gerekli bir araç olarak görülüyor. Ayrıca bienaller ile endüstrinin bilgilerini tazelemek, şehrin tasarım farkındalığını artırmak da hedefleniyor. İnsanlar böylece tasarım aracılığıyla yeni bir bakış açısı kazanıyor ve tasarım kişinin yaşamına dahil oluyor.”(6)

“İstanbul, farklı ülkelerden konusunun uzmanı kişileri biraraya getirebilecek etkinlikte bir bienale hazırlanıyor. Gerçekleşecek bienalin, İstanbul’daki sanayiye ya da tasarım endüstrisine katkı sağlamasını beklemeyin. Bu bienal, küresel bakımdan bir buluşma yeri olarak görülmeli. Sadece Türkiye’den değil, tüm dünyadan değişik okullar, ekoller burada buluşup evrensel tasarım dünyasına katkı sağlıyor olacaklar. İstanbul’un yerel bir ruhu olduğundan bahsetmek güç; bu yüzden küresel düşünmeliyiz. Küreselleşmiş yapıdaki İstanbul, dünyanın bir simgesi. Hem Avrupa hem Asya… Her bir katmanında ayrı bir değer barındıran, eski ile yeninin iç içe geçerek yaşamını sürdürdüğü, küresel ölçekte bir değere sahip bu şehir ve bu şehrin tasarım bienali böyle bir yaklaşım ve beklenti ile değerlendirilmeli.”(7)

“Dünya üzerinde gerçekleşen her bienal hem yerel hem de uluslararası diller barındırıyor. İnsanların kültürel alanlardaki ve tasarım konusundaki sorunlarını düşünmek ve tartışmak amacıyla biraraya gelmelerini sağlayan bienaller, fikirlerin tazelenmesi, tasarıma verilen değerin artması için birer araç. Bienaller ayrıca insanların birbirini pozitif yönde etkileyecek değerlendirmeler yapabileceği bir platform olarak da görülebilir. Şehrin çoğunluk nüfusunun bienali ziyaret etmesini, ardından yorum yapmasını sağlayabilmek de bienalin sorumlulukları arasında.”(8)

Bu ön görüşler, bienal fikrinin küresel yaygınlığı, İstanbul’da oluşu ve kent-sosyal aktörler-tasarım arası ilişkiler üzerine önemli ipuçları veriyor. Tasarım, dönüşüm konusunda kentler ortak adımlar atıyor. Kent-bienal etkileşimini ele alan Şelale Kavak, İstanbul’da olan biteni daha iyi anlamak, sorgulamak, tartışmak ve çözümün bir parçası olmak için İstanbul'da yaşayan herkesin bu bienali görmesi gerektiğini yazıyor.(9) İKSV'nin Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, İstanbul’u dünyanın en ilham verici kentlerinden biri olarak tanımlıyor. Ve tam da bu noktada, ısrarla “Bu bienal, Made in Turkey (Türkiye’de üretilmiştir) yerine Designed in Turkey (Türkiye’de tasarlanmıştır) diyebileceğimiz yolun başlangıcı olmalı” vurgusunu yapıyor.(10) Meral Tamer(11), “Ekim ayında İstanbul’da olmak muhteşem. Her köşesinden bir etkinlik fışkırıyor” diye yazıyor. “İKSV bizleri şımarttı” diye ekleyen Tamer,(12)“bu yıl Ekim ayının parlayan yıldızı, 40. yaşını kutlayan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın biz İstanbullulara armağan ettiği yepyeni bambaşka boyuttaki Tasarım Bienali. Tasarım, kimilerince hâlâ lüks bir tüketim nesnesi kabul edilse de aslında büyük kitlelerin gündelik hayatlarını şekillendiren, kendimizi görebileceğimiz bir ayna. Dahası Türkiye’yi büyük ekonomiler liginde bir üst sınıfa taşıyacak, kişi başına 10 bin dolarlık GSMH’dan, Başbakan Erdoğan’ın hayalini kurduğu 25 bin dolarlık GSMH’ya geçirecek en önemli araç.” Gila Benmayor ise,(13) yazısında Bülent Eczacıbaşı’nın tasarımın gerekliliğini iyi bildiğini yazıyor: “Kalitesi daha iyi olmadığı halde rakiplerimiz tasarımla aynı ürünü yüzde 30 daha pahalıya satabiliyor. Tasarım markayı güçlendiriyor".

Bu heyecanlı değerlendirmelerde, küresel ekonomi, markalaşma ve İKSV fazlasıyla ön planda. Ama bugün kritik olgu kültür ve sanatın endüstrileşmesi, pazar ekonomisi ile işbirliği çerçevesinde kültür endüstrisine dönüşümleri. Her türlü iyi niyetli sanatsal girişim, pazarın egemen ideolojisinin kolaylıkla parçası / temsilcisi olabilir. Hiçbir şeyin sabit kalamadığı ve hareket ettiği bir ortamda zamanı yakalama kritik önemde. İstanbul gibi büyük bir şehirde tasarım, kültür, yeni sanat mekânları ve tabii yeni duruşlar için her zaman bir yer var. Burada kurumsal soru, yöneticilerin-küratörlerin bağımsız örgütlenmeyi ne kadar sürdürülebileceği ile ilgili. Büyük kurumlar bir kişinin hevesine ve düşüne bağlı olan yapılar değillerdir. Sadece kurumun ahlaki değerlerine ve görüşlerine sırtınızı yaslayamazsınız… Bu noktada Zeynep Uşşaklı(14), İstanbul Tasarım Bienali’ni, gösteri dünyasında özgül bir seçenek ve belki de bir umut fidesi olarak yansıtıyor. Sanat eserleri ve etkinlikleri kârlı yatırımlar ve gereğinden fazla yüceltilen tüketim nesneleri gibi sunulduğu bir ortamı ve bunun bir tür kariyer fırsatına dönüştüğü fikrini tartışıyor: “İstanbul Tasarım Bienali'nin alacağı pozisyon hem şehir hem de tasarım dünyasının farklı katmanlarındaki aktörler adına çok kritik bir durum oluşturuyor.”

Tam da bu çerçevede Joseph Grima’nın ve Emre Arolat’ın küratörlüğünü yaptığı Birinci Tasarım Bienalini konumlandıkları mekânlar ve içerikleri üzerinden ele almakta fayda var.

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Bienal danışma kurulu üyesi Deyan Sudjic, önerdiği “Kusurluluk / Imperfection” teması ile İstanbul arasında kurduğu ilişkiyi anlatırken İstanbul’un kusursuzluktan çok uzak ama bir o kadar da hareketli ve enerji verici olduğunu vurguluyor. Bu çerçevede Rum Okulu’ndaki küratör Joseph Grima,Fabrika yerine, geçerli bir üretim ve yenilik modeli olarak atölyeye dönüş yaşandığını; mükemmelliği aramak yerine, bireysel kimliğin göstergesi olarak kusurluluğun kabul edildiğini” vurguluyor:(15)

“Bu sergi, bazı yönlerinin tasarım tarihiyle ve kültürümüzle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu sergi, toplumun geleceğine ilişkin hızlı çatışmaların tiyatrosu olarak tasarımı, yani üreten insanların dünyasını araştırıyor. Yeni bir dil ve yeni ortak paydalar arayışında, bürokrasi ile doğaçlama ya da otorite ile ağların zapt olunamaz gücü arasındaki bir yarış bu.”

İçerikten önce, mekân üzerine birkaç söz söylemek bir kentli olarak kritik önemde. Artık okul olarak kullanılmayan Galata Rum İlkokulu'nun olağanüstü mekânının kamusal yaşamda yeniden etkin bir platforma dönüşmesi kanımca bienalin en olumlu yanı. Farklı ölçekteki mekânları, olağanüstü merdivenleriyle birbirine akan dört katlı 103 yıllık bina, yeni teknolojiyi misafir ediyor; diğer bir deyişle tarihî bina geleceği barındırıyor. Düşlerdeki yeni tasarım ve akımlarla bu tarihi mekân içinde buluşmak heyecan verici. Bir yandan farklı ülkelerden gelen sanatçıların hazırladığı geleceğe dair “inter-aktif” projelerle, öte yandan tasarım tarihiyle yüzleştiğiniz küçük odacıklar mevcut. Gelecekten kesitler sunan tasarımlar ve teknolojik oyunlar içinde, zanaatkârlığın okunması, Şişhane’deki dönüşümün tam zanaatkârca temsil edilmesi günümüz kaotik kentinde yok edilme sürecinde olanı anımsatıyor. Sergi, tarihî binanın en üst katında adlarını paylaşmayan, yeraltında yaşayan 100 kişilik Parisli grubun bir kentsel müdahalesi ile sonlanıyor. Yine çatı katında sergilenen inşaat malzemelerinin atıklarından üretilen kent mobilyaları eşliğinde kentin olağanüstü silüeti ile buluşuyorsunuz. Bu sergi içinde çok muhtemelen herkes için akılda kalıcı olan, “sensörler” tarafından vücudunuzun taranması ve üç boyutlu baskılı modelinizin elinize verilmesi. Ama bu tarihî binaya damgasını vuran, o muhteşem merkez holde tersten asılı monte edilen devasa İstanbul maketi. Bu kurgu, kadın-erkek-çocuk tüm kentlilerin nefesini keserek deneyimlediği hınzır bir sergileme düzeni sunuyor. Bu binada sergilenen teknolojik işlerde kritik derecede önemli olan “açık kaynak” olarak ulaşılabilirlikleri ve herkesin tarafında alınıp, kavranıp kullanılabilirlikleri. Tasarımcılar, manifestolarında açık kaynak olarak ulaşılabilen ve rahatça kullanılabilen temsiliyetlerle mimari ve kentsel ortamın demokratikleşeceğini vurguluyorlar. Kısacası, mimarlığın / planlamanın üstten bakan ve sadece meslektaşların anlayabileceği seçkin temsiliyet diline meydan okuyan radikal bir duruş söz konusu.

Kentin limanının on yıllık modern sanat mekânında ise Emre Arolat ise, “her an yeni bir fikir, her gün parlak bir projenin gerçekleştirildiği, büyük dönüşümler, hızla alınan ve uygulamaya koyulan, birçoğu kent ölçeğinde tasarımlar” ile aktardığı kent ve mimarlık ortamına “büyük dönüşüm” üzerinden bakıyor:(16)

“Musibet sergisi, her ne kadar omurgasına İstanbul’u alsa da, farklı coğrafyalarda süregiden büyük dönüşümlerin birbirinden farklı yüzlerini göz önüne sermeyi ve bu bağlamda ortaya konan tasarım etkinliklerinin kerameti kendinden menkul meşruiyet düzlemlerinin sorgulanabileceği küçük bir aralık açmayı amaçlıyor.”

İstanbul Modern’in steril dikdörtgen kutusunda, kentlere, ama özellikle İstanbul’a odaklanmış küçük “hücre”lerin her biri ziyaretçiyi zamanda ve kentsel mekânda bir keşif gezisine çıkartıyor. Küratörün dokunuşuyla pembe ışıklarla aydınlatılmış bu loş labirentte keşif, ancak zincirli demir parmaklıkları aşmaya cesaret ederseniz başlıyor. Bu aslında iç bunaltıcı bir cezaevi metaforu. Tabii emperyal liman Karaköy’de yer alışı ile genelevlere de atıfta bulunduğunu varsayabilirsiniz. “Çarpık, düzenli, gelişmiş, az gelişmiş, dönüşmüş, korunmuş, korunmamış” kapitalist kentleşme modellerinden ne ararsanız mevcut olan labirentten “İnşaat Ya Resulullah” neonu eşliğinde çıkıyorsunuz. Genç katılımcıların, meslektaşları için çok tanıdık olan mimarlık, kentsel tasarım ve planlama disiplinlerinin kentsel sosyoloji, kentsel coğrafya ve kültürel antropoloji alanlarına dokunarak gerçekleştirdiği özgün fikrî çalışmalar, bu sergide daha geniş bir kitleyle buluşuyor. Günümüzün çelişkili kentsel ortamını dert edinen, vahşi kapitalist kentsel ortamla yüzleşen bu çalışmalar, sorular soruyor, sorunlarla başetme taktikleri veriyor. Bu kapsamda, mimarinin profesyonel-mesleki temsiliyet dili yerini yer yer oyuna bırakarak, hınzır oyunlarla bütünleşerek farklı taktiklerle akılda kalıyorlar. Çelişkilerle dolu kentsel sorunlarla karşılaştığınız, yer yer kaybolduğunuz loş labirent, aslında karamsar kentsel ortama da gönderme yapıyor. Tabii Tasarım Bienali’nde bu serginin çok fazla mimarlık ve kent vurgulu olduğunu belirten eleştiriler de yok değil. “Tasarım” bu serginin neresinde diyenler için, tasarım alanı ve ölçeği artık tek ürün odaklı değil cevabı umarım yeterlidir. Sergilenenler sanatçı işi değil diyenlere de cevap şu: Zaten bu tartışma platformdakilerin hiçbiri “iş” olmayı, diğer bir deyişle mükemmel / güzel bitmiş bir tasarım ürünü yaratmayı hedeflememişler; tam tersine kapitalist kentleşmeye karşı güçlerini tam da bu amatör tavırdan alıyorlar. “Musibet”, çelişkilerle dolu kentsel ortama dair sorularıyla ortaya çıkan ve sözünü söyleyen kentliye ait bir deneysel tartışma alanı yaratıyor.

Bu iki farklı platforma gitmek aslında hem kamusal tasarım / sanatla buluşma, hem de kendimizle yüzleştiğimiz olağanüstü bir keşif yolculuğu. Turistik bakış kenti bir imgeler bütünü ile ele alır. Hâlbuki sanat / tasarım, metaforlar üzerinden gider yeni anlamlar üretir, yer aldığı toplumu ve mekânı yeniden biçimlendirir, dönüştürür. Tasarım / sanat mekânları ise bu anlamları toplumsallaştırırlar, toplumla paylaşırlar ve daha da önemlisi yeni kuşaklara aktarım platformuna dönüşürler. Bu anlamda bienal toplumsal değerleri anımsamak ve geleceğe mesajlar iletmek için önemli bir kentsel arena. Çift eksenli kimliği, deneyselliğe açık oluşu, mekân kullanımındaki çeşitlilik ve kente katkı, yanıt vermek yerine soru sormayı tercih eden duruşu ile İstanbul Bienali olumlu bir başlangıç yapıyor.

NOTLAR

1. Akpınar, İ.Y. (Ed.), 2012, Kentsel Çevreye Müdahale ve Büyük Projeler, Dosya, sayı:28.

2. Roberts, M. 1998, “Urban Design and Regeneration”, Introducing Urban Design, Interventions and Responses, (Ed.) C. Greed ve Marion Roberts, Addison Wesley Longman Limited, ss.87-104; Roberts, 1998, “Art in the Urban Realm”, ss.116-129.

3. Bilgin, İhsan (Ed.) 2010, İstanbul 1910-2010, Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültür, sergi kataloğu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

4. Artun, Ali (Ed.) 2011, Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi, Estetik ve Modernizmin Tasfiyesi, İletişim Yayınları, İstanbul.

5. www.radikal.com.tr/ [05.12.2012]

6. Shenzhen ve Hong Kong Bi-City Kentsel / Mimarlık Bienali Direktörü Weiwen Huang

7. Moskova Uluslararası Grafik Tasarım Bienali Direktörü Serge Serov.

8. 2011 Gwangju Tasarım Bienali Yardımcı Sanat Direktörü Brendan McGetrick.

9. Şelale Kadak, Sabah, http://www.arkitera.com [05.12.2012]

10. http://ekonomi.milliyet.com.tr/ [05.12.2012]

11. http://ekonomi.milliyet.com.tr/ [05.12.2012]

12. http://ekonomi.milliyet.com.tr/ [05.12.2012]

13. Hürriyet, 20 Kasım 2012.

14. www.arkitera.com [05.12.2012]

15. http://istanbuldesignbiennial.iksv.org/adhocracy/?lang=tr [05.12.2012]

16. http://istanbuldesignbiennial.iksv.org/musibet/?lang=tr [05.12.2012]



Bu icerik 5663 defa görüntülenmiştir.