368
KASIM-ARALIK 2012
 
MİMARLIK'tan

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNDEM

Anayasa’da Kent ve Çevre Hakları

Ruşen Keleş, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi

“Unutmamak gerekir ki, anayasa da dahil tüm hukuk dizgesi bir üstyapı kurumudur. Bu dizgeyi belirleyen, işleyişinde etkinlik ve verimlilik sağlayan asıl değişken, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmenin düzeyidir. Kentli haklarının, çevrenin, tarih, kültür, sanat ve mimarlık değerleriyle benzerlerinin gereği gibi korunabilmesi, yurttaşın kentlileşmesine, yurttaşlık bilincinin gelişmesine ve aydınlanma ışığının toplumun her katmanına ulaşabilmesine bağlıdır.” “Mülkiyet hakkı, anayasal güvence altında olmakla birlikte, bu hakkın kamu yararı amacıyla yasayla sınırlandırılabileceği ve her halde toplum yararına aykırı olarak kullanılamayacağı Anayasa buyruğudur. Yeni Anayasa hazırlıkları sırasında bu ayrıksı kurallara açıklık getirmekle kalınmamalı, kamulaştırmalarda ödenecek karşılığın vergi değeriyle sınırlı olması ilkesine yeniden canlılık kazandırılmalıdır.”

Günümüzdeki Durum: 1982 Anayasası’nın ülkenin demokratikleşme özlemlerine yanıt vermediği ve bu nedenle yeni bir anayasa hazırlamanın zorunlu olduğu uzun süredir vurgulanmaktadır. Bu gözlem gerçek bir gereksinmeyi yansıtmakla birlikte, yeni bir anayasa ile ulaşılmak istenen amaçların niteliği ve anayasa yapım yönteminin katılımcı bir uzlaşı anlayışından uzakta oluşu, duraksamalar ve tartışmalar yaratmaktadır. Siyasal erkin, yalnız anayasanın bütünü konusunda değil, her konuda ilgililerin katkılarından yararlanmak gibi bir kaygısının olmadığı açıkça görülüyor. Meslek Odalarının statüsü ve yetkileri konusunda almış olduğu tavır, kent, kentleşme, çevre, mimarlık ve korumaya ilişkin konularda yöntem olarak çok yönlü bir bakış açısını yadsıyan bir tavırdır.

Bir askerî müdahalenin ardından ve olağanüstü koşullarda hazırlanarak yürürlüğe sokulmuş olan 1982 Anayasası’nın her satırında, ürünü olduğu olağanüstü durumun açık izleri vardır. Bununla birlikte, bu Anayasa’nın kent, kentleşme, çevre ve kentli hakları konusunda daha önceki anayasalarda bulunmayan kimi yeni kurallar koyduğu da görmezden gelinemez. Çünkü sivil demokratik rejimi sekteye uğratan generaller, 12 Eylül 1980 darbesini zorunlu kılan gelişmelerde, çarpık ve sağlıksız kentleşmenin önemli bir payı olduğu kanısındaydılar.

1. Anayasa’nın güvencesi altında olan yerleşme özgürlüğünün yasayla sınırlandırılabileceği kuralını (madde 23) Anayasa’ya koydurmaları bu yüzdendir. Ülkenin siyasal ve toplumsal gerçekleri karşısında bu ilkenin uygulanabilirliği kuşkuludur. Çünkü sağlıklı ve dengeli bir kentleşme, özgürlüklerden özveride bulunma pahasına gerçekleştirilemez. Hareket noktası, göçü, özendirici yöntemlerle, bölgesel planlamayla yönlendirmek olmalıdır.

2. Çevrenin korunmasına, “çevre hakkına” ilişkin bir kural da, ilk kez 1982 Anayasası’nda yer almıştır (madde 56). Buna göre, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak herkes için bir “hak”tır. Ama aynı zamanda çevreyi korumak, geliştirmek ve kirlenmesini önlemek de, hem devletin, hem de bütün yurttaşların ödevidir.

Doğal ve insan elinden çıkmış çevrenin öğeleri olan kültür ve doğa varlıklarının (madde 63), kıyıların (madde 43), tarım topraklarının (madde 44 ve 45) ve ormanların (madde 169) korunmasına ilişkin Anayasa kurallarının da, çevre hakkını bütünleyen önemli güvenceler olduğu söylenebilir. Ama ne yazık ki, bütün bu konulardaki uygulamalara, son otuz yıl içinde, toplum yararını ön planda tutan bir anlayış yön vermedi. Ne devlet, ne de yurttaş üzerlerine düşeni yapmayı başarabildiler. Bu kayıtsızlık ve savurganlığın en çarpıcı örneği ormanlardır. 1982 Anayasası’nın mimarları, çevre ve kent hakları konularında görünüşteki duyarlılıklarına karşın, ormanlarla ilgili 169. maddeye ekledikleri bir ayrıksı kural ile ormanlık alanların yapılaşma olupbittileriyle tüketilmesine yeşil ışık yaktılar. 1981’den önce orman niteliğini bilim ve fen bakımından tümüyle yitirmiş olan ormanlık alanlarda yapılaşmaya fırsat veren özendirme yolunu 12 Eylül’ün mimarları açtılar. Günümüzde siyasal erki elinde bulunduranların 2B adıyla titizlikle sahip çıktıkları bu kural, ormanların kullanıcı ya da işgalcilerine simgesel karşılıklarla bahşedilmesi anlamını taşımaktadır. Yeni Anayasa hazırlıklarında kapatılması gereken ilk delik budur.

3.1982 Anayasası’nda “konut hakkından” da (madde 57) söz edilmiş olmasına karşın, maddenin içeriğinde hakkın tanımına, özüne ve öznesine ilişkin bir anlatıma rastlanamıyor. Yalnızca, herkesin, çevre koşullarını da dikkate alan bir planlama çerçevesinde, devlete, herkesin konut gereksinmesini karşılayıcı “önlem alması” yükümlülüğünden söz ediliyor ki, bunun uluslararası hukuk belgelerinde yer alan konut hakkı tanımları ile örtüşmeyeceği çok açıktır.

4.Bireysel iyelik (mülkiyet) hakkı (madde 35), anayasal güvence altında olmakla birlikte, bu hakkın kamu yararı amacıyla yasayla sınırlandırılabileceği ve her halde toplum yararına aykırı olarak kullanılamayacağı Anayasa buyruğudur. Yeni Anayasa hazırlıkları sırasında bu ayrıksı kurallara açıklık getirmekle kalınmamalı, kamulaştırmalarda ödenecek karşılığın (madde 46) vergi değeriyle sınırlı olması ilkesine yeniden canlılık kazandırılmalıdır.

5. Kent ve kentli haklarından söz açıldığında, hiç kuşkusuz, Anayasa’nın yerel yönetim ve yerel demokrasi ile ilgili kuralı akla gelir (madde 127). Bu kuralın, özde, çağdaş yerel yönetim anlayışına uygun biçimde düzenlenmiş olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, yerel yönetim birimleri üzerindeki devlet denetim ve gözetiminin çağdaş ölçütlere uydurulmasında, bu arada, seçilmiş organların İçişleri Bakanı tarafından belli durumlarda görevden alınmasına ilişkin kuralın gözden geçirilmesinde zorunluluk vardır. Her halde, yerel yönetimlere görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanmasının güvenceye bağlanması, hem kamu hizmetlerinin görülebilmesi için şart, hem de Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki uluslararası yükümlülüklerimizin bir gereğidir. Mahalleye bir yerel yönetim basamağı konumu kazandırılmasının yanı sıra, nerelerde anakent belediyesi kurulabileceği konusu da nesnel ölçütlere bağlanmalıdır. Daha da önemlisi, bir süredir kimi çevrelerde ısrarla vurgulanmakta ve bölgesel özerklikle de karıştırılmakta olan yerel yönetimlerin özerkliği ilkesinin, siyasal değil, fakat yönetsel anlamda bir özerklik olduğu; bundan farklı bir düzenlemenin devletin tekil niteliği ile bağdaşmayacağı unutulmamalıdır.

Olasılıklar ve İstemler: Kentleşme sorunlarının salt iç dinamiklerle değil, dış dinamiklerle de biçimlendirilmekte olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yeni liberal düzenin olupbittileri karşısında, devletler de artık pek çok alanda, ama özellikle kentleşme, bölgesel gelişme, çevre, kültür, tarih ve mimarlık değerlerinin korunması gibi alanlarda egemen birimler olma şansını giderek yitiriyorlar. Bu koşullarda kent ve çevre haklarının kâğıt üstünde kalması olasılığı da giderek artıyor. Kamu yönetimleri, üretilen mal ve hizmetlerin ederlerini belirleme gücüne bile sahip değiller artık. Kentsel hizmetlerin özel ortaklıklarla gördürülmesi ve hizmet maloluşlarının satış ederlerine olduğu gibi yansıtılması, özellikle dar ve orta gelirli yığınları kentli haklarından yoksun bırakıyor.

Yüzyılımıza damgasını vuran küreselleşme, sermayenin önündeki tüm engellerin her ne pahasına olursa olsun kaldırılmasını zorunlu kılıyor. Kapitalizmin dayandığı değer kalıpları, tüketim toplumunun bireylerini yaşadıkları kent ve çevrenin değerlerine hızla yabancılaştırıyor. Küreselleşmenin olumsuz etkilerinin yanı sıra Türkiye, kendisini, üyesi olduğu kimi uluslararası kuruluşların kentlilik ve çevre hakları konusunda benimsemiş oldukları bağlayıcı tüzel kuralların dışında da tutamaz. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün, Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Konseyi’nin kimi sözleşmelerinde önemli bağlayıcı kurallar var. Özellikle, Avrupa Konseyi’nin Kentli Hakları Şartı (1992, 2008), meslek topluluklarımız yönünden yaşamsal önem taşıyan ilkeleriyle anayasa yapıcılarına yön gösterebilecek değerde bir belgedir.

Ülkemizde yeni anayasa istemlerinin dayandığı nedenler tartışma götürmez. Bununla birlikte, yeni anayasa arayışında, Cumhuriyetimizin dayandığı temel ilkelerin, bir başka anlatımla, devlet düzeninin değiştirilmesi niyetinin de saklı olduğu kuşkusunu taşıyanlar vardır. Özlemi duyulan demokratikleşme çabalarının yanı sıra, laik devlet düzeninde gedikler açma kararlılığının da, bu girişimin itici güçlerinden biri olduğu açıkça görülüyor.

Öte yandan, unutmamak gerekir ki, anayasa da dahil tüm hukuk dizgesi bir üstyapı kurumudur. Bu dizgeyi belirleyen, işleyişinde etkinlik ve verimlilik sağlayan asıl değişken ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmenin düzeyidir. Bu nedenle, yeni bir anayasa hazırlamanın asıl ve gerçek amaçlarından soyutlanarak düşünülemeyeceği unutulmamalıdır. Kentli haklarının, çevrenin, tarih, kültür, sanat ve mimarlık değerleriyle benzerlerinin gereği gibi korunabilmesi, yurttaşın kentlileşmesine, yurttaşlık bilincinin gelişmesine ve aydınlanma ışığının toplumun her katmanına ulaşabilmesine bağlıdır. Bu koşulların sağlanmış olmadığı; tersine, eğitim dizgesinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma amacından saptırılabilmesi için açıkça esnetildiği koşullarda kentlinin haklarına saygıdan söz edilemez.

Kültür ve sanat değerlerini aşağılayabilen merkezî ve yerel yönetimlerdeki yöneticilerin yeniden göreve gelmelerini önlemenin bir sorumlu olduğu bilinci geniş halk yığınlarında yerleşmedikçe, ne Cumhuriyet, ne de kentlinin hakları korunabilir. Böyle bir sorumluluk bilinci gelişmemişse, kentlinin o haklara liyakatinden de söz edilemez kuşkusuz. Bu düşünceyi Einstein şöyle dile getirmiş: “Dünyayı büyük tehlikelerle karşı karşıya getiren şey, insanların kötülük yapmaları değil, kötülük yapanlar karşısında sessiz kalmalarıdır.” Aynı düşünceyi Mustafa Kemal Atatürk ise şöyle özetliyor: “Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine de ortak sayılır”.

Bu icerik 6308 defa görüntülenmiştir.