320
KASIM-ARALIK 2004
 
MİMARLIK'TAN

UIA 2005 İSTANBUL’A DOĞRU

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA Her Daim Gündemde: YARIŞMALAR

  • Şatolar Üzerine
    Gürhan Tümer

    Prof.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü, Yayın Komitesi Üyesi



KÜNYE
YAYIN DEĞERLENDİRME

Modernin Saati

Sibel Bozdoğan

Prof. Dr.

* Yazının ilk yayın yeri: Journal of Society of Architectural Historians, 63:1, Mart 2004 (İngilizce’den Çeviren: Tuğçe Selin Tağmat) Ali Cengizkan’ın 2002’de yayımladığı “Modernin Saati” kitabı, 20. yüzyıl Türkiye mimarlığını yoğun bir arşiv çalışmasının yazılı, görsel ve çizili özgün belgelerini kullanarak aydınlatıyor. Kitabın önsözünde Uğur Tanyeli’nin de belirttiği gibi, mimarlık tarihi/tarihçiliği yapmanın yanısıra, kültür tarihi oluşturan ve “anımsama mekânları” yaratan Cengizkan’ın 18 makalesinden oluşan kitabı üzerine, Sibel Bozdoğan’ın önemli mimarlık tarihi dergilerinden JSAH’da 2004 yılında yayımlanan değerlendirmesini sunuyoruz.

Ali Cengizkan, 2002, Modernin Saati: 20. Yüzyılda Modernleşme ve Demokratikleşme Pratiğinde Mimarlar, Kamusal Mekân ve Konut Mimarlığı, Mimarlar Derneği 1927 ve Boyut Yayın Grubu, Ankara; 263 sayfa

Mimarlık tarihçisi Ali Cengizkan’ın üstün çalışmasının ürünü olan Modernin Saati, en şüpheci okuyucuları bile mimarlıkta geniş, uluslararası bir bakış açısının denenmeğe değer olduğuna ikna edecektir. Kitabın sadece Türkçe basımının bulunması erişilebilirliğini kısıtlıyor olsa bile, sergilediği tarihsel ve metodolojik kapsamlılık, daha geniş bir kitlenin ilgisini hak ediyor. Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki “diğer modernite” tarihleri üzerinde akademik ilginin hızla yoğunlaştığı bir dönemde, 20. yüzyıl Türkiye modernitesinin kentsel ve mimari alanları, aktörleri ve mücadeleleri üzerine yazılmış bu düşünceli ve özgün makaleler, yerel konulara ilişkin ilginç ve hakim bir bakış açısı ortaya koyuyor. Bir yandan tarihsel ayrıntılara yeni bir düzey getirirken, diğer yandan yeni bilginin zenginliğini de sunuyor – böylesi bir içeriden bakış açısını Batılı akademik çevrelerde yapılan genel veya özetleyici çalışmalarda her zaman göremiyoruz. Özenli bir temel araştırma ile (ki bu yetersiz kalan Türk arşivlerinde çok büyük çabalar gerektirir) modernite, kamusal alan ve toplumsal bellek üzerine üretilmiş güncel İngilizce kuramsal yazınına dair bir kavrayışı biraraya getiren makaleler, temel olarak, yazarın deyişiyle “Türk modernleşmesinin aynası” olan Ankara’nın kentsel tarihi üzerine yoğunlaşıyor.(1)

Çoğu Türk mimarlık dergilerinden yeniden basım (bu) on sekiz makalenin izlediği temel fikir, farklı toplumların farklı zamanlarda ve yerlerde deneyimlediği “modernite”nin derin bir tarihsel ve felsefi sorun olarak ele alınışıdır. Modernite, sürekli bir değişim içinde olan geniş kapsamlı bir tarihsel etkidir ve bu etki tüm kültürlerin sosyal, kentsel ve mimari dokusunu, ne modernleştirme ve sömürgecilik peşinde olanlar ne de sosyal planlamacılar tarafından öngörülemeyen bir şekilde dönüştürmüştür. Modernite (deneyim), modernleşme (sosyo-ekonomik süreç) ve modernizm (artistik ve kültürel ifadeler) arasındaki çok önemli olan fakat çoğunlukla başarısızca kurulan ayrımı bir çıkış noktası olarak alan yazar, Türkiye’de modernin bu boyutları arasında görülen zaman farklarına işaret ediyor. Yazar, “modernin saati” ile “modernleşme” ve “modernizm”in saatleri arasında bir eşzamanlılık bulunmadığını ifade ediyor ve bunu ayrı zamanlarda çalan saatlere benzetiyor. Yazar, “saat” kelimesini kitabın başlığı, kapak tasarımı ve ana temasında, kelimenin her iki anlamına da gönderme yapan “uyarıcı” bir metafor olarak kullanıyor – zamanı gösteren bir araç olarak saat ve zaman birimi olarak saat…

Marshall Berman’ın artık bir klasik haline gelen, modernitenin aynı zamanda hem özgürleştirici hem de yabancılaştırıcı bir doğaya sahip olduğu söyleminden ve Hilde Heynen’in aynı fikri geliştirerek modernitenin “programatik” ve “geçici” kavramları arasında yaptığı ayrımdan(2) hareketle Cengizkan, Türkiye modernitesi üzerine yapılan tartışmaların oldukça baskın bir şekilde programatik kavram içinde sınırlı kaldığını (Kemalist program veya modernite projesi) ve bu nedenle geçici doğası üzerine bir tür toplumsal bellek kaybı yaşandığını savunuyor – yani Türkiye’de 1950’lerde yaşandığı üzere, radikal ve yıkıcı bir programla gelen modernite, kaçınılmaz olarak kendi kendini de tüketiyor. Makaleler bir bütün olarak, yeni olanın yıkıcılığının hüküm sürdüğü böylesi bir toplumda, yok olan modernite katmanlarının izini sürmek ve böylece toplumsal belleği sürdürmek için itici bir kuvvet oluşturuyor.

İlk makale, 1880’lerden 1930’lara kadar çeşitli Türk şehirlerinde saat kulelerinin artarak ortaya çıkışından hareketle, bu kulelerin laik ve demokratik kamusal alan üretimindeki rolünü ele alıyor. Doğrudan referans vermese de Benedict Anderson’un modern ulusalcılık üzerine klasik tartışmasına göndermeler yapan Cengizkan, saat kulelerinin 19. yüzyıl Avrupası’nda gazetelerin gördüğü işleve benzer şekilde, paylaşılan bir zaman ve sosyal düzen düşüncesi yarattığından sözediyor. Bu konuda özellikle makalenin sonundaki küçük katalogun aydınlatıcı olduğu söylenebilir. Cengizkan’ın çalışmasında saat kuleleri, ithal edilmiş bir Batılılaşma modasından daha çok, Osmanlı/Türk modernleşmesinin parçası olan bir iletişim teknolojisi olarak kendini gösteriyor (Bu açıdan 1930’lardaki radyo veya 1970’lerdeki televizyonla karşılaştırılabilir).

Daha sonraki beş makale, 1930’larda Ankara’nın modern bir başkente dönüşümüne katkıda bulunan Avrupalı mimarlar ve plancılar üzerine yoğunlaşıyor. Bruno Taut için küçük bir anma yazısı niteliğindeki ilk yazı, Taut’un Türk-Alman Dostluk Evi Yarışması için İstanbul’a yapacağı ziyaret için ismi bilinmeyen bir Türk yetkiliye yazdığı mektubun yakın okumasından oluşuyor. (Türk Tarih Kurumu’nu arşivlerinde bulunan mektubun tam metni de kitapta bulunuyor.) Bu belge, Taut’un İstanbul’un kentsel ve mimari özelliklerine karşı iyi bilinen hassasiyetine daha fazla ışık tutuyor ve Cengizkan’ın gözlemlediği üzere, birkaç yıl sonra Berlin’de yayımlanmış olan Dışavurumcu fikirlerinin (Stadtkrone ve ex oriente lux gibi) tohumlarını içeriyor. Ankara’nın Alman plancı Carl Christoph Lörcher tarafından hazırlanan 1924-25 planı üzerine olan ikinci makale, çoğunlukla belleklerden silinmiş olan bu kentsel planın önemini ve süreklilik gösteren izlerini anlamaya çalışan uzun soluklu ve özenli bir şekilde belgelenmiş bir tarih çalışması niteliğinde. Cengizkan, Ankara Kalesi ile Yeni Parlamento arasındaki (Lörcher’in Strasse der Nation olarak adlandırdığı) ana aks üzerine yaptığı ayrıntılı analizde, Hermann Jansen tarafından hazırlanan 1932 tarihli planın modern Ankara’nın inşasında kullanılan ilk yönlendirici plan olduğu varsayımına karşı duruyor. 1920’lerde Osmanlı canlandırmacılığı üzerine kurulu Ulusal Üslup’un ele alındığı üçüncü makalede, bu üslubun canlanış ve yok oluşunun biçim ve üslup üzerinden açıklanışına karşı duran bir eleştiri getiriliyor ve bunun yerine süreç içinde rol alan aktörlerin, söylemlerin, kurumların ve tarihi olayların dikkatli bir incelemesi sunuluyor. Dördüncü makalede Cengizkan, 1920’lerin sonlarıyla 1930’ların başlarında Ankara’da Sağlık Bakanlığı için çalışan Avusturyalı mimar Robert Oerley’in günışığına çıkarılmamış öyküsünü sunuyor. Kızıl Viyana ile ilginç tarihi bağlantılara da işaret eden yazar, Oerley’in yapılarını Türkiye’nin cumhuriyet sürecinde tercihini Avusturyalılardan yana koyduğu bir siyasi bağlamda tartışıyor: Bu tercih, dağılmış olan iki imparatorluk, yani Osmanlı ve Habsburg (hanedanlarının) ortak deneyiminden kaynaklanmaktaydı. Yeni bilgi zenginliğini kullanarak Cengizkan, laboratuarların, hastanelerin, sağlık ve hijyenle ilgili diğer yapı programlarının, içerdikleri ferah, iyi ışıklandırılmış ve iyi donatılmış mekânlarla yeni rejim için bir modernite vitrini olarak görev yaptıklarını ve cumhuriyet devriminin ardından “yeninin radikal bir biçimde tekrar kuruluşu”nu veya Türkiye tarihindeki “kırılma”yı temsil ettiklerini söylüyor (91). Bu grup içindeki son makale, yine bir Avusturyalı mimar olan Clemens Holzmeister’in(3) yaptığı Ankara “Vekaletler Mahallesi”nin ve 1938 tarihli tasarım yarışmasından 1961 yılındaki açılışa kadar Yeni Parlamento binalarının uzun ve yorucu tarihinin izini sürüyor. Yine özenli bir arşiv çalışmasının yansıması olarak tartışma, çeşitli aktörlerin kişisel özellikleri ve mücadelelerinin yanısıra, önceliklerdeki değişimler, inşaat giderleri ve dış siyasi olaylara bağlı olarak süreçte görülen kesintileri aydınlatıyor.

Cengizkan, en özgün katkılarından birini, o zamanlar mühendislik okulunda (şu anda Yıldız Teknik Üniversitesi) eğitim vermekte olan Fransız Georges Debés tarafından 1931-34’te İstanbul’da inşa edilen bir modern okul yapısının karanlıkta kalmış tarihi üzerine yaptığı etkileyici araştırmayı sunduğu “İstanbul Fındıklı 13. İlkokul” bölümünde yapıyor. Cengizkan başlangıçta yapıyı (1930’da İstanbul’da bir içki fabrikası tasarladığı bilinen) Rob Mallet-Stevens’a mal etme içgüdüsüyle, yazının kalan kısmıyla bağıntısız bir biçimde, bu mimarın çalışmaları, fikirleri ve iki dünya savaşı arasındaki modernizme katkılarını özetlemeye ayırıyor; bu ilk kısmı sonra bir kenara bırakıyor. Belleklerden silinmiş olan (fakat hâlâ varlığını sürdüren) bu yapının hacimsel kompozisyonu, yapı sistemi detayları ve vaziyet planının ayrıntılı analizi sonucunda ise yapı, modern hareket ilkeleri –özellikle “kutunun parçalanması” (Mallet-Stevens) ve “beş ilke” (Le Corbusier)- üzerine temsili bir örnek haline geliyor ve aynı zamanda, içinde bulunduğu çevre ve Boğaziçi manzarasıyla, modernizmin yerel bağlama cevap verme kapasitesini de gösteriyor.

1950 sonrası Ankarası üzerinde duran bir dizi makale ve röportaj, Türk mimarlık kültürünün 1950 sonrasındaki uluslararasılaşma sürecine tanıklık eden düşük yoğunluklu kooperatif konut deneyiminden (Kavacık Subay Evleri) Ankara’da bulunan özel bir apartman bloğuna (Cinnah 19), şehrin kentsel tarihinin az bilinen diğer bölümlerine ışık tutuyor. 1958-60 yıllarında (aralarında yapının mimarı Nejat Ersin’in de bulunduğu) bir grup kentli ve profesyonel aileler için kooperatif konutu olarak yapılan Cinnah 19, pilotiler üzerinde yükselen geniş bir dikdörtgen döşeme plağından oluşur. Döşeme plağı, on iki dubleks apartman dairesi oluşturacak şekilde ızgara düzeninde bölünmüştür ve çatıda bir yüzme havuzu ile apartman sakinlerine açık alanlar içerir. Cinnah 19’u konu alan makalenin ardından mimarla yapılan röportajda, Le Corbusier’nin Marsilya’daki Unité d’Habitation bloğunun (1957-52), ayrıca Lucio Costa, Oscar Niemeyer ve Edward Durrell Stone’un görünür etkisi doğrulanmaktadır. Cengizkan, yapıya baskın uluslararası eğilimlerin basit bir ‘taklidi’ olarak bakmaktansa, onu, ikna edici bir biçimde, “içselleştirilmiş bir modernizm”in ürünü olarak ele alıyor (177) – iyi mimarlığın nasıl “ütopikten gerçeğe” hareket ettiğini gösteren, risk alan, bir yandan statükoyla uzlaşan, diğer yandan ona meydan okuyan ve yeni tartışmalar açan bir ürün olarak (179). Bunu izleyen, Ankara’nın 1957 master planı üzerine hazırlanmış ve plancı Nihat Yücel ile bir röportaj içeren bölüm, 20. yüzyılda şehir planlamasındaki bütün temel sorunlara, özellikle de politik gücün kentsel gelişimi spekülatif ve gelir amaçlı çıkarlar üzerinden yönlendirmesine değiniyor. Bu tartışma boyunca Cengizkan’ın hareket noktası olarak ele aldığı temel fikir, gerçekleştirilmemiş veya kısmi olarak uygulamaya konmuş olsa bile, başarılı planların kentin fiziksel yapısında ve kent üzerinde etkili olan başlıca aktörlerin planlama deneyiminde derin izler bıraktığıdır –bu aynı zamanda özenle korunması gereken bir tür kolektif bilgidir.

Çeşitli konuları ele alan diğer makaleler, ortak olarak, yeniyle karşılaşmanın radikal bir dönüşüm bağlamında gerçekleştirildiği Türkiye modernitesi deneyiminin aynı zamanda oldukça derin bir kayboluş ve yabancılaşma süreci getirdiği fikrini güçlendiriyor. Yazarın, Ankara bağevlerinin kaderine ilişkin daha önce yayımlanmamış bir makalesi, kapitalist düzen öncesi insan ve doğa arasındaki bağıntıya/bağımlılığa methiye niteliği taşıyor. Cengizkan, resimli bir mini katalog olarak belgelediği bu geleneksel konutları, mevsimsel yaşam düzenleri ve üretim-tüketim döngülerinin konutların mekânsal düzenlemesine yansıdığı dönemlerin maddi bir kanıtı olarak sunuyor. Benzer şekilde, “Bir Yabancılaşma Nesnesi Olarak Banyo” Türk kültüründe banyoların tasarım ve kullanım gelişimlerinin izini sürüyor ve 1950’lerde tüketim nesneleri haline gelmelerinin ardından –standartlaşmış apartmanların standartlaşmış “ıslak mekân”ları olarak- geleneksel işlevsel ve sosyal mantıklarını kaybettiklerini savunuyor. Cengizkan’ın eleştirel gözlemlerine çok az kişi karşı çıkacaktır, fakat onun özellikle, “avludaki çamaşır kaynatma kazanları” ve “banyo penceresi önünde çıplak egzersiz” (152) geleneklerinin kayboluşu konusundaki üzüntüsünü dile getirmesi ve yüksek tavanlı, balkonu olan, daha ferah ve doğal ışıklandırmalı banyolara ilişkin çağrısı, okuyucunun aklına, yabancılaşma üzerine yaptığı ayrıcalıklı vurgu ile modernitenin çelişik yapısı üzerine kurduğu dayanak noktası arasında bir çelişki olup olmadığı sorusunu getiriyor. Cengizkan’ın kitap boyunca üzerinde durduğu asıl amaç geleneğe dönmek değil; daha iyi ve kapsamlı bir modernite tanımı yapmak için değişimin izlerini korumak olsa bile, bu amaç, kapitalizm ve tüketim kültürünün modern Türkiye toplumuna nüfuz etmesine karşı şiirsel bir dille ifade edilen feryatların içinde kayboluyor. Aynı açıklama, Amerika Birleşik Devletleri Haber Alma Servisi’nin 1953 yılında Türkiye’de gösterdiği Modern Göçmenler (Modern Migrants) adlı propaganda filmini yorumlayan kısa deneme için de yapılabilir.(4) Filmin yakından analizi, teknolojinin fetişleştirilmesi ve popülerleştirilmesinin eleştirisi ile göç ve doğa kontrolü gibi sorunlara karşı yerelden çok evrensel olarak geliştirilen çözümlerin yabancılaşmaya neden olan etkilerini sergiliyor. Daha ayrıntılı olan bir başka makale ise, 1950’li yıllarda, sanayileşmiş ve standartlaşmış yapı malzemelerinin ve cephe elemanlarının birtakım sabit apartman tipolojilerine uygulanması üzerine kurulu yeni bir mimari dekorasyon kavramına işaret ediyor. Frederick Gibberd’in 1952 tarihli “Modern Mimarlıkta Dışavurum”(5) makalesine referans vererek konuyu Türkiye’deki konut blokları üzerinden örnekleyen Cengizkan’a göre, konut bir kez belirli yaşam tarzları ve kişiliklerin bireysel dışavurumu olmaktan çıkarak standartlaşmış ürün haline geldiğinde, artık mimari buluş yalnızca cephe düzenlemeleri, boşluklu bölmeler ve balkon tasarımı gibi modern dekorasyon dilinde yapılacak küçük değişikliklerle sınırlı kalır.

İhmale, kayboluşa, yıkıma veya diğer bir deyişle mimari sanat eserlerinin, kentsel parçaların, yazınsal ürünlerin ve yeşil alanların umarsızca unutulmalarına değinen son iki makale, Türkiye’nin kolektif geçmişine dair duyarsızlık hakkında, politikacıları, bürokratları, akademisyenleri ve genel toplumu da kapsayan güçlü bir itham niteliğinde. Bu, aynı zamanda yazarın, değişim içindeki izlerin korunmasının kentlere tarihsellik, kendilerine özgülük ve çok yönlülük getirdiği ve bu değerlerin gelecek nesillere aktarılmasının ivedi bir görev olduğu yönündeki ana mesajının da altını çiziyor. Her bir makaleyi destekleyen sağlam bir akademik arka plana ve aynı zamanda yayımları bulunan bir şair olan yazar tarafından oldukça iyi yazılmış metne sahip olan kitabın kendisi de bu yönde çok önemli bir adım oluşturuyor. Kapsamlı görsel malzemesi ve ayrıntılı dipnotlarıyla Türkiye’de modern mimarlığa ilişkin –ve tabii ki başka yerlerdeki modernizmlere ilişkin çalışmalara da örnek oluşturarak- çok büyük bir katkı sağlıyor. Metodolojik olarak kitap, içerdiği özenli arşiv çalışması ve röportajların tarihsel bir belgeleme unsuru olarak kullanımıyla akademik çalışmalar için standartları yükseltiyor. Kuramsal açıdan, özellikle de tartışmalarda resmi, yukarıdan aşağıya yapılan anlatımların ötesine geçerek gündelik hayatın daha az görünen yüzünü daha az bilinen aktörler aracılığıyla –bir tür aşağıdan yukarıya bakışla- ele almasıyla, Türkiye modernitesi çalışmalarına yeni ve daha karmaşık bir nitelik getiriyor. Hepsinin ötesinde bu kitap, Türkiye örneği üzerinden, genel kapsamlı modernite çalışmalarındaki birbirine geçmiş iki duyguyu yakalıyor: “Keşif sevinci” ve “derin bir kayboluş ve melankoli duygusu” (9). Uluslararası okuyucuların da yararlanabilmesi açısından Modernin Saati’nin en yakın zamanda İngilizce olarak basılmasını dileyelim.

1. Ankara, yazarın akademik çalışmalarının başlıca odağıdır. Yazarın, Carl Christoph Lörcher’in 1924-25 Ankara kent planı üzerine kitabı basım aşamasındadır. (“Ankara’nın İlk Planı: 1924-25 Lörcher Planı / Kentsel Mekân Özellikleri, 1932 Jansen Planı’na ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları” başlıklı kitap, Haziran 2004 içinde satışa sunulmuştur.)

2. Berman, Marshall, 1982, All That is Solid Melts into Air, New York; Heynen, Hilde, 1999, Architecture and Modernity: A Critique, Cambridge, Mass.

3. Clemens Holzmeister’in yaşamı ve çalışmaları üzerine bir sergi ve sempozyum yakın bir tarihte Ankara ve İstanbul’da Türkiye ve Avusturya hükümetlerinin desteğiyle gerçekleşti. Sempozyum bildirileri basım aşamasındadır. Gösteriye ilişkin bir eleştiri yazısı için, bkz. JSAH, December 2003, no: 62, pp.512-13.

4. Bu propaganda filmleri, soğuk savaş süresince Amerika’nın dünya çevresindeki ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarının akademik rasyonalizmi üzerine kurulu, sözde modernleşme kuramının uzantılarıydı. Bu kuram, modernite ve gelenek arasındaki basit ikilikten yola çıkarak, ilkini şüphesiz bir lütuf, ikincisini ise onun gerçekleşmesi için bir engel olarak sunuyordu. Türkiye evrensel kapsamda tanımlanmış modernleşme sürecinin en başarılı modellerinden biri olarak müjdeleniyordu, özellikle bkz. Lerner, Daniel, 1962, The Passing of Traditional Society: Modernizing the Middle East, New York. Modernleşme kuramının oldukça kapsamlı ve tatmin edici bir şekilde eleştirilmesine ve bugün artık tüm kurumsal ve entelektüel dayanak noktalarının evrensel olarak parçalara ayrılmasına rağmen yine de 2. Dünya Savaşı’nın yan etkilerini gösterdiği süreç içinde sömürgecilik sonrası dünyada ulusların oluşması için yarattığı yapıcı enerji ve iyimserlik için bir miktar nostalji olduğunu da söyleyebiliriz.

5. Gibberd, Frederick, 1952, “Expression in Modern Architecture”, Architects’ Journal, no: 115, 24 January 1952, pp.118-24.

Bu icerik 6896 defa görüntülenmiştir.