358
MART-NİSAN 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR

  • Bir Fotoğraf
    Gürhan Tümer, Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü



KÜNYE
MİMARLIK Gündem

Kamu Alanlarında Heykel ve İfade Özgürlüğü

Jale Nejdet Erzen, Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

Birçok karmaşık yanıtı olduğu için yanıtlaması zor olan şu soru ile başlamak istiyorum: Ülkemizde sanatsal kaygısı olmayan, çoğu sıradan işler neden kabul buluyor da, sanatsal içerikli heykeller genellikle saldırıya uğruyor ve yok ediliyor?

Demokratik olsun olmasın, günümüzde bütün toplumlar çoğul kültürel nitelikler içermekte. Gerek bu nedenle, gerekse 19. yüzyıldan bu yana endüstrileşmenin ve teknolojinin getirdiği yeni biçim olanakları ve giderek doğadan bağımsızlaşma, “güzel” ve “beğeni” konusunda artık genel geçer ölçütler olamayacağını ortaya koymuştur. Hatta bu gelişmeler yalnızca farklı güzellik ve beğeni anlayışlarının değil, farklı ahlak ve etik anlayışlarının da olduğunu belli etmiştir. Artık hiçbir düşünce kendi gerçeklik ve doğruluk kanaatinin tek doğru olduğunu ve kimse gerçeği anlamada yalnızca kendisinin selahiyetli olduğunu iddia etmemeli. Bu tür normatif iddialar, yayılmacı ve hiyerarşik politikaların ifadesidir. Joseph Margolis, ulaşabileceğimiz en yakın evrenselliğin ancak “iki dillilik” olabileceğini ileri sürüyor. (1) Yani hiçbir zaman, hiçbir değer ve doğru, evrensel olabileceğini, bütün insanlığın değerlerini kapsayabileceğini iddia edemez. Bilimsel doğrular bile zaman içinde değişebilirken, beğeni konularında mutlak iddiası imkânsızdır. Öyle olunca, güzellik konusunda herkesin anlaşabileceği ölçütler bulunamıyorsa, bunları bize devleti idare edenler mi öğretecek?

Sanata ve bilime değer veren bir toplum, öncelikle kendi sanatçı ve bilim adamlarına değer verir ve itimad eder. Kendi sanat ve bilim adamlarının işlerini ve görüşlerini baştacı eder ve bunları gelip geçen idarecilerin eleştirisine ve baskısına tabi tutmaz. Medeni ve gelişmiş toplumlarda, bilim ve sanat konularında idareciler değil, bu konudaki uzmanların görüşleri alınır, bunlar sergilenir ve toplumun malı olur. Gelişmemiş ülkelerde ise idareciler her konuda kendi görüşlerini zorlarlar; zira farklı görüşler onların egemenliklerine tehdit oluşturur. Bu ülkelerde sanatçıların birçoğunun yaşamlarını hapislerde geçirdiği de gözönünde bir gerçektir.

20. yüzyıl başından bu yana toplumlar ve bireyler giderek kendi düşünce ve değerlerini ifade etme özgürlüğünü talep ederek birçok gelişmiş ülkede demokratik haklar kazandılar. Bugün ise din ve sosyal anlayışları ne olursa olsun, insanlar artık gücü temsil edenlerin düşünce ve değerleriyle yaşamak istemiyor. Demokrasiye ve çeşitliliğe değer veren ülkelerin başında gelen Kanada’da, kamu alanlarında özellikle azınlıkların ve buraya göç etmiş farklı ırklardan insanların yaptıkları heykeller dikiliyor, onların müzikleri ortak alanlarda dinletiliyor ki, bu kişiler topluma daha kolay entegre olsunlar ve halk bunları daha yakından tanısın. (2) ABD’de ise kamu alanına dikilen bir heykel, ancak halkın çoğunluğunun makul talebi ile kaldırılabilir. (3)

Kendini demokratik olarak ilan eden bir rejim farklılıklara açık olduğunu söylemektedir. Güzellik ve çirkinlik gibi beğeniyle ilgili değerler ise, her türlü ifadede ve her türlü insan davranış ve ürününde varolan fiziksel nitelikler. Bunların çoğu ister istemez kamu alanlarında karşımıza çıkar. Giysiler, yürüyüş, sosyal davranışlar, dil kullanımı, trafik ve en başta kentin temizliği ve bakımı, her zaman ya güzel, hoş ya da çirkin ve rahatsız edicidir. Milleti temsil eden devlet erkânı ya da kamu alanlarından sorumlu idareler, kentlere ve kendi davranışlarına da bu açıdan bakmalıdırlar. Bu tür ifadelerin önemi yanında heykeller ancak bir odak noktası, bir simge ve bir anımsatma unsuru olarak dikkatimizi çeker. Yani devleti temsil eden kişilerin ifadeleri yanında heykeller daha az bile göze çarpar. Ülkemizde heykel niteliğine erişememiş, ama kabul gören ideolojileri temsil ettiği için herkesin gözüne sokulan ne ‘ucube’ler biliyoruz. Örneğin her köşesi hazin anılarla dolu olan Çanakkale’deki birçok heykel acaba yerine yakışıyor mu? Ya da Ankara’da Keçiören’de iyi niyetle olsa da cahilce yapılmış ve sanatsal niteliği olmayan anıtlar ağlatacak, acındıracak kadar zavallı ve çirkin değiller mi? Bazı Atatürk heykelleri de dahil, bu örnekleri çoğaltmaya lüzum yok. Öte yandan, çağdaş sanat ve özellikle de heykel alanında ilgisiz ve cahil olan bu toplumda, sanat ve heykel konusunda uzman olan kişiler de var. Acaba bunlara danışmak idarecilerimizi, devlet adamlarını küçük mü düşürür?

Bu tür konuların ülkemizde hiçbir çözüm görmemiş olmasının ve genellikle kamu alanlarına uygulanan heykellerin sanatsal nitelikler içerdikleri vakit saldırıya uğramalarının başlıca nedeni, toplumumuzun kamu alanları ve kentlilikle ilgili kültür ve birikiminin çok eksik ve çok yeni olması. Cumhuriyet dönemine kadar yalnızca kendi mahrem ve özel mekânından sorumlu olan ve baskı altında yaşayan bir toplum demokratik anlamda kendi ulusal ve kamu mekânlarından sorumlu olmayı öğrenecek bir eğitimden geçmemiştir. Bu nedenle sokaklar ve zaten genellikle mevcut olmayan, olduğu vakit belediye idarelerinin özel mülkiyeti gibi bakılan meydanlar halkın sorumlu olduğunu hissettiği ve halkın iradesindeki alanlar haline gelememiştir. Ayrıca, ülkemizdeki görsel kültür eksikliğinden dolayı bu alanlar yalnızca güç sahiplerinin ve ticari amaç güdenlerin istedikleri gibi davrandıkları yerler olarak kalmaktadır. (4) Bu durumda, yani toplum gerçek demokratik bir anlayışa erişmedikçe ve görsel kültürü gelişmedikçe, bu tür kamu alanlarına yakıştırılacak heykel ve anıtların ne şekilde seçilmesi gerektiği konusunda saptanan hiçbir kural ve kanun, kentlerde özgün ve estetik eserlerin sergilenmesinde ve sergilenen sanat eserlerinin korunmasında yeterli olmayacaktır.

NOTLAR

  1. Joseph Margolis, 2006, 11 Eylül Sonrası Ahlak Felsefesi, Elis Yayınları, Ankara.
  2. Elizabeth Cinello, 2007, “Mahalli Sanat Girişimleri: Kuramsal İlkeler ve Uygulamalar”, Sanat ve Bilim / Sanat ve Sosyal Adanmışlık, (ed.) Jale N. Erzen, Pelin Yoncacı, SANART ve Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.47-55.
  3. Anna C. Chave, 1992, “Minimalism and the Rhetoric of Power”, Art in Modern Culture, (ed.) Francis Frascina, Jonathan Harris, Phaidon Press, Londra, ss.264-281. Bu metinde yazar, Richard Serra'nın New York'ta bir meydana dikilen soyut heykelinin, çevrede çalışan memurların yıllardır orada güneşlenerek yedikleri öğle yemeklerini artık yiyemedikleri için şikayetleri sonucu kaldırıldığını anlatmaktadır.
  4. Uğur Tanyeli, Türkiye’de görsel geri kalmışlığın nedenlerini 16. yüzyıldan bugüne birçok farklı alandan örneklerle izliyor, bkz. Uğur Tanyeli, 2009, Türkiye’nin Görsellik Tarihine Giriş, Akın Nalça Kitapları, İstanbul.

Bu icerik 4448 defa görüntülenmiştir.