354
TEMMUZ-AĞUSTOS 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR

  • Pisa Kulesi
    Gürhan Tümer, Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü



KÜNYE
KORUMA-YENİLEME

KAUNOS ARKEOLOJİK PARKI: İlkeler ve Uygulamalar (2004-2009)

Yasemen Say Özer, Nevzat Oğuz Özer

1966 yılından beri Kaunos antik kentinde aralıksız sürdürülen arkeolojik kazı çalışmaları, 2004’ten itibaren kentin “arkeolojik park” olarak düzenlenmesi üzerine yoğunlaştı. Kaunos Arkeolojik Park çalışmaları, kentin topografyası, mimari dokusu ve doğal verilerinin bir bütün olarak değerlendirilmesiyle yapılıyor. Kente yeni yapılması, eklenmesi öngörülen tüm unsurlar, yönlendirme tabelasından, müzeye kadar üzerinde tartışılarak tasarlanıyor. Bir antik kentin sadece bilimsel bir çalışmanın konusu olmadığı; gerek topluma kenti algılayabilecekleri biçimde anlatımının mimari araçlarının oluşturulması, gerekse ileride anlayışlar / gereksinimler / teknolojiler değişirse, geri dönüşümü olabilecek bir müdahalede bulunulması öngörüsüyle hareket ediyorlar.

Türkiye’nin önemli ören yerlerinden biri olan Kaunos antik kenti, güneybatı Anadolu’da, Akdeniz ile Ege denizinin birbiriyle kesiştiği bir bölgede yer alır. Biraz daha detaylı tanımla, Köyceğiz Gölü’nü Akdeniz’e bağlayan Dalyan çayının batı kıyısında, Dalyan kasabasının karşısındadır. Dalyan yerleşmesinin hemen karşısında bulunan 2.400 yıllık kaya mezarları ise dünyada ve ülkemizde neredeyse Kaunos antik kentinden daha fazla tanınmaktadır. Yakın çevresindeki sazlık, bataklık, tatlı ve tuzlu suların birarada olması, makilik ve orman dokusunun varlığı, bölgeyi hem biyolojik çeşitlilik, hem de endemik türler (1) açısından zengin kılmaktadır. Bu doğal çeşitlilik ve zenginlik, çevredeki nüfusun mevsimsel olarak artarak oluşturduğu talep sonucu yapılaşmaya (2) olan isteğin baskıları yüzünden günümüzde sürekli tehlike içindedir.

Herodot’tan (3) ve daha sonra çevredeki başka antik kentlerdeki kazı çalışmalarından edinilen bulgulara göre, MÖ 4. yüzyıldan sonra Kaunos adına kültür, din ve sanat alanında sıklıkla rastlanmaktadır. Doğu Akdeniz ve Ege Denizi arasındaki stratejik konumdan ötürü, önemli bir liman kenti olarak kurulan Kaunos, zamanında kentin kontrolünü elinde tutmak isteyen güçlerin birbirleriyle kıyasıya savaştıkları bir kent olarak varlığını 15. yüzyıla kadar sürdürmüştür. Liman kenti Kaunos’taki yaşam, sahil şeridinin değişerek, kıyılarının karalaşması sonucunda yaşayanların kenti terk etmesiyle sona erer.

Kenti daha iyi anlayabilmek için, öncelikle kentin üzerinde kurulduğu etkileyici topografyası hakkında genel bilgi vermek doğru olacaktır.

Kaunos, Akropol ve Küçük Akropol’ün oluşturduğu yükseltiler arasında bulunan çanak içine yerleşmiş bir liman kentidir. Liman güneye konumlanmıştır. Kentin yüksekliği ve biçimiyle en önemli topografik değerlerinden biri olan Akropol 152 metre, onun güneybatısındaki Küçük Akropol ise 50 metre yüksekliğindedir. Kentteki doğal düzlükler, sadece liman çevresi boyunca uzanan oldukça dar bir alandadır. Kentin fiziksel gelişimi zaman içinde yamaçların teraslanarak yapay düzlükler oluşturması ve yapıların bu düzlüklere inşa edilmesiyle sürdürülmüştür. Kaunos, bugün de izlenebildiği üzere liman kıyısındaki düzlük alandan itibaren teraslar üzerinde yapılaşmış bir şehircilik anlayışının hakim olduğu bir yerleşmedir. (Resim 1)

Arkeolojik kazılarına Prof. Dr. Baki Öğün tarafından 1966 yılında başlanan Kaunos, ilk kez İngiliz amiral R. Hoskyn tarafından 1840 yılında keşfedilmiştir. Daha sonraki yıllarda yapılan yüzey araştırmalarından ve G. E. Bean tarafından elde edilen kapsamlı bilgilerden kentin önemi anlaşılmıştır. Günümüzde arkeolojik kazı ve diğer araştırma çalışmaları, Prof. Dr. Cengiz Işık başkanlığındaki ekip (4) tarafından sürdürülmektedir. Son yıllarda kazı çalışmaları yanında restorasyon ve konservasyon çalışmalarına da ağırlık verilmektedir.

Kentin yakın çevresiyle birlikte bir “arkeolojik park” olarak değerlendirilmesi düşüncesi 2004 yılında (5) gündeme gelmiştir. Kaunos Arkeolojik Parkı’nın sınırlarını öncelikle surların belirlediği alan oluşturmakla birlikte, kentin hemen yakın çevresinde yer alan İztuzu Sahili’ndeki Tuz Tavaları ve Köyceğiz Gölü kıyısında bulunan Sultaniye Kaplıcaları da arkeolojik park çalışmaları kapsamında değerlendirilmektedir.

Arkeolojik park kapsamındaki çalışmanın ana temasını kentin topografyası, mimari dokusu ve doğal verilerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi ilkesi oluşturmaktadır. Kentte yeni yapılması, eklenmesi öngörülen tüm unsurlar, yönlendirme tabelasından müzeye kadar bu kapsam doğrultusunda üzerinde tartışılarak tasarlanmaktadır. Kentte uygulanan restorasyon ve konservasyon çalışmalarının da bu bakış açısıyla geliştirilen ana ilkeler doğrultusunda uygulanmasına özen gösterilmektedir. Kaunos Arkeolojik Parkı’nda, Kaunos’u gezen ziyaretçilere gezme dolaşma kolaylığıyla birlikte antik kent hakkında bilgi aktarımı sağlanırken, bunu Kaunos’un mevcut değerleri üzerinden, yani sokakları, caddeleri, merdivenleri, kapıları, pencereleri üzerinden yapmak, böylece Kaunos’u inşa eden insanların binlerce yıl önce yaşadığı duyguları, deneyimleri ziyaretçiye olabildiğince yansıtmak amaçlanmaktadır. Parkta yeni yapılan uygulamalarla, adeta uzvu olmayan insana yapay bir uzuv (protez) takmak, böylece bu ölü organizmayı belli ölçüde yeniden hayata döndürmek hedeflenmektedir. (Resim 2) Kısacası “Kaunos ölü organizması”nda organları yeniden inşa etmek ve böylece bugünkü yaşamla olabildiğince bütünleştirilmeye çalışılmaktadır. (Resim 3)

 

Bu “protezleri” inşa ederken gözettiğimiz öncelikli ilkeler şunlardır:

1. Temel Amacına Uygunluk: Eskiyi hem biçimsel, hem yapısal, hem de malzeme olarak hiçbir zaman taklit ederek, birebir tekrar etme gayretinde değiliz. İnşa ettiğimiz uygulamanın ilk kuralı, gerekçesini, yani varolma nedenini başarabilmektir. Nasıl bir protez bacak öncelikle insanın ayağa kalkmasını, daha sonra dik durmasını, daha sonra da hareket etmesini sağlamak zorunda ise, yaptıklarımızın da “temel amacı”na ulaşması bizim için önceliklidir. Başka bir tanımla açıklarsak, bir yapı, sokak, merdiven veya kapı herşeyden önce “temel amacına uygun” şekilde kullanılabilmelidir. Yani, kapı içinden güvenle geçilebilir, bir merdiven rahatlıkla çıkılabilir / inilebilir, bir oturma elemanı ise üstüne oturulabilir olmalıdır.

2. Bütünleşme: Burada iki konuyu özellikle vurgulamak gerekir. Birincisi yapıyla bütünleşme, ikincisi ise kentle ya da arkeolojik parkın kurgusuyla bütünleşme. Kentin kurgusu ile parkın kurgusunu ise birbirinden farklı iki özellik olarak görmemekteyiz. Böylece ziyaretçinin parkı gezerken kentin organlarını tanıması, öğrenmesi ve kullanması amaçlanmaktadır. Yapıyı hiçbir zaman restitüsyonu yapılmış bir varlık olarak görmüyoruz; yapı bizim için hayatı olan bir varlıktır. Doğar, yaşar ve ölür ya da başka bir yapıya dönüşür. Onun hayatının bir aşaması değil, bütün aşamaları kısacası hayatın kendisi değerlidir. Bu nedenle onun üzerindeki her iz dikkate alınmalı ve saygı gösterilmelidir. Bu izler bazen düşmüş bir taş, bazen bir çatlak, bazen de iki taşın arasındaki derz olabilmektedir. Tasarımlarımızı bütün bu izlere göre kurguluyoruz.

3. Dönüşebilirlik: İnşa ettiğimiz uygulamaların geri dönüşü olası teknolojilerden ve malzemelerden olmasına gayret ediyoruz. İleride yapılması olası değişikliklerde mevcut değerler bozulmadan geri dönüşü olabilmelidir.

Sözü edilen ilkeler doğrultusunda tasarımımızı anlamsal olarak parçalara ayırıyoruz. İlk kısım, eski (mevcut) ile bütünleşen kısımdır. Yaptığımız uygulamanın eskiyle bütünleşmesi bizim için çok önemlidir. Bu aynı zamanda eskinin de bir müzede olduğu gibi gezilebilen, ancak yaşanmayan niteliğinin bozulmasına ve eskinin de artık yeninin bir parçası haline gelerek böylece kullanılmasına neden olmaktadır. (6) Kullanım sırasında eskinin zarar görmemesine, hem tasarım hem de uygulama aşamasında dikkat edilir. İkinci kısımda ise, yaptığımız uygulamanın amacı bizim için ön plana geçer: O uygulamayı ne için yapıyoruz? Uygulamanın pratik gerekçesi nedir? Temel amaç ön plana geçer. Yani yıkık bir yapının içine girebilmek, bir yamacı aşabilmek, basılmaması gereken bir yüzeye basmadan o yüzeyin algılanabilmesi… Burada artık günümüz mimarlık anlayışının kuralları devreye girer, yani strüktür, fonksiyon ve tabii bir de çevresiyle kurduğu ilişki.

Bütün bunları inşa ederken, yapım sisteminin ve malzemenin kendisini göstermesine gayret ediyoruz. Kaplama kullanmıyoruz. Böylece “yeni”nin kolaylıkla farkedilmesini ve algılanmasını sağlıyoruz.

Son yıllarda arkeolojik park kapsamında yaptığımız çalışmalar, Tiyatro, Palaestra Terası ve Kubbeli Kilise yapılarında yoğunlaşmaktadır. Aşağı kentin en üst kotunda birbirine eklemlendirilmiş bir teraslar grubu bulunmaktadır. (Resim 4) Bunlar kuzeyden başlayarak Korinth Tapınağı’nın olduğu teras, onun hemen altında Roma Hamamı’nın üzerine oturduğu teras, ortasında kilisenin olduğu Palaestra Terası olarak adlandırdığımız dört bir yanını iki nefli bir stoanın döndüğü teras, ölçüm platformunun olduğu teras ve üzerine tiyatronun oturduğu teras. Bu teraslar grubunu ticari limana ve dolayısıyla agoraya bağlayan (şu ana kadar bilebildiğimiz) bağlantı, palaestra terasında, stoa dış duvarında yer alan bir kapı aracılığı ile olmaktadır.

PALAESTRA TERASI KAPISI

Çalışmanın başında kapı yıkık durumdaydı. Kapının söveleri ve lentosunu oluşturan taş bloklar ise sağlam olarak ele geçirilmişti. Ancak kapıyı alt kota bağlayan basamakların büyük çoğunluğu yoktu. Palaestra terası kapısını tekrar kurarak, basamakları tamir ederek, bu bağlantıyı yeniden sağlamak istedik. O güne kadar kentin bu noktasıyla aşağı bölgeleri arasında bağlantı, ziyaretçiler tarafından büyük çitlembik ağacının diğer tarafından yapılıyordu. Ancak yazımızın başında da belirtiğimiz gibi, arkeolojik parkın sirkülasyonunun kentin özgün dolaşım aksları üzerinden yapılmasını hedefledik. Böylece ziyaretçilerin binlerce yıl önce Kaunosluların gördükleri, deneyimledikleri bir bakış açısını, günümüzde kendi başlarına yaşayabilmeleri amaçlandı. (Resim 5)

TİYATRO

Akropolün batı yamacına yerleştirilen tiyatro, Kaunos’ta ayakta kalan yapılar içinde en sağlamıdır. (Resim 6, 7) Yaklaşık 5 bin kişilik oturma kapasitesi olan tiyatronun, “analema” olarak adlandırılan dış duvarının bir kısmı ve sahne binası kısmen yıkıktır. Geçmiş yıllarda gerekli önlemler alındıktan sonra bazı müzik dinletilerine ve gösterilere evsahipliği yapmıştır. At nalı biçimli forma sahip tiyatro, her birinde 33 oturma sırası olan 9 kerkidese (7) ayrılmıştır. Alt oturma sırası orkestra kotuyla aynı seviyededir. Tiyatro yatay olarak 1.60 metre genişliğindeki diazomayla (8) ikiye bölünmüştür. Bu haliyle üst kısımda 15, alt kısımda 18 oturma basamağı sırası yerleştirilmiştir. Diazomaya çıkan beşik tonozlu iki geçiş ise Roma dönemi özelliklerine sahiptir. Bu tonozların genişliği 3.77 metre, uzunlukları ise 11.33 metredir. Kuzey tarafındaki tonozlu geçiş diazomaya düz ayak bağlanırken, kuzeybatı yönünde yer alan tonozlu geçiş binanın topografya ile ilişkisinden dolayı dizomaya merdivenle bağlanmak zorunda kalmıştır. Bu noktadaki kot farkı, yani diazoma ile dış mekân arasındaki kot farkı 7.50 metredir. Kesme taştan oluşan merdiven basamaklarının önemli bir kısmı yokolmuştur. Sadece en alt kottaki dört basamak kısmen de olsa korunmuştur. Tahrip olmamış basamaklara bakarak, basamak yüksekliğinin 20 cm., basamak genişliğinin 38-40 cm. olduğunu söyleyebiliriz. Tahrip olan basamakların izleri tonoz yan duvarlarında izlenebilmektedir.

Bu izlerden basamakların analema yan duvarı hizasından başlamakta olduğunu ve 5,41 kotuna kadar çıktığını, daha sonra bu kotta diazoma yan duvarına kadar devam eden bir sahanlık yaptığını ve sağa ve sola ayrılarak, yine basamaklarla diazomaya bağlandığını söyleyebiliriz. Burası için yeni bir merdiven tasarlarken temel amacımız, tahrip olan merdiveni yeni baştan inşa ederek bu tonozdan da tiyatroya girişi sağlamaktı. Bunu yaparken tonozun mimarisine saygılı olmaya ve herhangi bir zarar vermemeye dikkat ettik. Yeni merdiveni adeta bir mobilya gibi sökülüp takılabilir bir şekilde tasarladık. Böylece ileride anlayışlar, gereksinimler ya da teknolojiler değişirse, geri dönüşümü olabilecek, ana yapıya zarar vermeden sökülebilecektir. Merdivenin başlangıç basamaklarını antik merdivenin kalan basamaklarına uydurmaya çalıştık, böylece antik merdivenin kalan basamakları kullanılabilecekti. Ancak daha sonraki basamakları tonozun yan yüzeylerinden 80’er cm. içeri çektik. Böylece tonozun etkileyici mimarisiyle yeniden inşa ettiğimiz merdivenin mimarisini birbirinden ayırmış olduk. Tonozun yan duvarının üzerindeki eski merdivene ait izler yeni merdiven kullanılırken ziyaretçi tarafından rahatlıkla algılanabilir. Böylece yeni ve eski, iki farklı teknoloji ve malzeme ayrı ayrı okunabilir. Artık, eski ile yeni arasında vazgeçilebilir, gerektiğinde ayrıştırılabilir, ayrı ayrı algılanabilir bir ilişki yaratılmıştır.

 

KUBBELİ BAZİLİKA MOZAİKLERİ

Ölçüm platformu ve Roma Hamamı arasındaki yapay düzlük, Palaestra Terası olarak anılmaktadır. (Resim 8) Bu terasın ortasında 5. yüzyıla tarihlendirilen bir kilise bulunmaktadır. Kilise Kaunos’taki saptadığımız 5 kilise içinde mimarisi ve yer seçimi olarak en etkileyici olanıdır. Üç neflidir; orta mekân, naosun üzeri bir kubbeyle kapalıdır. Naos ile bema bölümünü bir templon ayırmaktadır. Taşlarının çoğu devşirme bloklardan oluşmaktadır. Kilisenin zemin döşemesindeki izler ve batı yönünde yapılan kazılarla araştırmacılar kiliseden önceki döneme ait başka bir yapının ve kutsal alanın varlığını tespit etmişlerdir. Olasılıkla kilisenin bütün mimari malzemesi, yapı taşları, eşikler lentolar bu eski kutsal alandan devşirilmiştir.

Kilisenin kuzeyinde ve güneyinde yan neflerden ulaşılabilen moloz taşlardan inşa edilmiş iki tane şapel vardır. Güneydeki şapel 5,6 / 5,4 metre ölçülerindedir. Birkaç yıl önce kazı çalışmaları sırasında şapelin içinde bir mozaik taban bulundu. Buradaki mimari sorun mozaiğin korunarak ziyaretçilere nasıl gösterileceğiydi. İlk olarak bir çatı inşası gündeme geldi, ancak bu çatıdan, kentin silüet etkisini bozacağı için vazgeçildi. Daha sonra üzerinde yürünebilen, şapelin yan yıkık duvarlarının değişken kotlarını dikkate almayan, bu nedenle tek bir kota oturan bir döşeme ve bu döşemenin altına takılabilen bir koruyucu perde sistemi düşünüldü. Ancak bundan da, platformun altına takılacak bir perdenin mozaiklerin algılanmasını engelleyebileceği gerekçesi ile vazgeçildi. Son olarak koruyucu perdenin platformu da içine alacak şekilde, adeta bir çadır gibi, yukarıdan sarkıtılması ve kilisenin yan duvarının bu amaçla kullanılabileceği düşünüldü.

Şapelin yıkık yan duvarları farklı yüksekliklerde olduğu için bunun üstüne kuracağımız platform da farklı yüksekliklerde olmak zorundaydı. Daha doğrusu bir platform değil de, birbiriyle ilişkilendirilmiş birden çok platform kurulmalıydı. Platformların kotlarını yıkık şapelin taşlarının kotlarına göre belirledik. En üst kotta şapeli boylamasına kat eden bir ana platform (yerden 1 metre yüksekte) ve bu platforma iki ucundan bağlanan, biri apsis tarafında, diğeri de ters tarafta, şapelin kapı tarafında olmak üzere, 2 platform (yerden 0.80 cm yüksekte). Bunlardan apsis tarafındaki, mozaiğin en iyi algılandığı yöne kurulduğu için diğerlerinden daha geniş olmalıydı (130 cm). Son olarak, en alt kotta, daha geç dönemlerde şapelin etrafına inşa edilmiş odaların duvarlarını aşıp şapele yaklaşabilmek için (yerden 0.60 cm yüksekte) bir platform tasarladık. Bu platformları, birini diğerinin altına yerleştirerek ilişkilendirdik. Böylece sadece platformları birbirleriyle bağlamakla kalmayıp, aynı zamanda birinin taşıyıcısının diğeri tarafından kullanılmasını da sağladık. Böylece daha az taşıyıcı ile sistemi çözmeye başardık. (Resim 9)

Diğer taraftan en üst kottaki en uzun platform, şapelin içinden boydan boya geçmek zorundaydı, bu nedenle platformun bir kenarının yaklaşık 4,5 metrelik kısmına ayak koyamazdık. Bu nedenle bu kenardaki kirişi birbirlerine takoz ile bağlı çift kiriş haline getirdik ve dik yönde uzanan 2 kirişle destekledik. Bu kirişleri şapelin duvarlarının üzerine yerleştirdiğimiz ayaklara tek noktadan sabitledik ve kirişlerin ucunu uzatıp şapelin dışına çıkararak çelik tel ile şapelin duvarına bağladık. Böylece kirişler adeta birer kaldıraç gibi çalışarak platformun taşınmasını destekledi. Üst örtüyü ise su geçirmez bir malzemeden seçtik. Örtünün 3 köşesini, platformun 3 köşesinden yükselen ayaklara, örtünün 4. köşesini ise kilisenin yükselen duvarına bağladık. Platformda yükselen ayaklara özel olarak yaptırdığımız metal ara elemanlar ekledik. Diğer taraftan ayakları bir çelik tel ile örtünün getirdiği çekme kuvvetini dengelemek amacıyla yere sabitledik. Böylece, özellikle rüzgar gücünün platformu hareket ettirmesini engellemiş olduk. (Resim 10)

1966 yılından bu yana aralıksız olarak süren Kaunos kazılarında son yıllarda arkeolojik çalışmalara ek olarak koruma, onarma ve sergileme çalışmaları ile kent, bir arkeolojik park olarak düzenlenme sürecini yaşamaktadır. Bu çalışmaların arkasında maddi olanaksızlıklara karşın özveriyle aralıksız sürdürülen kurumsallaşmış bir kazı çalışması, düzenli bir seramik ve taş eserler deposu, kazı kütüphanesi, yayınlar ve uyumlu çalışan bir ekip vardır.

Yasemen Say Özer

Yrd. Doç. Dr., YTÜ Mimarlık Bölümü, Kaunos Kazısı Üyesi (1989 - )

Nevzat Oğuz Özer

Yrd. Doç. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü, Kaunos Kazısı Üyesi (1982 - )

 

NOTLAR

1. Günlük ya da Anadolu sığla ağacı olarak bilinen Liquidambar orientalis, dünyada sadece Fethiye, Köyceğiz ve Dalaman çayı dolaylarında bulunmaktadır.

2. Yöre halkının nüfusunda hiçbir zaman önemli bir artış yaşanmamış, fakat otel sahiplerinin ve yazlık ev isteklilerinin baskıları Özel Çevre Koruma Bölgesi olan burada bile, her geçen gün doğal alanlardaki yapılaşmayı artırmaya devam etmektedir.

3. Halikarnassoslu Herodot’un bölgenin tarihini anlattığı kitabı, Kaunos’un adının geçtiği en eski yazılı kaynak olarak bilinmektedir.

4. Kaunos kazı ekibinin bilimsel üyeleri Başkent, Mimar Sinan Güzel Sanatlar, Ankara, Muğla ve Yıldız Teknik Üniversitelerinden, işçileri ise Dalaman Tarım Açık Cezaevi’nden oluşmaktadır.

5. Kaunos Arkeolojik Park Projesi, Mimarlar Odası 2006 yılı Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı / Koruma-Yaşatma Dalı”nda “ödül adayı” olmuştur.

6. Bu ilke bazı durumlarda geçerli olmayabiliyor; örneğin bir mozaik döşemenin kullanılması bir korunma problemi yaratacağı için yaptığımız şey onun kullanılmasına değil, bir müzede olduğu gibi izlenmesine hizmet etmektedir.

7. Tiyatronun orkestrasından ışınsal olarak yayılan merdivenlerin aralarında kalan her bir oturma bölümü.

8. Tiyatroyu yatay olarak bölen geçit.

 

KAYNAKLAR

Ahunbay, Z. 1996, Tarihî Çevre Koruma ve Restorasyon, YEM Yayınları, İstanbul.

Güzererler, N. 2007, Kaunos Palaestra Terası Kubbeli Bazilikası Restorasyon Projesi, İTÜ yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul.

Işık, C. 2008, “2000 Yıllık Kaunos Tuzlası”, Bütün Dünya, sayı:116, ss.39-48.

Morse-Kahn, D. 2003, A Guide to the Archaeology Parks of the Upper Midwest, Roberts Rinehart Publishers.

Eylül 2008, Mimarlar Odası 2006 / X. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri katalogu, Mimarlar Odası ve YEM ortak yayını, İstanbul.

Öğün, B., C. Işık, A. Diler, O. Özer, B. Schmaltz, C. Marek ve M. Doyran, 2001, Kaunos Kbid 35 Yılın Araştırma Sonuçları (1966-2001), Arkeoloji Serisi: 2, Orkun & Ozan Medya, Antalya.

Özer, O. ve Y. Say Özer, 2000, “Kaunos Roma Hamamı”, Asia Minor Studien, Band: 39, Dr. Rudolf Habelt GMBH, Bonn, ss.225-233.

Reich R., G. Avni ve T. Winter, 1999, Jerusalem, A Guide to the Archaeological Park, Israel Antiquities Authorities and the Y.Ben-Zvi Institute, Kudüs.

Riedel, H. 1996, Die Holozane Entwicklung des Dalyan-Deltas (Sudwest-Turkei): Unter Besonderer Berucksichtigung Der Historischen Zeit, Marburger Geographischen Schriften, sayı:130, Philipps-Universität, Marburg.

Bu icerik 7488 defa görüntülenmiştir.