353
MAYIS-HAZİRAN 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ÇEVRE DUYARLI MİMARLIK

Pazarlanan Yeni Kavramların Ardında Pazarlananlar: ACE’NİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BELGESİNİN ANIMSATTIKLARI

Güven Birkan

Avrupa Mimarlar Konseyi’nin yayımladığı “Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında ACE Bildirge ve Politikası” belgesi, mimarlık mesleğinin iklim değişimiyle mücadele konusunda üstlenebileceği rolleri açıklıyor ve Avrupa kurumlarının iklim değişikliği politikaları bağlamında mimarlık mesleğinin pozisyonunu özetliyor. Yazar, ACE yönetiminin, “kısa ömürlü moda kavramlar” geliştirmek yerine, çevre sorunlarının büyüme ve yayılma hızını azaltacak ve bu arada enerji verimliliğini artıracak bilimsel ve teknolojik gelişmeleri desteklemesi gerektiğini vurguluyor.

Sistem şöyle çalışıyor:

Toplumları etkileyen önemli sorunlar ortaya çıktığında önce bunların yadsınması yolu seçiliyor (devekuşu evresi),

Toplumun güvenini kaybetmemek için yıllar sonra sorunun varlığı kabul ediliyor, hatta iyice abartılıyor (mayalama evresi),

Sorun çevresinde bir yığın yeni kavram yaratılıyor ve bunlarla insanların kafası karıştırılıyor (bulanık suda balık avlama evresi),

Derken toplumun her kesimiyle birlikte sözde çözüm aranıyor ve hatta bulunuyor (demokrasicilik evresi),

Ve sonunda, ortaya sürülen çözüm, paravan olarak kullanılarak, yeni tezgâhlar kuruluyor (eski hamam yeni tas evresi).

Çevre sorunları, son kırk yıldır, bu sistemi yaşatan en doyurucu besin olageldi. Bulanık su yaratmaya yönelik olarak da, mimarlık ve kent plancılığı alanında çiklet gibi çiğnenen iki önemli kavram ile tanıştık: “Çevresel etki değerlendirmesi” ve “sürdürülebilirlik”. Avrupa Mimarlar Konseyi (ACE) yönetimi, birkaç ay önce, bunlardan birini daha da incelterek “sürdürülebilir mimari tasarım” kavramını piyasaya sürdü.

Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED), toplumları yönetenlerce kullanılan biçimiyle artık ipliği iyice pazara çıkmış bir uygulama olduğu için, konuya oradan girelim: ÇED, insan eliyle doğaya yapılan herhangi bir müdahalenin, doğaya ve bu arada insana verebileceği zararları belirlemek üzere yürütülen bilgi toplama ve değerlendirme çalışması olarak yararlı, gerekli ve masum bir etkinlik olarak ortaya çıktı. Bu kavram icat olmadan önce toplumlar, yapılacak bir yatırımın çevreye vereceği zararı araştırmayı akıl etmiyorlar mıydı? Hepimiz biliyoruz ki, en azından fiziksel planlar hazırlanırken, ilgili yöredeki doğal ve kültürel veriler belirlenir, beklenen gelişmelerin bunları nasıl etkileyebileceği analiz edilir, arazi kullanım ve ulaşım kararları buna göre verilirdi; ayrıca, toplum sağlığı ile ilgili, doğa ile ilgili bir yığın koruma ölçütü vardı. Peki, ÇED uygulaması ne getirdi?

Öncelikle şunu yaptı: Belirli bir bölgenin tamamında, gelecekte gerçekleşmesi olası etkinliklerin tümünü ele alan gerçek bir planlama yaklaşımının yerine, bir yatırımı tek başına ele alan bir analitik çalışmayı yerleştirdi. Daha da öteye giderek, ortada bu yatırımı engelleyecek bir plan varsa, ÇED raporlarına dayalı kararları, plan kararlarının üzerinde saydı. Bununla da kalmadı, çevreye ciddi zararlar vereceği ayan beyan ortada olan yatırımların, bürokratik engelleri aşabilmesi için bir kaldıraç görevini üstlendi: ÇED raporunun varlığı, bir yatırımın gerçekleşmesi için yeterli sayıldı. Raporda belirtilen olumsuzluklar, o yatırımı engelleyecek mertebede görüldüğünde de, barajı aşmayı sağlayacak yeni bir rapor hazırlanarak bu sorun giderildi.

“Sürdürülebilirlik” kavramına gelince: ÇED’e göre çok daha ele avuca sığmaz, herkesin istediği yöne çekip, istediği gibi kullanabileceği türden olan bu kavramın tamamını değil, meslek alanımızı doğrudan ilgilendiren yeni yavrusunu, “sürdürülebilir mimari tasarım”ı biraz tartışmak istiyoruz; daha fazla gelişip serpilmeden.

Eylül 2009’da, “Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında ACE Bildirge ve Politikası” adlı bir belge kamuoyuna duyuruldu. Biz de bu vesile ile bu yeni kavram ile tanışmış olduk. Aslında sözkonusu kavram, bu belgede, doğrudan tanımlanmaktan çok, ne işe yaradığı anlatılıyor; dolayısıyla ne olduğunu siz bulacaksınız:

“Sürdürülebilir mimari tasarım, kaynakların korunması ve enerji verimliliğini, sağlıklı yapılar ve malzemeleri, ekolojik ve toplumsal olarak duyarlı arazi kullanımını, biyolojik çeşitliliğin korunması ve artırılmasını dikkate alarak, tüm bunları, ilham verici, doğrulayıcı ve değer katıcı bir estetik duyarlılıkla biraraya getirir. [...] İnsanların doğal çevre üzerindeki yan etkilerini önemli ölçüde azaltırken, yaşam kalitesini ve ekonomik refahı yükseltir. [...] Sürdürülebilirlik ve binaların yaşam döngüsü analizinin, ayrılmaz bir bütün olduklarına inanıyoruz.”

Metnin tamamı okunduğunda mimardan beklenenler şöyle özetlenebilir: Mesleği uygularken, kaynakları ve bu arada enerjiyi idareli kullan, doğaya zarar vermekten kaçın, sadece ilk yatırım maliyetini değil kullanma/işletme maliyetini de dikkate al. Bunlara kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum; ama burada yeni olan bir şey var mı? 20. yüzyılda öğrenim gören ve mesleğini uygulayan mimarların tamamı bunları zaten biliyor. Zaman içinde değişen ise, dikkate alınacak yeni veriler: 50 yıl önce, biz mimar ya da plancı olarak, ozon tabakasının delineceğini bilmiyorduk ama yine de çevreyi kirleten ulaşım sistemlerine ve sanayi tesislerine çare arıyorduk.

Metin, “yaşam kalitesini, yenilenemeyen kaynakların sorumsuzca kullanımının etkisinden kurtarmak için” mimarlık mesleğinin gerçekleştirmesi gereken eylemleri özetle şöyle sıralıyor:

  • İklim değişikliğinin etkisini azaltmayı ve değişime uyum sağlamayı amaçlayan stratejileri desteklemek,
  • Çevresel performans bilgisini dikkate almak,
  • Öğrencilere “sürdürülebilir tasarım” becerileri öğretmek,
  • Kaynakların korunması, geri dönüşüm, atıkların azaltılması konularında, meslek örgütlerinde projeler gerçekleştirilerek, örnek oluşturmak,
  • Sürdürülebilir bir geleceği desteklemek amacıyla, kardeş mesleklerin ve sanayinin yararlarının biraraya getirilmesi, ulusal ve uluslararası örgütlerle ortak çalışmalar yapmak.

Bunların çoğu, mimar olsun olmasın, çevreye ve topluma karşı sorumluluk duyan her bireyin örgütlenerek yapması gerekenler; tasarım yapan bir mimarın dikkate alacağı tek öneri, çevresel performans bilgisinin dikkate alınması ki, bu bir tasarım yöntemi önerisi değil. “Sürdürülebilir tasarım becerisi kazandırma” önerisinin ise iler tutar tarafı yok; öğrencilere çevre sorunları konusunda duyarlı olmaları ve bilgi dağarcıklarını bu yönde de geliştirmeleri gerektiğini öğütlenebilir, tüm ödevlerinde bu konulara vurgu yapılabilir; ama “yeni bir beceri” sözkonusu mudur?

İlk bakışta, yeni bir kavramı meslektaşlara sunma amacıyla kaleme alındığı izlenimi veren bu metin, yukarıda değindiğim genel önermelerin ötesinde, mesleğe yönelik bir şeyler de getiriyor mu? Bir bakalım:

Ciddi bir saptama ile konuya giriyor ve diyor ki, “Pazar güçleri kendi başlarına sürdürülebilir gelişimi sağlayamazlar; bu nedenle iklim değişikliği, pazarın şimdiye kadarki en büyük başarısızlığı olarak tanımlanmıştır.” Şunu mu anlıyoruz: Serbest piyasa mekanizması, çok istediği halde doğal çevrenin tahribatının önüne geçememiş! Acaba neden?!

Bu çarpıklığı düzeltmede mimarların oynayacağı rol ile ilgili bazı ipuçlarına da değiniliyor; yer yer serpiştirilmiş önermeler biçiminde. Ayıklayarak özetlersek:

  • Yerel inşaat malzemelerinin ve yöreye özgü üretimin tercih edilmesi,
  • Yeni yapı yerine mevcut yapıların yeni kullanımlara adaptasyonu,
  • Verimli arazilerin kentsel kullanıma açılmasında dikkatli olunması,

...

Mimar, mesleğini uygularken bir birey olarak bu tür konularda tercih hakkına sahip midir? Belgede Avrupalı mimarın bu noktadaki rolü şöyle özetleniyor: “Kamu yararını gözetirken, müşterinin ihtiyaç ve isteklerine yanıt veren, sürdürülebilir ve yüksek kaliteli yapı yapımının sağlanması.” Diyelim ki ben Avrupalı bir mimarım ve gelen bir tasarım talebini bu ilkeye göre tartmak istiyorum; sanırım şu iki soruya yanıt aramam gerek:

  • Kamu yararı ile bireysel “ihtiyaç” arasında bir uzlaşma yapmak istersem hangisine öncelik vermeliyim?
  • Müşteri, sürdürülebilirlikle çelişen taleplerde bulunuyorsa, hangisini ön planda tutmalıyım?

Bu sorulara vereceğim yanıtlar, daha işi alma aşamasında belirleyici olmaz mı? Kamu yararını ve sürdürülebilirliği sadece ben değil, müşteri de önemsiyor ise ne âlâ; aksi durumda işi başkası yapacaktır; ama yapacak birisi muhakkak bulunacaktır. Ve sanırım insanlığın topluca yararını savunan güçlü bir küresel muhalefet dünyaya ağırlığını koyamadığı sürece, piyasa mekanizması içindeki bireysel çabaların katkısı, iyi niyetli “müşterileri”, bu muhalefet saflarına çekmekle sınırlı kalacaktır. Kısacası, bildiğimiz “mimari tasarım”dan farklı bir tür olarak, “sürdürülebilir mimari tasarım” diye bir şey olsa dahi, sıra ona hiçbir zaman gelemeyecektir.

Belgenin yarısından sonra, “tasarım” konusu zaten kaybolmuş, mimarlara AB’nin enerji politikaları konusunda bilgi veren bir metne dönüşmüş. Sonunda da, ACE’nin doğrudan ilgili olduğu alanlarda, AB tarafından kabul edilmiş önerilerin hayata geçirilmesine katkıda bulunacağı taahhüt edilmiş. AB önerileri ise, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve enerji verimliliğinin desteklenmesini içeriyor. Buradan süzülerek ACE’nin ilgi alanına kalan tortu da “binalarda enerji verimliliği”.

Sözkonusu belgede, daha az enerji gerektiren kentlerden ve yapılaşmalardan sözedilmiyor. Örneğin, asansöre ve mekanik havalandırma düzenlerine bağımlı çok katlı binalar yapılabilir ama, yerleştirilen makineler enerjiyi verimli kullanacak. Ya da, özel arabalara bağımlı kentler planlanabilir ama araçların motorları enerjiyi verimli kullansın, 1600 cm3 hacimli motordan 160 beygir güç elde edilsin. Veya verimli ya da verimsiz olması dışında, bu enerjiler yenilenebilir kaynaklardan sağlansın, karbon emisyonu da çok az olsun.

ACE’nin, çok önem verdiği “sürdürülebilirlik” konusunda mimarlara önerisi, belgenin, bir anlamda can alıcı bölümü olması gereken en son paragrafında şöyle açıklanıyor: “Enerji ve çevresel performans bilgisinin bir değerlendirme ölçütü olarak tüm mimari yarışmalara ve rekabetin sözkonusu olduğu seçme süreçlerine dahil edilmesi”.


Temel politikayı açıklamayı amaçlayan bir belgede, böyle bir cümlenin en önemli çözüm önerisi olarak yer alması, çevreye duyarlı kamuoyunun gözünde ACE’nin kendi gücünü küçümsediği izlenimi yaratmaz mı? Mimarlığın, yapı üretiminin ve kentlerin temel sorunlarına ilişkin köklü politikalar önermesi beklenen bu örgütün, mesleki konularda AB’ye yol göstermesi gerekirken, AB’nin gösterdiği tartışmalı bir yoldan yürümesi, herhalde üyelerince de eleştiriliyordur.

Çevre sorunlarının büyüme ve yayılma hızını azaltacak ve bu arada enerji verimliliğini artıracak bilimsel ve teknolojik gelişmelerin desteklenmesi gereği çok açıktır. Ama, her fırsatta kârlı yeni pazarlar yaratmaya ve bunlara destek olacak “kısa ömürlü moda kavramlar” geliştirmeye teşne olanlara en azından alet olmamak, saygın bir meslek örgütünün insanlık görevi olsa gerek. Bu görevi, gereğinde potansiyel müşteri kitlesini ürkütmeyi de göze alarak yerine getiren bir ACE yönetimi, uzun erimde, hem meslektaşlarının, hem de Avrupa kamuoyunun saygısını hakedecektir.

Güven Birkan

Mimar

Bu icerik 4455 defa görüntülenmiştir.