353
MAYIS-HAZİRAN 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ÖDÜL

Mimar Kemalettin Kitaplarına 2010 Yunus Nadi Ödülü

2010 Yunus Nadi Ödülleri “Sosyal Bilimler Araştırması” ödülü, Mimarlar Odası Anma Programı kapsamında hazırlanan Mimar Kemalettin kitaplarına verildi. 2006-2008 yılları arasındaki kapsamlı araştırma sonucunda hazırlanan kitaplar, Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ortaklığında yayımlanan üç ciltten oluşuyor. Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi adına 1946 yılından beri verilen bu ödülün, Anma Programı kapsamındaki üretime ve bunun cisimleşmiş ürünlerine verilmesi, Mimarlar Odası’nın bu özgün yoğun ve nitelikli çalışmasını takdir etmenin ve sürdürülebilir kılmanın bir işareti. Ülkemizde bu alandaki tüm olumsuzluklara karşın, fikir, sanat, bilim ve kültürdeki çabaları desteklemeyi amaçlayan Yunus Nadi Ödülleri, Edebiyat Dalı’nda öykü, roman ve şiir; Görsel Sanatlar Dalı’nda karikatür ve fotoğraf; Bilimsel Araştırma Dalı’nda Sosyal Bilimler Araştırması olarak sürüyor. Bu dalın Seçici Kurulu, Erdal Atabek, Rona Aybay, Alev Coşkun, Emre Kongar, İoanna Kuçuradi ve Ahmet Mumcu’dan oluşuyordu. Ödüller, gazetenin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2010’da düzenlenen törenle verildi.

Mimarlar Odası, Türkiye’nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve bugün hayatta olmayan mimar(lar)ın anısını yaşatmak üzere, 2006 yılında bir Anma Programı’nı kurumsallaştırmanın ilk adımlarını atmıştı. Seçici Kurul bu program için Mimar Kemalettin’i seçmiş ve bu seçim mimarlık kamuoyuna duyurulmuştu. Bu doğrultuda oluşturulan Anma Programı Komitesi, MİMAR KEMALETTİN’İ VE DÖNEMİNİ ANLAMAK / MİMAR KEMALETTİN’İ ANMAK çabası içerisinde, 2006-2008 tarihleri arasında yerine getirilmek üzere yürüttüğü program kapsamında:

  • Mimarın yaşamı ve yapıtları üzerine kapsamlı bir kitap;
  • Buna paralel olarak mimarın tüm çalışmalarını içeren retrospektif bir sergi;
  • Mimar Kemalettin ve çağının tartışılacağı bir sempozyum ile mimar üzerine bildiklerimizin hem tazelenmesi, hem de yeni bilgi kaynaklarına açılım sağlanması ve sempozyumdaki sunumların bildiriler kitabı olarak yayımlanması;
  • Mimarın yaşamı ve yaratısını aydınlatmak üzere, uluslararası mimarlık kamuoyu ile de paylaşılabilmesi için çift dilli bir belgesel bir film hazırlanması;
  • Mimar Kemalettin arşivinde bulunan özgün çizimlerin eksiksiz envanterinin çıkarılarak sayısal ortama aktarılması, dijital arşivin oluşturulması ve bu belgelerin bir arşiv katalogu olarak yayımlanması;
  • Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Mimar Kemalettin’in eserlerinin bulunduğu kentlerdeki yapılarını biraraya getiren bir mimarlık rehberinin hazırlanması;
  • Mimarın mezarının restorasyonu ve bakımının yapılması;

projelerini gerçekleştirdi. Bu kapsamda Mimarlar Odası’nın, Vakıflar Genel Müdürlüğü ortaklığıyla Anma Programı kapsamında hazırladığı üç kitap Ağustos 2009’da yayımlandı.

Anma Programı Komitesi:

Afife Batur, Ali Cengizkan, N. Müge Cengizkan (yürütücü), Derin İnan (yürütücü), Bülend Tuna, Yıldırım Yavuz

Yayın Hazırlığı: Derin İnan, N. Müge Cengizkan

Sergi Yürütücüsü: Afife Batur

Sempozyum Yürütücüsü: Ali Cengizkan

Fotoğraflar: Cemal Emden

Program ortağı: TC Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü

 

İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE

MİMAR KEMALETTİN: 1870–1927

Yıldırım Yavuz, Haziran 2009, Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ortak yayını, Ankara; 600 sayfa.

MİMAR KEMALETTİN VE ÇAĞI

Mimarlık / Toplumsal Yaşam / Politika

Editör: Ali Cengizkan, Haziran 2009, Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ortak yayını, Ankara; 250 sayfa.

İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü

MİMAR KEMALEDDİN PROJE KATALOGU

Editör: Afife Batur, Haziran 2009, Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ortak yayını, Ankara; 350 sayfa.


Mimar Kemalettin Kitapları Üzerine

Ahmet Ersoy

Dr., Boğaziçi Üniversitesi, Tarih Bölümü

Türkiye’de geleneksel mimarlık tarihi yazımının yerleşik anlatıları içinde Mimar Kemalettin (1870-1927) ve Vedad [Tek] Bey’in (1873-1942) temsil ettiği “milli” akım kayda değer bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Osmanlı mimarisine dair kalıplaşmış ve müzmin algılar içinden değerlendirildiğinde, imparatorluğun son demlerinde parlayan bu iki yıldız mimar geç dönem Osmanlı kültürüne egemen olduğu varsayılan ağır “yozlaşma” illetinden münezzeh görünür. Tarih boyunca çeşitli Türk (veya Moğol) hanedanların baniliğinde üretilen tüm mimari eserleri Orta ve Güney Asya’dan Anadolu ve Balkanlar’a uzanan yekpare bir yol hikayesi formatında bütünleştiren cesim “Türk mimarisi” anlatısına göre Vedad ve Kemalettin Bey’ler Osmanlı kültürünü yok olma noktasına getiren hayati bir buhranın ertesinde mimariyi milli rayına yeniden oturtma ülküsüyle ortaya çıkarlar.

20. yüzyılın sonlarına kadar büyük oranda geçerliğini koruyan bu standart anlatıda, 16. yüzyılın “klasik” üslubu kendine has Osmanlı yaratıcılığının ve kültürel “saflığının” şâhikası olarak nitelendirirken, 19. yüzyıl mimarisi toplumsal / kültürel yozlaşmanın, garpzedeliğin ve siyasal iflasın bariz emâresi olarak sunulur. Köklü çöküş paradigmasına doğrudan eklemlenen bu söylem, 19. yüzyıl Osmanlı kültüründeki çarpıcı ve kesif değişimi “taklit” ve “öykünme” kategorisine indirgeyerek geç dönem mimarisini Osmanlı kültüründeki çözülme ve yıkımın somut bir ifadesi olarak ele alır. Milliyetçi ötekileştirme reflekslerinin devreye girmesiyle de bu yıkımın esas failleri belirlenir: Mimari yozlaşmanın ve arka planındaki mesleki ve kurumsal çöküşün esas müsebbipleri, mesleği 18. yüzyıldan itibaren ele geçirmiş olan gayrimüslim (Ermeni, Rum, Levanten) ve yabancı (bu iki kategori hep birarada ele alınır) mimarlardır. Doğup büyüdükleri topraklarda “yerli” olmadıkları ısrarla vurgulanan gayrimüslim kalfalar, basmakalıp mimarlık tarihi anlatılarında Osmanlı kültüründe çöküşü hazırlayan yabancı nüfuzunun esas simsarları ve estetik sömürgeleşme sürecinin itaatkâr aracıları olarak takdim edilirler. Bu meyanda Mimar Kemalettin ve Vedad Bey’lerin ortaya çıkışı Osmanlı mimarlığında kozmopolitliğin (bu terim de tutarlı şekilde negatif çağrışımlarla yüklü olarak kullanılır) sonunu ve Uğur Tanyeli’nin ifade ettiği gibi “mesleğin yeniden fethi”ni, yani Türkleşmesini muştulayan önemli bir dönüm noktasıdır. Burada, iki mimarın en etkin oldukları döneme damgasını vuran İttihat ve Terakki rejimiyle Cumhuriyet gündemleri arasında gözlemlenen karâbetin de etkisiyle, Vedad ve Kemalettin Bey’ler sorunsuz ve mesnetsizce Türkçülük akımına eklemlenerek bu ideolojinin mimarlık alanındaki ilk bayraktarları olarak ele alınır. Bu sayede de, örneğin Kemalettin Bey “devletine ve milletine hizmet etmiş” bir mimar olarak TC banknotlarında (hakkıyla ve sevindirici biçimde) temsil edilirken, İstanbul’daki birçok anıtsal ve resmî yapının müellifi olan Balyanlar bir türlü “bizim” mimarımız olarak anılamazlar.

Bu normatif ve genelleyici tavır çok çalkantılı bir dönemde yaşamış Vedad ve Kemalettin Bey’lerin münferit çalışma pratiklerini, değişen algılarını, ikilem ve çelişkilerini, onlara uzun vadede yön veren çeşitli sâikleri ve birikimleri irdelemeden kesin ve siyaseten kullanışlı hükümlere varmayı mümkün kılar. İlk bakışta taltif edici görünse de, aslında bu yaklaşım sözkonusu mimarların gerçek tarihsel aktörler olarak algılanmasını engeller ve onların ürünlerini de derinliksiz ve tekdüze okumalara mahkûm eder.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren birçok araştırmacının gayretiyle mimarlık tarihindeki bu pürüzsüz ve kendini sürekli teyid eden “büyük anlatı”nın ciddi oranda aşıldığını söyleyebiliriz; tabii belli müziç kalıntıları ve lokal direniş cephelerini bir kenara bırakırsak. Vedad ve Kemalettin Bey’ler sözkonusu olduğunda, son dönemde yayımlanan bazı önemli çalışmalarla birlikte, örneğin İlhan Tekeli ve Selim İlkin’in Mimar Kemalettin’in Yazdıkları (1997, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara) adlı kitabı veya Afife Batur’un hazırladığı M. Vedad Tek: Kimliğinin İzinde bir Mimar (2003, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul) başlıklı inceleme, öncelikle bu iki mimarın birbirinden ayrıştırılarak, titiz belge çalışmalarından ve yeni kuramsal yönelimlerden ivmesini alan derinlikli bir perspektif içinde, ayrı ve kendine özgü fertler olarak ete kemiğe büründürüldüğünü görüyoruz. Bu çalışmalar, tarihsel dönemlerle mimari üretim arasında öngörülen kalıpsal ve kolaycı örtüştürmelere iltifat etmeden, mimarların hareketlerini, sözlerini ve eserlerini dikkatle belirlenmiş tarihsel bağlamlar çerçevesinde, kendi ufukları ve gündemleri dahilinde, münferit referanslarıyla anlamak ve sorgulamak yolunda önemli bir mesafe kaydettiler. Diğer bir değişle, son dönemde yayımlanan bu tür monografik çalışmalarla birlikte bahsi geçen iki mimarın da hayatlarını ve işlerini dakik bir şekilde tarihselleştirmek adına çok ciddi adımlar atılmış oldu.

Bu yeni yaklaşımın son örneklerinden biri de geçen sene Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ortaklaşa yayımladığı “üçü bir yerde” Mimar Kemalettin kitapları serisi. Bu üç kitap Mimarlar Odası’nın Kemalettin Bey adına düzenlediği Anma Programı çerçevesinde gerçekleştirilen bir dizi etkinliğin ürünleri olarak bir arada yayımlandı (burada, en alâyişli etkinlik olan sergiyi ve onun yan ürünü olarak yayımlanan Mimar Kemaleddin Yapıları Rehberi’ni de anmak gerekiyor). Bu girişimin ana hedeflerinden birinin, Mimar Kemalettin’in gerçekleştirilmiş veya tasarım aşamasında kalmış projelerinin tam ve kapsamlı bir dökümünün yapılması olduğu anlaşılıyor. Bu düşünceyle, projeye ortak olan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de katkısı sağlanmış ve İstanbul Bölge Müdürlüğü Arşivi’nden envanter kayıtlarına ve daha önce yayımlanmamış birçok projeye ulaşılarak Afife Batur yönetiminde detaylı bir katalog hazırlanmış. Bahsettiğimiz üçlü serinin bir parçası olarak yayımlanan kitapta, Edirne’den Medine’ye birçok Osmanlı kenti için tasarlanan farklı türde binaların detaylı şekilde belgelendiğini görüyoruz. Vakıflar Arşivi’nde muhafaza edilmiş projeler arasında, örneğin İstanbul Arap Camii veya Gureba Hastanesi gibi yapılar için yapılmış eskizler veya detaylı uygulama projeleri gibi tasarımın çeşitli safhalarını yansıtan birçok özgün ve ilgi çekici belgeye rastlamak mümkün. Burada, derlenen malzemeyi ayrıntılı ve kullanılabilir bir katalog formatında düzenleyen Gül Cephanecigil’in de emeğini ve çabasını takdir etmemek mümkün değil. Kataloga entegre edilmiş yapı envanterini varolan binalarla karşılaştırdığımız zaman, Osmanlı mimarlık tarihi açısından bu kadar zengin olan bir belge koleksiyonunun bile aslında ne kadar eksik, birçok binanın nasıl kayıtsız ve belgesiz kalmış olduğunun da farkına varıyoruz. Katalogun bir diğer önemli katkısı da Mimar Kemalettin’in Evkaf İdaresi baş mimarı olduğu dönemde kurum bünyesinde üretilen başka projelerden seçkilere yer verilmesi. Burada özellikle Kemalettin Bey’in yanında inşaat müdür muavini olarak çalışan (ve onunla beraber 1926 yılında Fenn-i Mimari isimli kitabı yazmış olan) Ali Talat Bey’in projelerini görmek, okuyucuya o dönemde Vakıflar bünyesinde oluşturulmuş çalışma ortamını ve tasarım yaklaşımını bir nebze olsun değerlendirme imkânı veriyor.

Üçlemenin ikinci kitabı Mimar Kemalettin üzerine en yetkin isim olan Yıldırım Yavuz’un monografik çalışması. Aslında meraklısına bu çalışma çok da yabancı değil – Yavuz’un 1981 yılında yayımlanmış ve çoktan baskısı tükenmiş olan Mimar Kemalettin ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi adlı kitabının yeni belgeler ışığında (Vakıflar, İTÜ ve aile arşivlerinden ve dönem gazetelerinden edinilmiş bulgular) ve zengin görsel malzeme ile genişletilmiş ve güncellenmiş yeniden basımı. Kitap iki bölümden oluşuyor. “Mimar Kemalettin ve Sabiha Hanım” başlıklı ve ek niteliğinde olan ikinci bölüm 1925-27 yılları arasında Ankara’da olan mimarla ikinci eşi Sabiha Hanım’ın birbirlerine yazdıkları 116 mektuptan oluşuyor. Sabiha Hanım’ın ancak ölümünden sonra yayımlanmasına izin verdiği ve ilk defa okuyucuyla buluşan bu mektuplar, o dönemde yeni imar edilen Ankara’daki yaşam koşulları ve mimari üretimi etkileyen sosyal ve siyasal dinamikler üzerine duyarlı gözlemler barındırıyor; aynı zamanda da kısa bir ömre çok iş sığdıran hünerli bir mimarın gündelik heyecanlarına, tasalarına, özlemlerine ve son demlerinde yaşadığı derin yalnızlığa yakından tanıklık etmemizi sağlıyor. Kitabın birinci bölümünde ise, Mimar Kemalettin’in yaşamı ve tasarım yaklaşımı değerlendirilmiş. Burada öncelikle mimarın tasarımlarının kurgusal ve yapısal açıdan detaylı olarak irdelendiği ve projelere ilişkin belgelerin katalog formatında sunulduğu son kısım dikkat çekiyor. Özellikle Vakıflar Arşivi’nden gelen malzeme bu noktada kitabı zenginleştiriyor; örneğin bu kısımda Kemalettin Bey’in belgelenmiş en eski projesini (1899 yılında Almanya’dayken İstanbul için yaptığı bir cezaevi tasarımı) veya eski hocası (ve Sirkeci Garı mimarı) Jasmund’a nazire yaparcasına katıksız bir oryantalizm ile tasarladığı Evkaf-ı Hümayun binası projesini (1911) bulmak mümkün. Kitabın belgesel değerini artıran bir başka unsur da, Vakıflar’ın Abide ve Yapı İşleri Dairesi Arşivi’nden alınmış ve Kemalettin Bey’in kendi objektifinden çıkma, önemli bir kısmı İstanbul’a ait çok sayıda fotoğraf.

Yıldırım Yavuz’un kitabı kuşkusuz Mimar Kemalettin ve dönemiyle ilgilenen herkes için temel ve vazgeçilmez bir nirengi noktası olma niteliğini taşıyor. Titiz ve uzun soluklu bir araştırmanın ürünü olan bu kitap, yeni ulaşılan birincil kaynaklar ve etkileyici görsel malzemenin de eklemlenmesiyle doyurucu şekilde genişletilip yenilenmiş. Ancak, belgesel açıdan bu derece zenginleştirilmiş çalışmanın belli yerlerinde, muhtemelen özgün metnin kurgusu ve merkezî anlatının özündeki mukavemet dolayısıyla, yeniden tartışılıp ele alınması gereken kimi tespit ve önermeler sorgulanmadan yerinde bırakılmış gibi görünüyor. Örneğin Kemalettin Bey’in mimarlık kariyerinin Türk milliyetçiliğiyle birebir ilişkisinin yazar tarafından koşulsuz olarak varsayılması kaynaklarda hissedilen çeşitliliğin tek yönlü bir tartışma mecrasında mühürlenmesine yol açıyor. Oysa, İttihat ve Terakki döneminde imparatorluğun bekasını hedefleyen birçok farklı siyasi projenin ve kimlik tasavvurunun girift şekilde örtüşüp bir arada varolduğu düşünülürse, burada mimarlık-milliyetçilik bağlantısının muğlak ve değişken olana vurgu yapılarak açılması metni çok daha verimli tartışmaların odağına taşıyabilirdi. Yine aynı kabullerle bağlantılı olarak, metinde tepkisel olarak ortaya çıktığı varsayılan “ulusal” mimari akımın kendinden önce gelen seçmeci ve tarihselci yaklaşımlardan ne derece ayrıştırılabileceğinin de daha ucu açık bir tartışma ekseninde ele alınması mümkündü. Aslında yazar metnin belli yerlerinde bu tür akışkanlıklara ve nüanslara dikkat çekmiyor değil, ama kitabın genelinde özgün anlatının dokusu hep baskın kalıyor. Yıldırım Yavuz’un temel anlatısı 1980’lerden sonra mimarlık tarihi alanında edinilmiş birikimler ve günümüz kültür tarihi yazımındaki yeni algı ve temayüller gözönünde bulundurarak daha derinlikli olarak güncelleştirilebilseydi, klasik olarak addedilmesi gereken bu çalışma, özellikle mimarlık alanı dışındaki okuyucular için etkisini ve cazibesini daha da artırabilirdi.

Serinin sonuncu kitabı 2007 yılında gerçekleştirilen “Mimar Kemalettin ve Çağı” adlı sempozyumun Ali Cengizkan tarafından derlenen bildirilerinden oluşuyor. Bu derlemeye katkı yapmış olan birçok araştırmacı, bir önceki paragraftaki tespitler ekseninde, Kemalettin Bey dönemindeki mimari üretimin Türkçülükle ilişkisini sorunsallaştırmak gereğine dikkat çekiyor – bu bağlamda özellikle İlhan Tekeli ve Uğur Tanyeli’nin makaleleri öne çıkıyor. Bunun dışında, Oya Şenyurt’un son dönem Osmanlı inşaat örgütlenmesi ile ilgili çalışması, Yavuz Sezer’in de 20. yüzyıl dönümü İstanbul’undaki “atîkacı” temayüller (antiquarianism) üzerine yazdığı makalesinde örneklendiği üzere, son dönemde beliren yeni yaklaşımlar ve bulguların bize Mimar Kemalettin döneminin düşünsel ve profesyonel iklimine dair çok farklı ve çarpıcı perspektifler kazandırdığı gözlemlenebiliyor. Bu derlemede Kemalettin Bey’in çalışma ortamı ve çevresiyle ilgili en özgün malzemeyi kapsayan çalışma ise, Ali Cengizkan’ın Mehmet Nihat Nigisberk (1880-1945) üzerine yazdığı makale. Bu yazı, Kemalettin Bey’in Evkaf İdaresi’nde şantiye işlerinden sorumlu muavini olan Mehmet Nihat Bey’in yazışmaları, anıları, fotoğraf ve projelerini kapsayan zengin kişisel arşivi üzerine Cengizkan’ın yürüttüğü araştırmanın ilk etabını temsil ediyor. Varoluş mücadelesi veren bir imparatorluğun ürettiği türlü vakıf projeleri peşinde İstanbul’dan Anadolu’ya, Kudüs’e ve Mekke’ye uzanan bir coğrafyada bitmeyen bir telaşla hareket eden bu mimarı yakından takip edebilmek, dönemin tasarım pratikleri, kurumsal protokolleri ve mesleki dönüşümleri hakkında okuyucuya derinlikli olarak düşünme imkânı tanıyor. Bu arşiv çalışmasının en kayda değer tarafı, geleneksel tarih yazımında şöhretlerin ve muktedirlerin tantanası arasında sesi duyulmayanlardan birine, Cengizkan’ın tabiriyle Kemalettin Bey’in etrafındaki “ikinci halka”yı temsil eden tanınmamış bir ferde söz hakkı vermesi. Bu vesileyle, bir taraftan Evkaf İdaresi’nde örgütlenme ve işbölümünün sistematiğine dair fikir yürütebiliyor ve Mimar Kemalettin’in kurumsal bir ekolü nasıl oluşturduğuna şahitlik edebiliyoruz. Diğer taraftan da, Ali Cengizkan’ın dikkat çektiği gibi, Mimar Kemalettin ve Mehmet Nihat arasında zaman zaman yüzeye vuran çatışmalardan ve nükseden gerginliklerden, Vakıflar bünyesindeki mimarların tasarımlardaki katkı seviyeleri ve projelerin müelliflik hakları konusunda ortada belli çelişki ve belirsizliklerin olduğunu çıkarsayabiliyoruz.

Son tahlilde, Mimar Kemalettin üzerine yayımlanmış bu üçlemenin en önemli katkılarından biri de, kesin ve basmakalıp kabullerin teyidiyle yetinmeyerek bu tür çelişki ve müphemlikleri tartışmanın merkezine taşıyabiliyor olması. Yani bu konuda kendimizden emin olmadığımızı görmek rahatlatıcı ve bu da daha bereketli bir tartışma ortamının habercisi. Eğer tarih, değişmez doğruların onaylanıp nihai olarak sabitlendiği bir mahkeme değil, gerçek anlamda kamusal, açık ve güncele ilişkin bir tartışma alanı ise, o zaman bu kitaplar Kemalettin Bey bahsinde doğru yolda ilerlediğimizin delili olmalı.

Bu icerik 7315 defa görüntülenmiştir.