351
OCAK-ŞUBAT 2010
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Kargı Köyü
    Mehmet Emin Yılmaz, Y. Mimar, Restorasyon Uzmanı

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Mimari Tasarımda “Kullanıcı Odaklı” Süreçler

Zehra Ersoy
Yrd. Doç. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

Yazar, “kullanıcı odaklı tasarım” süreçlerini, mimarlığın genel geçer standartlarına, manifestolarına ve otoriter tasarım süreçlerine karşı bir tepki ve eleştiri olarak yorumluyor. Akademik alanda oluşan birikimlerin yine akademik çevrelere hapsolduğu, bu bilgi altyapısına temellenmesi gereken tasarım/uygulama safhasının ise, Türkiye deneyimlerindeki “en zayıf halka” olduğu görüşünde.

Güncel mimarlık söylemleri, tasarım yaklaşımları ve süreçleri “kullanıcı”yı odak alarak, onunla birlikte hareket etme yönünde ilerliyor. Grup kimlikleri ve tercihleri önemseniyor; farklılaşmalara yakınlık kurularak mekânsal çeşitlenmelerin üzerinde duruluyor; öznenin algıları, deneyimleri anlaşılmaya çalışılıyor; memnuniyetleri değerlendiriliyor ve daha da fiilî olarak tasarım ve karar süreçlerinde “kullanıcı”nın dahil olduğu katılımlı süreçler uygulanıyor. Bu gelişimleri tetikleyen farklı sebeplerden veya ortam koşullarından bahsedilebilir ki, bu kırılmalardan önemli biri, kültür kuramlarının mimarlık söylemleri içinde yer bulması ve sonrasında yaşananlardır. Bu makale, ağırlıklı olarak bu “kuramsal” başlangıca temellenen “akademik” birikimlere değinecek ve sürecin “tasarım/uygulama” alanındaki karşılıklarından biri olan “kullanıcı odaklı” tasarım yaklaşımlarını somut ve düzenli bir çerçeve içinde açıklamayı deneyecektir.

Bütüncül Bir Arka Plan: “Kuram-Araştırma-Uygulama” Zinciri

Bugün gelişmiş ülke örneklerine ya da başka münferit deneyimlere bakarak başarılı örnekler olarak gösterdiğimiz nitelikli çevre tasarımları, sağlıklı konut çevreleri ya da kentsel dönüşüm ve iyileştirme projeleri, birbirinden bağımsız gelişmiş veya tesadüfi oluşmuş vakalar değillerdir. Aksine gayet bilinçli ve sistemli gelişen entelektüel ve bilimsel bir sürecin ürünüdürler. Güncel tasarım süreçleri “kullanıcı”nın değerlendiği, farklılıklara özen gösteren bir yaklaşım veya örgütlenme modeli öneriyor ve hayata geçirebiliyorsa, bu deneyimlerin ardında davranış ve mekân bilimlerinde son elli yıldır birbirini etkileyerek gelişen bir “kuram-araştırma-uygulama” zinciri var. Gelişmiş ülke deneyimlerinin başarılarındaki büyük pay da sözünü ettiğim zincirin “tüm” aşamalarıyla kesintisiz biçimde tecrübe edilmeye çalışılması ve nihayetinde kullanıcının odak olduğu zihniyetin genel bir mekân politikası olarak benimsenebilmesidir.

Türkiye’ye gelince, zincirin “kuram” ve “araştırma” aşamaları dünya süreçlerine aşağı yukarı paralellik gösteriyor ancak “uygulama” alanında çok ciddi boşluklar ve eksiklikler yaşadığımız bilenen bir gerçek. Akademik alanda oluşan birikimlerin yine o akademik çevrelere hapsolduğu, bu bilgi altyapısına temellenmesi gereken tasarım/uygulama süreçlerinin esasen varolamadığı bir süreci yaşamaktayız. Sıkça dile geldiği gibi Türkiye’de yerel ve merkezî karar mekanizmaları, siyasi irade, kamuyu temsil eden örgütler, finans çevreleri ve akademiler bütünde bir örgütlenme oluşturamamaktalar. Başka bir deyişle, zincirin son halkası ya da tasarım/uygulama safhası Türkiye deneyimlerindeki “en zayıf halka”. (Tablo 1)

Akademik birikimlerin pratiğe yakınlaşmasının, kuramsal birikimlerin “gerçek hayata”, kültür ve tasarım politikalarına aksetmesinin önemli bir zaruret olduğu düşüncesiyle, bu çalışma iki hedef belirledi: İlki bir “birikim güncellemesi” yapmak. Son elli yılın mekân ve davranış bilimlerinin deneyimi yazıda nitelendirilen “kuram-araştırma-uygulama” zinciriçerçevesinde tekrar değerlendirmeye alınacak. Bu alanın yarım asırdır ürettiği akademik birikimler, dünya ve Türkiye literatüründe geldikleri güncel nokta üzerinden sınıflandırılarak ortaya konacak. Çünkü bu birikimler, gerek zihniyet gerekse de bilgi olarak “kullanıcı odaklı tasarım süreçleri”nin altyapısını veri tabanını oluşturmaktalar.

İkinci ve pratiğe dönük esas hedef ise, çeşitli yerel deneyimler ve uygulamalardan faydalanarak “kullanıcı odaklı tasarım” yaklaşımını daha somut olarak tanımlamaya çalışmak. Meramı mutlak ve kesin bir reçete sunmak yerine, ortamın öznel koşullarına bağlı şekillenmek olan bu çok sesli tasarım yaklaşımlarının başarılı uygulamalarında bulunan “ortak özellik ve aşamaların” belirlenmesinin, özellikle geniş kitleleri ilgilendiren yaşam çevrelerinin düzenlenmesi ya da iyileştirmesine yönelik tasarım çalışmaları için yararlı bir rehber olacağı umudunu taşıyorum.

I. Kuramsal Başlangıç: “Kültür-Davranış Temelli Mekân Söylemleri”

Yazının başında, kültür kuramlarının mimarlık söylemleri içinde yer bulmasının (2) “kullanıcı odaklı yaklaşımlar” için bir nirengi noktası oluşturduğu belirtmiştim. Bunun sağlamasını yapmak için mimarlık alanında yakın zamanda yaşanan gelişimleri kısaca anımsamakta fayda var.

Geçmişe baktığımızda uzun yıllar mimarlık disiplininin kültürün yapılı çevrenin biçimlenişi ve mekân örgütlenmeleri üzerindeki hayati etkisini farkedemediğini görüyoruz. Bunun iki temel sebebi var: Birinci neden, klasik mimarlık kuramlarının sadece belirli yapı türleri (dinî yapılar, saraylar, anıtlar, türbeler, müzeler vb.) ile seçtiği birkaç kültürle ilgili olması. Bu “seçkinci yaklaşım” mimarlığın alanlarını sınırlayarak onu oldukça geniş bir kültürel malzemeden mahrum bıraktı. Bir diğer neden ise, mimarlık disiplininin, sorunlara yaklaşımı ve onlar üzerine geliştirdiği teorilerin genellikle kural koyucu-normatif nitelikli oluşu ve vakaları açıklamak anlamında genellikle yetersiz kalması. Klasik mimarlık söylemleri içinde vakaların açıklanışı daha ziyade polemikler üzerinden, tartışanın ikna kabiliyetine bağlı olarak yürüdü. Pozitif bilimler veya davranış bilimlerinde varolan “açıklayıcı kuramlar”ın geleneksel mimarlık söylemlerinde yer bulamaması herşeyden önce kültür gibi karmaşık bir vakanın anlaşılmasını geciktirdi. (3)

Ancak 1960’lı yıllara gelindiğinde, modern mekân anlayışının sorgulandığını, kullanıcının fiziksel gereksinimlerinin ötesindeki anlam ve kimlik ifşası gibi ihtiyaçlarının tartışıldığını, karar mekanizmalarının üstten kavrayıcı otoriter yapısının eleştirildiğini ve kültür konusunun da daha derin anlamda irdelenmek üzere mimarlık söylemlerinin içinde yer aldığını görebiliyoruz. Bu dönemde kültür ve kimlik başlıkları, mimarlığın kendi alanı içinden gelen ve disiplinin kendine has, biraz da polemiğe dayalı yöntemleri ile sorgulanırken, kültür-mekân ilişkilerine dair çok daha önemli bir açılım, o döneme değin dışlanan yerel/geleneksel konut mimarlığı üzerine yapılan çalışmalar kanalıyla geldi. 1960’lı yıllarda Oliver, Rudofsky, Rapoport gibi araştırmacılar yerel çevrelere dikkat çekmekte ve konut mekânlarının organizasyonunun ardında yatan “kullanıcı” etkenine işaret etmekteydiler. (4) Bu çalışmaların içinde Rapoport'un Konut Biçimleri ve Kültür adlı çalışması ise o ana değin mekân ve kültür ilişkileri adına söylenmiş ve yapılmış en radikal yaklaşımı oluşturdu. Coğrafik, fiziksel ve teknik gerekirciliğe karşı kültürel determinizmi ortaya koyan çalışmanın, konut mekânları ile kültürün ilişkilerini ortaya koymasından daha önemli özelliği, net bir “teze” oturması, davranış bilimlerinin “açıklayıcı kuramlarından destek” almasıydı. Bu çalışma belki de kendinden umulanın çok ötesinde bir etki yarattı; mimarlık da dahil tüm mekân bilimlerinin mekâna bakış açısını dönüştürecek olan insan kaynaklı mekân kavrayışının ve kullanıcı gereksinimlerinin esas alındığı tasarım/karar süreçlerinin başlangıcı oldu. Mekânı şekillendiren ana unsurun “kültür” olduğu, insan davranışlarının ve anlamlarının görünür ya da gizli olmak üzere farklı boyutlarda mekânsal karşılıklarının bulunduğu fikri, sadece sınanmış ve kabul edilmiş bir bilgi/kuram olmakla kalamayacak, bu aşamadan itibaren mekâna ilişkin pek çok yeni soruyu da gündeme getirecekti.

II. Bilimsel Altyapı: “Çevre-Davranış Bilimleri”

Kültürün öğeleri, inançlardan ideolojilere, aile yapısından yemek alışkanlıklarına, geçim biçimlerine değin birçok unsur ve el değmemiş birçok yerleşme kültürü deşifre edilmeyi beklemekteydi ve üstelik tek bir disiplinin üstesinden gelemeyeceği büyüklükte bir bilgi ve yöntem sorunu vardı. Bu anlamda, davranış ve mekân bilimlerinin akademik dünyaları sınırlarını birbirlerine açmaya, birikimlerini paylaşmaya ve ortak alanlarda kesişmeye başladılar. Mimarlık, kent planlama, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, coğrafya gibi temel disiplinler, kesiştikleri noktalarda çevre-davranış bilimleri, çevre psikolojisi, insan-çevrebilim vb. başlıklarla adlandırılarak tanımlandı. Konut mekânı-kültür ilişkilerinden kaynaklanan ve 1960’lardan bugüne değin geçen yaklaşık elli yıllık süreçte bu yapılanma büyük bir hız ve ilgiyle gelişti.


İnsanın mekân ile olan ilişkisi, barınma gereksinimi o zamana dek genel geçer ve temel fiziksel gereksinimlerle açıklanır ve mimarlık bu nesnel gereksinimlere cevap vermekle yükümlü görülürken, bu yaklaşımla birlikte barınmaya dair gereksinimler “davranışsal” boyutlarıyla ve en az fiziksel gereksinimler kadar önemli addedilerek tartışılmaya başlandı. Bu andan itibaren salt kültürel kimlik ve alışkanlıkların değil, mekân ve çevreyle etkileşime esas olan diğer beşeri mekanizmaların da -psişik, bilişsel, siyasal/ideolojik, ekonomik vb.- çalışıldığı ve felsefeden ekonomiye birçok alanın kendi kuramları ve araçlarıyla çok disiplinli bir yapı oluşturduğu gözlenir. Dolayısıyla, kültür temelli yaklaşımlar, kullanıcının mekân ile ilişkilerinin sosyo-kültürel boyutlarını açığa çıkarmakla sürecin sadece başlangıcını oluştururlar. Sonrasında ise gelişen farklı kuram ve söylemlerle genişleyen bilgi birikiminin ve eylem alanının neredeyse bir alt parçası haline geldiler.

Tablo 2’de, bugün çevre-davranış bilimleri literatürü içinde özellikle mimarlık-mekân bilimlerini ilgilendiren ana çalışma temalarının bir sınıflandırması yapılıyor. Esas amaç “kullanıcı odaklı” tasarım süreçlerinin bilimsel tabanını ortaya koymak olduğundan, davranış ile mekân ilişkileri dışında kalan ve mekânsal temalar harici faktörleri ele alan sosyolojik, ekonomik, istatistiksel vb. çalışma başlıkları dahil edilmedi.

Çevre-davranış bilimleri güncel literatürüne bakıldığında temel olarak şu genel kategorilerin altında konuların çeşitlendiği gözleniyor:

1. Kuramsal/kavramsal analizler: İnsanın çevre ya da mekânla davranışsal ve psikolojik süreçlerini açıklayan mekanizmalar, ilişki analizleri, kavramsal açıklamalar;

2. İnsan davranışları ve kullanımlarının mekân organizasyonları ve örgütlenmeleri arasındaki açık ya da örtük ilişkiler üzerine araştırmalar;

3. Sosyo-kültürel yapıdaki değişimlerin ve dönüşümlerin yapılı çevre ve mekân organizasyonları üzerindeki etkilerini ortaya çıkaran çalışmalar;

4. Yaşam alanlarına dair kültürler-arası karşılaştırmalı çalışmalar;

5. Kullanıcının çevresel algı, memnuniyet değerlendirmelerine yönelik yöntem ve vaka çalışmaları;

6. Yapılı çevrelerin kullanım sonrası değerlendirmeleri;

7. Tasarım kılavuzları ve yönergeleri;

8. Çevre-davranış ilişkileri araştırmalarında ve çevresel tasarım uygulamalarında yöntem sorunlarına üzerine çalışmalar ile uygulama değerlendirmeleri.

Bu genel hatlarıyla ortaya konan araştırma başlıklarını, esasen “kullanıcı odaklı tasarım”ın altyapısını oluşturan bir “bilgi ağı” olarak görmek gerek.

 


III. Uygulama Sahası: “Kullanıcı Odaklı Tasarım Süreci”

Kullanıcı odaklı tasarım, yazıda özetlemeye çalıştığım kuramsal ve bilimsel deneyimlerin doğrudan ya da dolaylı çeşitli biçimlerle plan, karar ve tasarım süreçlerine aktarma biçimlerinden biri. Genelgeçer ve her tür zeminde uygulanabilecek mutlak bir yöntem olmadığını esasen ortam koşullarının özgün niteliğine göre şekillenen, kendini düzelten ve halen de denenerek gelişen bir süreç olduğunu belirtmekte fayda var. Özellikle kentsel dönüşüm projelerinde ya da geniş kitleleri ilgilendiren büyük ölçekli yaşam çevrelerinin tasarımında denenen bu süreçlerin halen farklı isimlerle çağırılıyor olması, hem “yeniliğinin”hem debağımsız” tecrübelerle geliştiğinin göstergesi.

İsimlendiriş farklılıkları vurgu veya yöntem olarak bazı nüansları içermesinden kaynaklıyor. Örnekse, “çevresel tasarım” (environmental design) yaygın olarak çevresel parametreleri gözönünde bulunduran bir sürecin adı iken “kullanıcı gereksinimleri temelli tasarım” (user needs-based design) (6) birey-kullanıcı ve davranışsal unsurlara vurgu yapmakta. Kullanıcının tasarım ve karar süreçlerine dahil olduğu “katılımcı tasarım” (participatory design) veya “işbirlikçi tasarım” (colloborative design) (7), yine kullanıcının programlamaya dahil olduğu ürün veya yazılım tasarımlarını da içeren “kapsamlı tasarım” (inclusive design) (8) ya da özellikle büyük ölçekli tasarımların etaplara bölünerek tasarlanması ve uygulanması, bir sonraki aşamanın bir öncekinin başarısına göre tekrar biçimlenmesini öneren “gelişimsel tasarım” (evolutionary design) (9) bu yaklaşım farklılıklarından bazılarıdır.

Bu çalışma çerçevesinde “kullanıcı odaklı tasarım” tüm bu yaklaşımları kapsayıcı bir başlık olarak kullanılıyor. Kullanıcı davranışlarının bilimsel araştırma verileriyle tanımlandığı, davranış hedeflerinin tasarım kararlarına veri oluşturduğu, yanıtları ve kararları profesyonellerle birlikte kullanıcının verdiği, tasarımcının tasarım eylemine rehberlik ettiği, çevre ve davranış araştırmaları bilgisinden tam olarak yararlanıldığı, etkilerin sıklıkla geri bildirimlerle değerlendirildiği bir tasarım sürecini kastediyor.

Araştırmalar ve geri bildirimler gösteriyor ki, bu ilkelere dayanarak başarılı olmuş tasarım ve uygulamalar, tekil ölçekteki yapı tasarımlarından (okul, yurt, cezaevi, hastane vb.) mahalli ölçekteki yenilemelere (çöküntü bölgelerinde konut alanlarının düzenlenmesi vb.) değin aşağı yukarı benzer aşamalardan geçiyor. Bundan sonraki aşamada ve Tablo 3’te P. D. Cherulnik”in “çevre davranış araştırmalarının uygulamaları” (10) üzerine yaptığı araştırmalar temel alınarak “kullanıcı odaklı” tasarım sürecinin bir modeli oluşturulmaya çalışılacak.

 

KOT : “Kullanıcı Odaklı Tasarım”

1. “Yerleşim Analizleri”

Mimari tasarım sürecinin ilk adımı “çevre analizi”, yerin fiziksel çevre verileri (iklim, topografya, ulaşım ağları gibi) ile tarihsel, sosyal özellikleri (kullanıcı grupların özellikleri, tercih ve beklentileri vb.) hakkında bilgi ve verilerin toplanmaya başlandığı evre olarak bilinir. Geleneksel süreçlerde mimar hem “gözlemci”, hem “analizci”, hem de “karar verici” olurken, uzmanlık sınırlarını aşan bir yükümlülük almakta. Örnekse, kullanıcının yatırımcı olduğu koşulda mimar doğrudan kullanıcı ile ilişkiye geçerek gereksinimleri tespit edip program oluştururken, kullanıcının belirli olmadığı ya da genel bir kullanıcının sözkonusu olduğu koşullarda ise yatırımcıyı ya da yetkili otoriterleri gereksinimler, programlar ve kararlar hakkında yönlendirmekte.

Kullanıcı odaklı tasarım süreci, mimarın üzerinden yatırım programlama ya da davranış değerlendirme gibi profesyonel analiz yükümlülüğünü alarak, daha özel uzmanlık alanlarına paylaştırır. Örneğin, mevcutta yaşanılan bir mahallede ya da yenileme yapılacak herhangi bir bölgedeki konut alanında kullanıcı gruplarıyla yapılan tüm çalışmalar “saha gözlemcileri ve analizciler” tarafından yapılır ve sonuçlar tasarımcının önüne “araştırma bulguları” olarak sunulur. Bu başlangıç analizleri, görünür kullanıcı aktivitelerinin saptanması, kültürel grup özelliklerinin (etnik özellik vb.), demografik yapının ve özel/marjinal kullanıcı gruplarının (çocuk, yaşlı vb.) tanımlanması gibi başlıkları içerir. Kullanıcının kimi zaman sözlü görüşmelerde ifade sıkıntısı çekebileceği bilinciyle yerleşim analizlerinde profesyonel saha gözlemcilerinin “mekânsal dönüştürmeleri” birebir yerinde tespit etmesi gerekebilir. Yeni oluşturulan çevreler için de yatırımcının ya da otoritenin kullanım ve yatırım analizleri üzerine uzman bir etüde başvurması gerekir. Kısaca, yerleşim analizleri tasarıma bir altyapı kurma amacıyla, yerin kendine özgü fiziksel ve kültürel karakteristiklerinin uzman gruplarca çözümlendiği ilk aşamadır.

2. “Davranış Hedefleri”

Tasarım süreçlerinde “programlama” kritik bir safhadır. Kullanıcı merkezli tasarım yaklaşımında program “davranış hedefleri” üzerine kurgulanır. Davranış hedefleri, tasarlanacak çevrenin kendine özgü nitelikleri ile yerleşim analizlerinde kullanıcı tercihleri ve özellikleri esas alınarak saptanan “desteklenecek ya da denetlenecek” eylemlerdir. Örneğin, bir konut çevresi tasarımında toplu sosyal etkinliklerde bulunma, aileler arası ilişkiler, evde çalışma, görenek veya sosyal rollerle güçlenen birarada yaşama talebi ve güçlü sosyal ilişki kurma eğilimi desteklenmesi öngörülen bir davranış hedefi olarak belirlenebilir. Öte yandan, geçici konutlar gibi bir başka yaşam çevresi için ise düşük düzeyde sosyal iletişim ve yüksek denetimli mahremiyet bir önceki örneğe zıt bir örnek olarak tasarımı belirleyici başka bir davranış hedefi ortaya çıkabilir.

Bazı tasarım örneklerinde, örneğin cezaevi gibi bir çevre için davranış hedefleri tartışılmaz derecede belirgindir. Cezaevleri için temel hedef şiddet ve yıkıcılığın denetlenmesi iken, kimi uygulamalarda kullanıcı analizleri ve gözlemleri göstermiştir neredeyse ana amaç kadar monotonluk, can sıkıntısı veya aşırı kalabalık vb. tali sorunların varlığı da önemlidir. Zira bu yan sorunlar ana problem olan suçu teşvik eder. Dolayısıyla, en görünür hedeflerin dahi başka sorun veya hedeflerle ilintili olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Tasarım kararları kullanıcı özellikleri ve talepleri doğrultusunda belirlenen davranışsal unsurlar tarafından oluşturulurken, tasarımcının mekân örgütlenmesinde bu hedefleri gözetmesi beklenir. Süreçte birden çok davranış hedefi saptanabilir, kullanıcı katılımı ve işbirliği özellikle önemlidir. “Toplum veya mahalle atölyeleri” davranış hedeflerinin ortaklaşa belirlendiği en temel paylaşım ortamları olarak ortaya çıkar.

3. “Benzer Modeller”

Ortaya çıkan davranış hedeflerinin mekânsal karşılıkları ya da mekân kurgusuna aktarım biçimleri üzerine birçok açıklayıcı çalışma ve bulgu, çevre-davranış araştırmaları literatürü içinde bulunur. Çevre davranış araştırmaları ve bu araştırmaları temel alan uygulama çalışmalarında “geri bildirim ve değerlendirmeler” sürecin esas parçaları olduğundan -ki ileriki aşamada bu özelliklere değinilecek- çoğu çalışmanın kayıtları ve kullanım sonrası değerlendirmeleri temel başvuru kaynakları olmaktadır. Örnekse, sosyal konutlar için suç oranlarının yüksek yapılarda az katlılara göre daha fazla olduğu; ya da yurt binaları için sosyal ilişki kadar kalabalık dengesinin de kullanıcı memnuniyetini etkileyen unsur olduğu; ya da yine yurt binalarında uzun koridorlar yerine süit odaların sosyalleşme alanı olarak tercih edildiği gibi hazır bulguların varlığı tasarım sürecini hızlandırır. Dolayısıyla tasarımcının bu hazır kaynak ve verilerden kolaylıkla faydalanabilir. Bununla birlikte yine de tüm veriler gerçek bağlam üzerinde tekrar irdelenmeyi ve denetlenmeyi gerektirir.

4. “Görüntüleme” (11)

Davranış hedeflerinin mekânsal düzenlemelerle nasıl gerçekleşebileceğine yönelik küçük “tasarım parçaları” veya “elemanlarının” çalışıldığı; yaşantıyı ve hedefi kolaylaştıracak küçük ölçekli karar ve düzenlemelerin ortaya konduğu evredir. Kullanıcı merkezli tasarımlar “davranış-eylemodaklı” olduğundan dolayı genellikle ufak tasarım parçalarından tasarımın bütününe yürüyen bir süreç gözlenir. Önemli olan, sorunun tespiti ve kolaylaştırıcı önlemlerin kararlaştırılması olduğu için küçük müdahalelerin veya uyarlamaların bile beklenilenden daha büyük bir konfor ve kolaylık sağladığı görülüyor. Sözkonusu müdahaleler her zaman büyük çaplı fiziksel dönüştürmeler değil, kullanıma yönelik iyileştirmeler veya yeniden örgütlemeler de olabilir. Örneğin bir yaşam çevresinde aidiyet ve alana sahiplilik hissini güçlendirici fiziksel karşılıklardan birinin cephelerin kullanıcı tercihine göre çeşitlenebilmesi olduğu saptanmış; renk kullanımlarının serbestliği bu isteğe karşılık gelen bir çözüm olabilmiştir. Ya da bir konut alanı örneğinde kontrol ve denetim gereksinimi, giriş, yollar ve diğer sosyal alanlar üzerinde komşuların birbirini takip edebilmesini ve tanıdık ile dışarıdan olanı ayırdedebilmesini mümkün kılar şekilde düzenlemesiyle giderilmiş ve kolaylaştırılmıştır. Buna benzer davranış hedeflerinin karşılığı olan fiziksel düzenlemelerin somutlaştığı bu aşamada mekâna dair “görüntülemeler” gerçekleştirilerek muhtemel kullanıcılarla paylaşılır.

5. “Bütünleştirme”

Tasarımcının veya diğer karar veren mekanizmaların davranışsal hedefler dışında saptadıkları ucuz maliyet, tasarım estetiği vb. unsurların biraraya getirilerek bütünleştirildiği safhadır. Sonuç tasarımın ortaya çıktığı ve muhtemel kullanıcı grubu ile paylaşıldığı son aşamadır. Alternatiflerin varlığının değerlendirilmelerde yararlı olduğu görülmüştür.

6. Kullanım Sonrası Değerlendirme ve Alana Katkı

Tasarım ve uygulama gerçekleştikten sonra yaşam alanında kullanıcıların memnuniyet ve düşüncelerinin anlaşılması ve başta belirlenen hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğinin sınanması için sistematik ve bilimsel değerlendirmeler yapılır. Eğer geniş bir kentsel çevre veya yenileme çalışması sözkonusu ise, projenin etaplara bölünmesi, tasarlanan ve kullanıma açılan ilk etabın kullanım sonrası değerlendirmelerinin bir sonraki evreye taban oluşturması, tasarım yaklaşımlarının yenilenerek, düzeltilerek geliştirilmesi beklenir.

Başta koyulan hedefler için doğru tasarım kararları oluşturulmuş, uygulamaları başarılı olmuş ve kullanım sonrası değerlendirmeler açısından olumlu geri bildirimler alınmış örnekler sadece kendi çevrelerini olumlu anlamda dönüştürmekle kalmamakta, aynı zamanda kendilerinden sonraki tasarımlara referans ve daha da önemlisi alana birer katkı olmaktalar. Tasarımı bir karar süreç olarak gören ve bilimselliğini esas alan kullanıcı merkezli yaklaşımlarında her araştırma ya da uygulama bir başka proje için de veri olduğundan, uygulamaların kayıtları ve değerlendirmeler oldukça önem taşıyor. Araştırma ile pratiğin bağlantılı olduğu bu tür yaklaşımlarda kimi uygulama, bir hipotezin sınandığı ortam olarak da karşımıza çıkıyor. Örneğin Newman, insanın davranışsal bir mekanizması olan “bölgesellik” özelliğinden hareketle New York’taki bir konut çevresinde mekân örgütlenmeleri ve düzenlenmeleri ile suç ilişkisini çalışmış, araştırmalarının bulguları üzerine uygulamalar yapmıştı. Olumlu karşılanan bu çalışma “savunma alanı” kuramı (12) olarak kabul görerek döneminde ve kendinden sonra da pek çok araştırmaya taban olmuş, özellikle de ABD’de yaygın biçimde uygulanmıştır. (Tablo 3)

Son Olarak

Çevre-davranış çalışmaları gibi “kullanıcı odaklı tasarım” süreçlerini de mimarlığın genel geçer standartlarına, manifestolarına ve otoriter tasarım süreçlerine bir karşı tepki ve eleştiri olarak yorumlamak mümkün. Tasarım ve karar süreçlerindeki değişime paralel biçimde, mekâna fiziki biçimini veren başta mimarlık olmak üzere diğer tüm mekân organizasyon bilimlerinin eylem alanlarının sınırlarının ve rollerinin tekrar tanımlanması kaçınılmaz oluyor. Mimarlık, tasarım-karar faaliyetlerinin en görünür ve son merhalesi olduğundan dolayı ona atfedilen “büyük uzmanlık” yükünü ve sorumluluğunu uzunca bir dönem üstlenmiş olsa da güncel deneyimler ve taleplerle ortaya çıkarıyor ki artık fiziki çevreyi şekillendirmede çok yönlü işbirliklerinin varlığı geçerli olacak.

 

NOTLAR

1. Tablo 1 yazara aittir.

2. Kültür temelli yaklaşımlar insanın fiziksel çevre ile kurduğu ilişkileri ve algılarını “kültür”e bağlarken, farklı veya karşıt söylemler de gelişmiştir. Bunların arasında yapısalcı ve varoluşçu yaklaşımlar çevreyle ilişkileri başka perspektiflerden değerlendirerek açıklarlar. Yapısalcı yaklaşım, insan düşüncelerinin kültüraşırı nitelikte olduğunu belirtirken, varoluşçu yaklaşım özü her ikisinden de (kültür ve doğadan) bağımsız tanımlar. Detaylı bilgi için bkz. Y. Tuan, 1972, “Structuralism, Existentialism and Environmental Perception”, Environment and Behavior, sayı:4, ss.319-331.

3. Mimarlık ve kültür etkileşim sürecinin bu doğrultuda bir eleştirisine K.D. Moore’un Culture-Meaning-Architecture kitabının önsözünde kapsamlı olarak değinilmektedir: K.D. Moore, 2000, Culture-Meaning-Architecture, ed. Aldershot, Ashgate Publishing, ss.1-23.

4. Bahsi geçen dönemde, yerel konut mimarlığı üzerine örnek çalışmalar: B. Rudofsky, 1964, Architecture without Architects, London Academy Editions, Londra; P. Oliver, 1969, Shelter and the Society, Barrie and Rockcliff, Londra; A. Rapoport, 1969, House, Form and Culture, Englewood Cliffs, Prentice Hall.

5. Tablo 2, sınıflandırmalar yazara aittir.

6. Örneğin: P.D. Cherulnik, 1993, Applications of Environment-Behavior Research, Cambridge University Press, Cambridge NY, s.4.

7. Örneğin: H. Sanoff, 2000, Community Participation Methods in Design and Planning, John Wiley & Sons, Inc., New York.

8. Örneğin: J. Clarkson, R. Coleman, S. Keates ve C. Lebbon, 2003, Inclusive Design: Design for the Whole Population, Springer Inc.

9. Sommer, R. 1974, Tight Spaces: Hard Architecture and How to Humanize It, Englewood Cliffs, NJ Prentice-Hall.

10. Cherulnik, 1993.

11. Imaging: Terim Zeisel’e aittir: J. Zeisel, 1981, Inquiry by Design, Brooks/Cole, Monterey, CA.

12. Savunma Alanı Kuramı için bkz. O. Newman, 1972, Defensible Space, Macmillan, New York.

13. Tablo 3: Cherulnik, 1993, s.15’teki tablonun yazar tarafından geliştirilerek yeniden düzenlenmiş halidir.

Bu icerik 45151 defa görüntülenmiştir.