349
EYLÜL-EKİM 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
YARIŞMA DEĞERLENDİRME

Disiplinlerarası İmzacılık

Güven Birkan

Mimar

Proje yarışmalarında hangi durumlarda ekip gerekir? Hiçbir teknik özelliği olmayan bir yapı için, mekanik, elektrik, statik raporlar istenmesinin anlamı nedir? Neden yarışmalarda mühendislerle işbirliği yapma zorlamasına yeterince karşı çıkmadık da, son zamanlarda şehir plancısı ve peyzaj mimarı ile işbirliği yapılması istenince canımız sıkılıyor? Neden gerçekten şehir plancılarının ilgi alanına giren yarışmalar açılmıyor? Ekip çalışması alışkanlığı sadece yarışmalar yoluyla kazanılabilir mi? Son yıllarda açılan yarışmaların çoğu “zoraki evlilik” istenen türden: Disiplinlerarası yarışmalar dönemi yeniden mi başlıyor? Mimarlık hizmetinden sahiden yararlanılmak isteniyor mu? Yazar, bu soruların yanıtlarını arıyor.

Proje yarışmalarında hangi durumlarda ekip gerekir? Hiçbir teknik özelliği olmayan bir yapı için, mekanik, elektrik, statik raporlar istenmesinin anlamı nedir? Neden yarışmalarda mühendislerle işbirliği yapma zorlamasına yeterince karşı çıkmadık da, son zamanlarda şehir plancısı ve peyzaj mimarı ile işbirliği yapılması istenince canımız sıkılıyor? Neden gerçekten şehir plancılarının ilgi alanına giren yarışmalar açılmıyor? Ekip çalışması alışkanlığı sadece yarışmalar yoluyla kazanılabilir mi? Son yıllarda açılan yarışmaların çoğu “zoraki evlilik” istenen türden: Disiplinlerarası yarışmalar dönemi yeniden mi başlıyor? Mimarlık hizmetinden sahiden yararlanılmak isteniyor mu? Yazar, bu soruların yanıtlarını arıyor.

Toplumlar geliştikçe, yeni yeni uzmanlık alanlarının ortaya çıkması, yeni iş bölümlerinin oluşması çok doğal. Ancak ülkemizde tersine işleyen bir süreç yaşıyoruz: Uzmanlıklar toplumsal talep oluşmadan önce ortaya çıkıyor, sonra bu uzmanlıklar, daha öncekileri iteleyip kendilerine yer açmaya çalışıyor. Örneğin, toplum daha henüz mimarı hazmedememişken, iç mimar, peyzaj mimarı, hatta cephe mimarı gibi uzmanlık alanları piyasada hizmet sunmaya başlıyor. Üstelik Mimar Sinan’dan başka bir mimar adı bilmeyen ve zaten “mimar” kelimesini belki de Sinan’ın göbek adı olduğunu zanneden toplumumuz, bu yeni yeşeren uzmanlık alanlarının ne iş yaptığını daha kolay kavrıyor; hizmet alanları daha tanımlı olduğu için belki. Halk arasında bu konuda ulaşılabilen en üst düzey bilinç, “İç mimar mı, dış mimar mı?” sorusu ile özetleniyor. En genel anlamıyla mimarlık mesleğinin de, Cumhuriyet döneminde toplumun bir talebi sonucu değil, meslek yetkilerini yasal düzenlemelerle inşaat ve harita mühendislerinden devralarak varlığını sürdürmeye çalışageldiğini söylersek, çok yanlış olmaz sanırım. Bu yüzden de mimarlar, ya prosedürü tamamlayan bir imza olarak ya da bu yetkileri nedeniyle kentlerimizin yaşanmaz hale gelmesine neden olan günah keçileri olarak görülüyor.

Derken şehir plancılığı sahneye çıkıyor. Gerekçeyi oluşturan söylem görünürde şu: “Kent gelişmesini yönlendiren toplumsal, ekonomik ve politik etkenler dikkate alınmadan sadece fiziksel mekân boyutunu gözeten kararlarla kentler planlanamaz; ancak kentlerimizi planlayan mimarların sosyal bilimlere dayalı bir formasyonu yok, bu eksiklik giderilmeli.” Bu gerekçeyle kurulan şehir plancılığı bölümlerinden mezun olanlar için başlangıçta şöyle bir yorum yapılıyor: Kent planlaması çok disiplinli bir ekip çalışması olacak ve ekip içinde mimarlar mekânsal boyutuyla, plancılar sosyal boyutuyla uğraşacak.

Şu andaki tabloda ise, tasarım ağırlıklı olmayan bir eğitimden gelen şehir plancılarının, mekânsal kararların önemli olduğu ölçeklerde bile tam ve tek yetkili kılındığını görüyoruz; tabii yine yasal düzenlemeler sayesinde. Mühendis ile mimarı ayırdedemeyen bu toplum, şehir plancısının ne yaptığını ve ne yapması gerektiğini de bilmiyor. Ama zaten hiçbirine toplumsal iş bölümü içinde yeterince talep olmayan bu uzmanlıklar biraraya gelip ortak bir mücadeleye girmek yerine, birbirlerinin alanlarından pay kapmaya çalışıyorlar. Bu didişmeden, yarışma kurumu da payına düşeni alıyor. Konuyu, bazı sorular sorup onlara yanıt arayarak tartışmaya çalışacağım.

Mayıs çok hareketli bir ay, bayramların biri gelip biri gidiyor: Eskiden 27 Mayıs vardı, şimdi 1 Mayıs var; 19 Mayıs şimdilik yerinde duruyor. Ama bir de anneler günü var; bu özel gün nedeniyle yapılan reklamların birinde sevimli bir kız çocuğu annesinin mesleğini şöyle tanımlıyor: “Benim annem hem doktor, hem polis, hem öğretmen, hem aşçı, hem itfaiyeci, hem ayakkabı bağlayıcısı.” Mimar da, daha nitelikli tasarımlar yapabilmek için, bir anne gibi, çok disiplinli bir kişiliğe sahip olmak zorunda. Ama bu özellik, o uzmanların görevlerini üstlenmek için değil, hangi uzmanlarla ne zaman işbirliği yapacağına karar verebilmek, o işbirliğini yürütebilmek ve uzmanların verilerini biraraya getiren bir tasarım gerçekleştirebilmek için gerekli. Mimar bu nedenle meslek pratiği içinde ekip çalışması alışkanlığı kazanma şansına sahip.

Proje Yarışmalarında Hangi Durumlarda Ekip Gerekir?

Yarışma, yöneticilerin ve bazı mühendislerin zannettiğinin aksine, ertesi gün uygulanacak bir teknik doküman elde etme amacını taşımaz. Bir ana fikrin ortaya konmasına yöneliktir. Bu nedenle de ayrıntılara girilmesi gereksizdir. Bu noktada hemen belirteyim, tüm yarışmaların “fikir projesi” kategorisine sokulup telif haklarının gaspedilmesini amaçlayan bir “fikir” kavramından sözetmiyorum; Frenkçe’de “konsept” denen, temel kavramsal yaklaşımı kastediyorum. Önerilen bu ana fikrin uygulanabilir olup olmadığına jüri karar verecektir; bugünün bilimsel ve teknolojik verilerinin dışında bir şey önerilmediği sürece, yarışmacının, projesinin uygulanabilirliğini kanıtlaması gerekmez ve bu nedenle de uzmanlık raporlarının istenmesi anlamsızdır. Öte yandan, yarışmaya katılımın artması ve özellikle gençlerin özendirilmesi esastır; bu yüzden de proje sunuş yükünü emek ve para olarak artırmak doğru olmaz.

Mimarlık Yarışmalarında Mühendislerin Zoraki Rolüne Tepki Gösterildi mi?

Bu yaklaşım geçerli ise, hiçbir teknik özelliği olmayan bir yapı için, mekanik, elektrik, statik raporlar istenmesinin anlamı nedir? Neden yarışmalarda, mühendislerle işbirliği yapma zorlamasına yeterince karşı çıkmadık da, son zamanlarda şehir plancısı ve peyzaj mimarı ile işbirliği yapılması istenince canımız sıkılıyor? Bu sorunun şöyle bir yanıtı olabilir: Meslek pratiği içinde mühendislerle işbirliği zaten uzun yıllardır sürmekteydi ve bir yarışma vesilesiyle onlardan bir rapor istemek sorun yaratmamaktaydı; daha önceki benzer bir yarışmanın raporu bile çoğu zaman sorunu çözüyordu; zaten prosedür açısından önemli olan bir imza idi.

Yarışmacının sunmak zorunda olduğu belgeler içinde mühendislerin imzaladığı birer raporun yer almasının ötesinde, jüride bir inşaat mühendisinin bulunması da yıllarca yadırganmadı; sözkonusu yapının hiçbir taşıyıcı sistem özelliği olmadığı ve jüri üyesi olan inşaat mühendisinin bazı durumlarda strüktür mühendisliği alanında uzman olup olmadığı da bilinmediği halde. Bu tespiti yaparken şu soruyu da sormak gerekir: Sahiden özelliği olan bir taşıyıcı sistem gerektirebilecek yapıları konu alan yarışmaların sayısı neden bu kadar az? Böyle bir yarışmada bir strüktür mühendisinin görev yapmasını kimsenin yadırgayacağını sanmam.

Jüri üyelerinin oylarının eşit ağırlıkta olduğu dikkate alındığında, bu görevi yapanların, konunun bütünü üzerinde söz söyleyebilecek nitelikte olması da önem taşır. Jüride, mimarlık nosyonu zayıf olan bir başka meslek adamının, mimari değerlendirme nedeniyle kullandığı oy, kararlarda belirleyici olabilir; her ne kadar “Ben oyumu kendi uzmanlık alanım açısından verdim.” dese de. Bu noktada, karar verici kişi ile danışılacak kişi birbirine karışmış oluyor. Jüri çalışması da bir ekip işidir. Ama nasıl ki mimar bir tasarımı geliştirirken mühendislere danışıp onların taleplerine cevap verecek bir çözüm ararsa, bir jüri üyesi de uzmanlara danışıp zihninde yapacağı bir sentez sonucu nihai kararı vermek durumundadır. Burada önemli olan şu sorunun gerçek yanıtını bilmektir: Mühendislik raporları istenmesi ya da mühendislerin jüri üyesi olması uygulaması, yarışma kurumunun gerçek bir gereksinmesi olarak mı ortaya çıkmıştır?

Şehir Plancıları Neden Mimarlık Yarışmalarına Katılamasın?

Farklı uzmanlıkların ağırlığının birbirine yakın olduğu yarışmalar açılabilir: Örneğin bir kent meydanı düzenlemesi. Böyle bir yarışmaya, bir mimar tek başına girebildiği gibi, bir peyzaj mimarı, bir şehir plancısı da öteki uzmanlarla işbirliği yapmadan girebilir, bu uzmanlıkların hepsi de başarılı sonuçlar alabilir. Çünkü, tasarım formal meslek eğitiminin yanısıra, deneyim, beceri ve yetenek işidir. Ancak burada, her zaman olduğu gibi, jürinin niteliği son derece önemlidir. Mimarinin ağır bastığı bir konuda asıl sorun, şehir plancılarının yarışmacı olması değil, jüride ağırlıklı olmasıdır.

Birden fazla disiplin bazı yarışmalarda birden fazla ölçeğe karşılık olabilir. Bu durumlarda iki ya da üç kademeli yarışma yapılabilir; tabii, yatırımcının zamanı ve parası varsa.

Farklı disiplinlerin yakın ağırlıkta olduğu yarışmalarda en önemli sorun, bir disiplinde çok başarılı olan bir önerinin, öteki disiplinlerde yetersiz kalması durumudur. Bu durum jüriyi açmazda bırakmanın ötesinde, tüm disiplinler açısından en iyi olabilecek bir çözüme ulaşılamaması anlamını da taşır. Telif hakları konusunun farklı yorumlanıp, birinci gelen projenin, uygulamada diğer projelerdeki iyi fikirlerden de yararlanabilmesi biçimindeki bir yaklaşımı, meslek topluluğu içinde bile tartışmaya yanaşamıyoruz. Böyle bir uygulamanın istismara ne kadar açık olduğunu ve birinci gelenleri ne kadar güç durumda bırakabileceğini kabul etmek gerek. Öte yandan, diğer yarışmacılar da fikirlerinin parçalanıp kullanılmasını istemeyeceklerdir.

Ekip Çalışması Alışkanlığı Sadece Yarışmalar Yoluyla Kazanılabilir mi?

Mimarların şehir plancılarıyla ve peyzaj mimarları ile işbirliğine zorlanması durumunda, konu, hazır bir rapora imza atacak bir meslek mensubu bulmanın ötesine geçiyor. Birlikte karar vermeye alışmamış bu uzmanlık dalları, yapıcı bir yaklaşımla biraraya gelseler bile, nihai ürünü oluşturmakta sorun yaşıyorlar. Bu tür birlikteliklerin yaşandığı bir meslek pratiği yaygınlaşmadığı sürece, sadece yarışmalar vesilesiyle bu alışkanlığın kazanılması neredeyse olanaksız. Bu durumda tek çözüm, birinin karar verici olup ötekilerin ona uyması. Karar verici ya da bir deyişle “ekip başı” hangi meslektense, proje o doğrultuda gelişiyor. Sergide sonuçlara baktığınızda da, birçok öneride, ekip başının hangi meslekten olduğunu anlayabiliyorsunuz. Proje belli bir ortalama kaliteye ulaşmışsa ve ekip başının hangi meslekten olduğu ilk bakışta anlaşılamıyorsa, o projenin derece ya da mansiyon alma şansı artıyor. Sergiyi gezerken, zorunlu kılınan disiplinlerden birinin, bazı projelere neredeyse hiç katkısı olmadığı izlenimini de edinebiliyorsunuz; böyle bir proje ile karşılaştığında insan, zarfın içindeki imzanın ne kadar önemsiz olduğunu düşünüyor.

Son yıllarda açılan ve Baran İdil’in deyişiyle “zoraki evliliğe” konu olan yarışmaların çoğu, aslında şehir plancısının karar verici olarak değil de danışman olarak katılmasının daha doğru olduğu türden; gerçi yarışmacı olarak katılmalarında herhangi bir sakınca olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada, düşündürücü olan, neden gerçekten şehir plancılarının ilgi alanına giren yarışmaların açılmadığı. İzmit, Konya, Zonguldak, Gaziantep kent planı yarışmalarını anımsıyorum. Ama aynı zamanda, bu yarışmaların şartnamesini hazırlamak için, İller Bankası’nın deneyimli ve çok disiplinli ekiplerinin aylar süren araştırmalarını ve karara zemin hazırlayan analiz çalışmalarını da. O dönemde, yarışmacıların yararlanması için hazırlanan şartname eki kitaplar, bugün hâlâ kaynak yayın olma özelliğini koruyor. Gerçi, bu kadar çalışmayı hazırlayan ekibin, son bir hamleyle neden planlama çalışmasını da yapmadığını anladığımı da söyleyemem. Bir kentin tümünün değil de, kent parçalarının yarışmayla planlanması daha akla yakın geliyor. Ama belediyeler, küçük meydan düzenlemelerinin ötesine geçmeye pek eğilimli görünmüyorlar. Yarışmayla verilecek kararların fazla gözönünde olması, belki de yöneticileri ürkütüyor.

Yerel yönetimler, gelirlerinin ve planlama yetkilerinin çok sınırlı olduğu dönemlerde nadiren yarışma açabilirlerdi. Ama uygulanma olanakları ve olasılıkları düşük olduğu için de bu yarışmalarda birincilikler sıkıntı yaratırdı. Son yıllarda açılan yarışmaların çoğu, sanırım yerel yönetimlere ait. Bunların önemli bir bölümü de, “zoraki evlilik” istenen türden. Yarışmanın konusunu ve koşullarını, belki de, belediyelerin yarışma açan birimlerini yönetenlerin mesleği belirliyor. Eskiden fen işleri ve imar ile ilgili birimlerde inşaat ve harita mühendisleri, hatta teknisyenleri ağırlıktaydı; planlama ile ilgili ayrı bir birim birkaç büyük kent dışında zaten yoktu. Daha sonra, bu birimlerde mimarlar dönemi yaşandı. Şimdi de şehir plancıları yavaş yavaş ağırlıklarını artırıyorlar. Bu tespit doğruysa, disiplinlerarası yarışmalar dönemi de yeni başlıyor demektir. Bu durum belki de, yarışmayı açan kuruluşların da işine geliyordur.

Mimarlık Hizmetinden Sahiden Yararlanılmak İsteniyor mu?

Özellikle yerel yönetimlerin, proje elde etmek için, yarışma yoluna başvurma nedenlerini kolay kolay açıklayamıyorum; işleri seçim dönemi içinde yapıp bitirmek ya da tercihen kendilerini destekleyen çevrelerle iş yapmak gibi eğilimler nedeniyle yarışmalar, onlar için pek çekici olmasa gerek. Meslek odalarının yanısıra, belediyelerdeki teknik birimler, zaman zaman, yarışma açma konusunda başkanları bir biçimde etkiliyor olmalı. Ama özellikle kamu kuruluşlarının, mimarların hizmetinden sahiden yararlanmak için bu yolu seçtiklerinden emin olmak çok zor. Çünkü daha şartname hazırlığı aşamasında, jüriler genellikle devre dışı tutulmaya çalışılıyor, şartnamelere, kazananın telif hakkını idareye devretme hükmü konuyor, kazara inşaata başlama noktasına kadar gelinmişse, mesleki denetim sorumluluğunun müellife verilmesi genellikle istenmiyor. Geriye ne kalıyor bilmem. Bu devre dışı bırakma taktiğinin uygulanmasında, meslektaşlarımızın rolünün olmadığını söylemek de pek kolay değil.

Bütün Bunları Tartıştıktan Sonra, Şu Tür Sonuçlara Varılabilir…

Sorunları aşmada ilk adım meslek içi dayanışmadır. İster yarışmayı çıkaran, ister jürilik yapan, ister yarışmacı olarak katılınılsın, meslek mensupları tek bir hedefe yönelik olarak kenetlenmelidir: İyi bir yarışma süreci, iyi bir proje ve iyi bir uygulama; tabi kamu yararı gözetilerek.

İkinci adım, çalışma ve yetki alanlarının içiçe geçtiği uzmanlık dallarıyla uzlaşma yoluna gitmektir. Önce jüri kompozisyonları oluşturulurken, daha sonra da jüri çalışmaları içinde ve son olarak da yarışmacı ekipler içinde, karşılıklı ikna yolunu seçmek zorundayız. Bu konuda ilgili meslek odalarının yönetimlerine önemli görevler düşüyor.

Üçüncü adım, disiplinlerarası yarışmalarda, ne yarışmaya girecek disiplinlerle ilgili bir sınırlama getirmek, ne de ekip kurmaya zorlamak. “Hodri meydan” çözümü sanırım en doğru yoldur. Her tür zorlama bizi imzacılığa götürür.

Tabii daha genelde, meslek pratiği ile eğitim programlarının karşılıklı ilişki içinde ele alınıp toplum yararına bir çözüme ulaştırılması için ciddi çalışmalara gereksinim var. Bu da meslek örgütlerinin rol oynayacağı bir alan.

Bütün bunlar için de, doğru hedefler ve gerçekçi bir strateji belirleyip, programlı bir çalışmaya girmek gerek. Salt yakınmak için biraraya gelmenin hiçbir yararı olmadığını söylemek istemiyorum; bu tür toplantılar sayesinde, en azından eski ve yeni dostlarla buluşmanın tadını çıkarabiliyoruz.

Bu icerik 3217 defa görüntülenmiştir.