346
MART-NİSAN 2009
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ANMA

Yönetimin Kalitesi Kentlerin Yaşanabilirliğinde Gizli

DOSYA:

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
YARIŞMA DEĞERLENDİRME

Sarıkamış Yarışması’nın Anımsattıkları: İğne ve Çuvaldız

Güven Birkan
Mimar, Sarıkamış Harekâtı Anma Alanları Fikir Yarışması Asli Jüri Üyesi


Uzun zaman, üzerindeki küller fazlaca eşelenmeden bırakılan Sarıkamış Harekâtı, son yıllarda yavaş yavaş toplumumuzun gündemine girmeye başladı. Bunda, dünyanın ortadoğusundaki ve Türkiye’nin güneydoğusundaki gelişmelerin de etkisiyle güçlenmekte olan milliyetçi rüzgarların da katkısı olsa gerek. Gerçi ilgilenenler bilirler ki, harekâtta yaşamını kaybeden onbinler, her yıl yerel törenlerle anılagelmiş, bu konuda çeşitli yayınlar yapılmış, edebi eserlere esin kaynağı olmuştur. Ayrıca, 1990’lı yıllardan başlayarak, şehitliklerle ve tabyalarla ilgili koruma kararları alınmıştır.
 
Harekâtın cereyan ettiği alanlardaki doğal ve kültürel değerleri korumak, geliştirmek, tanıtmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla, bakanlıklar düzeyindeki ilk girişim, 2007 yılında yapılmış, bir teknik kurul, bir yönlendirme kurulu, daha sonra da bir bilimsel danışma kurulu oluşturulmuştur. Bu kurullar, Sarıkamış Harekât Bölgesi’ne ilişkin bir tasarım ve fikir yarışması açılmasını ve bunun için gerekli kaynağın Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan sağlanmasını, aynı yıl içinde karara bağlamıştır.
 
İzleyen yıl oluşturulan yarışma jürisi, hazırladığı şartname ile harekâtı ve şehitleri anımsama ve anmaya ağırlık vermekle birlikte, bu yarışma ile kentin mekânsal yapısının zenginleştirilmesine katkı yapılmasını da amaçlamıştır. Bu arada, doğal verilerin, kış sporları ve turizm bağlamında sağladığı olanaklara da dikkat çekmiştir. Şartname, yarışmaya sadece, dört disiplini (mimar, şehir plancısı, peyzaj mimarı ve heykeltıraş) içeren ekiplerin katılmasını öngörmüştür.
 
Yarışmacılara, kentin iki ucunda iki alan verilip, buralarda, kenti de içine alacak bir “anma etkinlikleri kurgusu” yapmaları ve bunu mekâna yansıtacak kentsel tasarım önerileri geliştirmeleri istenmiştir.
 
* * *
 
Değerlendirme çalışmaları için toplanıldığında, bir jüri üyesi olarak en büyük endişem, farklı ölçeklerdeki ve farklı disiplinlerdeki çalışmaların değerlendirmedeki ağırlığı konusunda jürinin nasıl bir uzlaşıya varacağı idi; istenenlerin ölçeği, 1/10.000 ile 1/20 arasında değişiyordu ve dört disiplinin birarada çalışması isteniyordu. Şartname hazırlık çalışmalarındaki tartışmalar, bu konuda çok zorlanabileceğimizi akla getiriyordu. Ölçütlerin ağırlıkları konusunu şartname hazırlıkları aşamasında sonuçlandırma olanağı yoktu; yarışmanın yıl içinde sonuçlanmasını öngören takvim, tartışmaları daha da uzatmayı engelliyordu. Çok disiplinli yarışmalar konusunda meslek topluluğumuz içinde sürüp giden tartışma da henüz yeterince olgunlaşmamıştı. O aşamadaki düşüncem, istediği disiplinlerle birlikte çalışma konusunda yarışmacıları serbest bırakmanın daha uygun olduğu idi; sunulacak projeler, nasıl olsa çok disiplinli bir jüri tarafından değerlendirilecekti. Ancak bu konuyu da, sadece bu yarışma bağlamında ele almak ve sonuçlandırmak olanağı yoktu.
 
Yarışmaya katılan 33 ekibin sunduğu yapıtların önünden hızla geçtiğimde, ciddi ve titiz çalışma ürünü projelerin yanısıra, çok amatör hatta baştan savma çalışmaların da sunulduğunu gördüm. Bunlara biraz alıcı gözle baktığımda, birçoğunda önemli yetersizlikler farkettim:
·   Yapıtlardaki yazılı öneriler, mekâna ve çizimlere yeterince yansımamıştı.
·   Yarışmanın amacına ilişkin düzenlemelere yeterince ağırlık verilememişti.
·   Dört disiplinin her birinde aynı başarı düzeyine ulaşılamamıştı.
·   Ölçeklerin tümünde aynı başarı sağlanamamıştı.
·   Zaman zaman ölçek kaçmıştı.
·   Kentsel sorunların çözümünde ve kentle bütünleşme konusunda beklenen düzeye erişen proje sayısı fazla değildi.
·   Projelerin önemli bir bölümünde, mimari tasarım düzeyi, mesleğin geleceği açısından endişe vericiydi.
·   Anıt tasarımlarının birçoğunda, yaratıcı ve özgün bir yaklaşım izlenemiyordu.
·   Bilgisayar teknolojisi, tek başına, tüm disiplinlerin üzerinde beşinci bir disiplin oluşturuyordu.
·   Buna karşılık özenli maket sayısı fazla değildi.
·   Yapıtların birçoğunda topografya yeterince dikkate alınmamıştı.
·   İklim, çok az projede bir etken ve bir araç olarak gözönünde tutulmuştu.
 
Konunun Dallanıp Budaklanması Üzerine
Bütün bunlara karşın, kavranması ve ele alınması pek kolay olmayan böylesine dallı budaklı bir konuya, oldukça düzeyli yaklaşan çalışmalar da vardı. Peki, konu neden bu kadar dallanıp budaklanmıştı?
 
Bölgede, Sarıkamış Harekâtı’nı anma etkinlikleriyle, doğa sporlarına dayalı turizm etkinlikleri birarada yaşanıyordu; ancak bu dönemlerde, ziyaretçilerle kent halkının ilişkisi oldukça sınırlı bir düzeyde kalıyordu. Bu beraberliği güçlendirmek ve bunun yaşandığı mekânları yeniden düzenlemek gereksinimi vardı.
 
Öte yandan, her yıl yinelenen anma etkinliklerinin bir bölümünün düzenlendiği alan, kentin batısında gecekondularla kaplı yamaçlarla çevriliydi. Hayvanları ile birlikte kırsal yerleşmelerden göçüp daha güvenli buldukları Sarıkamış’a yerleşen bu aileler, kentin bu ucunda kırsal yaşamlarını, son derece derme çatma yapılarda sürdürüyorlardı. Sıfırın altında 30 dereceye kadar düşen kış koşullarına karşın evlerin birçoğunun dış duvarı paslı tenekelerden oluşuyordu ve tezek ile ısınmaya çalışıyorlardı. Yüz yıl önce, kış koşullarına yenik düşen bir ordu için anıt dikmeye kalkışan bir toplumun, 21. yüzyılda kendi insanlarının bu durumdan kurtulması için de bir çaba harcaması gerektiğini düşünmemek elde değildi.
 
Sarıkamış’ın çok özel olan doğal çevresinin tahribatını önlemek için de alınması gereken önlemler olmalıydı. Turizmin güçlenmesiyle birlikte, sarıçam ormanlarına daha fazla sahip çıkma gereği doğmaya başlamıştı. Kentin özellikle batıdaki gelişme alanlarındaki çayırlarda da, doğaya yapılabilecek müdahaleler açısından duyarlı davranma gereği vardı.
 
Bütün bunlar, yarışmayı düzenleyen Bakanlık birimi tarafından gözönünde tutulmuş olmalıydı ki, jüri kompozisyonu sadece mimar ve heykeltıraşlardan oluşturulmamıştı. (Yoksa kompozisyon böyle olduğu için mi biz kentsel sorunlara da çözüm bekleyen bir şartname hazırlamıştık?).
 
Çok Disiplinli Yarışmalardan Beklentilerimiz
Peki, bu yarışmanın çok disiplinli olmasının ne tür bir katkı yapması beklenebilirdi?
Çok disiplinli yarışmaların sağlayabileceği en önemli yarar, yarışmacılara ekip çalışması pratiği kazandırmak olabilir. Mimarlar, bina projelerinde, çeşitli uzmanlık alanlarındaki mühendislerle, peyzaj mimarlarıyla ve hatta iç mimarlarla ve plastik sanatçılarıyla birlikte çalışmaya alışkındırlar, ama ekibi kendileri yönetmek koşuluyla ve ekip içinde, kendi kararlarıyla ciddi çelişkiler yaratılmadığı sürece. Ancak, bu işbirliğinde bağlayıcı unsurlardan biri, tüm ekibin aynı ölçeklerde çalışıyor olmasıdır. Oysa şehir planlama disiplini işin içine girdiğinde birdenbire ölçek değişiyor ve üst ölçekte verilen kararlar mimar için de belirleyici olmaya başlıyor. Bu noktada mimar ile plancının işbirliği alışkanlıkları önemli rol oynuyor.
 
Sadece bir yarışma vesilesiyle oluşacak bir ekibin, başarılı bir ürün vermesi oldukça zor; çünkü birarada çalışıp ortak bir ürün verme alışkanlığı, ancak meslek pratiği içinde sağlanabiliyor.
 
Öte yandan, disiplinlerin çalışma alanlarının üstüste bindiği durumlarda meslek pratiği içinde ortaya çıkan meslekler arası çekişmeler, ekip oluşturma çabalarını zorlaştırıyor; “kentsel tasarım” bu alanlardan biridir. Bu alanda, hem mimarların hem de şehir plancılarının eğitimden başlayan ciddi yetersizlikleri olduğunu da anımsamak gerek. Kentsel tasarım alanında deneyim kazanmaya olanak veren bir mesleki pratik ortamı olduğu da söylenemez; çünkü kentsel tasarıma konu olabilecek projeler ancak kamuya yönelik düzenlemeler için sözkonusu olabilir ve bu alanlarda da genellikle yerel yönetimler sözsahibi oluyor. Oysa bugünkü yapılarıyla belediyeler, bu tür projelerin önemini kavramakta güçlük çekmektedirler. Yeri gelmişken, Sarıkamış Belediye Başkanı’nın, bu yarışmayla belirlenecek ekipten yararlanmak için sonuçları dört gözle beklediğini belirtmem gerek.
 
Anıt Deyince
Anıt konusu da, benzer bir nedenle, yerel yönetimlerin sorumluluk alanına girmektedir. Anıtlar, genellikle topluma malolmuş konularla ilgili olarak yapılır ve çoğunlukla kent mekânlarında konumlanırlar. Kentler dışındaki anıtları gerçekleştirmesi gereken de, diğer kamu kuruluşlarıdır. Bunun yanısıra sivil inisiyatifler de şüphesiz anıtlar yaptırabilir; ancak toplumumuz henüz sivil inisiyatif oluşturma konusunda bile emekleme aşamasındadır. Kent topraklarını, araç yolları dışında, en ufak parçasına kadar ticari meta olarak gören son yılların uygulamalarına bakıldığında, herhangi bir anıta yer ayrılması, zorunlu nedenler dışında, çok seyrek rastlanan bir durumdur. Ama asıl sorun, anıtın toplumumuzca bir gereksinim olarak görülüp görülmediğidir. Anıt dendiğinde, halk arasında, Atatürk heykelleri dışında bir yapıt akla gelemiyor. Bunlar dışındaki heykellerin dokunulmazlığı da olmadığı için, ömürleri pek uzun olamıyor; “keçiler” ve “ibrikler” hariç. Ancak, hamasi duyguları harekete geçiren anıtlara karşı, halk arasında bir saygı olduğu da bir gerçek; bu tür anıtları, daha çok, nitelikleri ve bakım/onarım sorunları bağlamında tartışmak gerekiyor.
 
Anıt geleneği yeniden oluşmadıkça, sanatçılarımızın da bu konuda kendilerini geliştirmelerini bekleyebilir miyiz? Yarışmadaki yapıtlar arasında çok az özgün öneriye rastlamak bu nedenle benim için şaşırtıcı olmadı. Ama üzüntü veren nokta şuydu ki, başarılı anıt önerilerinin getirildiği projelerde, kentsel düzenleme ve mimari çözüm eksiklikleri, ekiplerin bazılarının daha ön sıralara geçmesini engelledi.
 
 
Meslek Düzeyi Ne Kadar Yansımış?
Mimarlık, yarışmadaki tüm disiplinler içinde, toplumda iyi kötü yer etmiş bir meslek. 40 bine ulaşan sayıları ile ve yüzyılı bulan çağdaş meslek pratiği ile mimarlarımız, gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında kendilerini kanıtlamışlar ve kanıtlamaktalar. Ama çoğunluğu görece genç mimarlardan oluştuğunu tahmin ettiğim yarışmacıların önerileri, mimarlık eğitiminden de kaynaklandığı izlenimini veren ciddi eksiklikleri yansıtıyor. Hocalarının bu yarışmanın sergisini görmüş olmalarını isterdim. Allahtan, diğerlerinde olduğu gibi bu yarışmada da, belli bir düzeye ulaşmış projeler de vardı.
 
Bu yarışmada dikkatimi çeken en önemli eksiklik, yapıtların pek çoğunda, yarışmacı ekiplerin, geniş kentsel alanların düzenlenmesini peyzaj mimarlarına bırakmış olmalarıydı. Sarıkamış ölçeğindeki bir yerleşimin devamında, neredeyse kentle aynı büyüklükte bir alanın, bir eğlence parkı gibi düzenlenmesi, ekipteki plancıları rahatsız etmemişti. Bu kadar büyük bir kentsel alanın sorumluluğu yüklenmese, peyzaj mimarları, belki daha başarılı olabileceklerdi. Yine de, birçok proje, peyzaj düzenlemelerinde, yeşili ve topografyayı kullanarak mekân tanımlama, izler oluşturma, koruma bantları elde etme çabalarıyla belli bir başarı düzeyini yakalamıştı.
 
Ama birçok yapıttaki asıl sorun, ekibin kafa kafaya verip, anma etkinliklerini amaçlayan bir vizyon, bir kurgu geliştirememiş oluşuydu. Bu olmayınca, geniş bir alana tesadüfi serpiştirilmiş işlev lekelerinden oluşan bir şema çıkıyordu.
 
Şemadan öteye geçen projelerin birçoğu ise ölçek sorunu yaşamış görünüyordu: Uçak pisti genişliğinde yaya yolları, futbol sahası büyüklüğünde meydanlar nedeniyle jüri üyeleri sık sık çizimlerin ölçeğini kontrol etme gereği duydular.
 
En çok şaşırdığım konu ise, projelerin birçoğunda tüm ekibin, topografyayı görmezden gelmiş olmalarıydı; arazi kağıda yapışmış bir turistik haritaydı sanki.
 
Bilgisayardan Yararlanabilmek
Bir tanesi dışında, tüm projelere damgasını vuran ve tamamı tek elden çıkmış izlenimi bırakan tek öge, bilgisayar teknolojisi idi. Ancak bu olanağı olumlu kullanabilen proje sayısı çok azdı. İlk göze batan, konuyla veya konumla ilgisi olmayan insan figürlerinin, fotoğrafların ve nesnelerin, çeşitli kaynaklardan kopyalanıp aynen yapıştırılmış oluşuydu; bunlar, sunuşlara, daha çok bir mizah ögesi olarak eklenmişti sanki; ama sadece sırıtıyorlardı.
 
Öte yandan, birçok perspektif, getirilen bir çözümün tüm eksikliklerini başarıyla yansıttığı için jüriye değerlendirmede çok yardımcı oluyordu; keşke yarışmacılar da bunları, projeyi teslim etmeden önce görme olanağı bulup, gerekli tutum değişikliklerini yapabilselerdi. Ama daha önemli bir eksiklik, bu teknolojinin getirdiği kolaylıklar nedeniyle yarışmacıların, gerekli gereksiz bir yığın şey çizip ana fikirlerinin bunlar arasında kaybolmasına izin vermiş oluşlarıydı. Jüri pafta sayısında üst sınır getirdiği halde bir alt sınır koymamıştı; yine de ekiplerin çoğu üst sınırı tutmaya çalışmışlardı.
 
Ama iş makete gelince, söylemek gerekir ki, az sayıdaki çok özenli sunuşa karşın genelde maket ikinci plana atılmıştı. Oysa yarışma konusu içinde “anıt”ın ağırlıklı bir yeri vardı ve yakın çevresiyle ilişkisinin de yansıtılması bekleniyordu. Üstelik yarışmacılar da herhalde biliyordu ki, bu yarışmadaki önerilerin hiçbiri gerçekleşmese bile, anıt ve çevresi muhakkak hayata geçirilecekti.
 
Akdeniz Kenti Olsa Farkeder miydi?
“Sarıkamış” denince, bu doğa parçasını hiç görmemiş olanların gözünde bile, ne sarı, ne de kamış canlanır; sadece kar ve buz akla gelir. Zaten buradaki savaş hakkında hiçbir fikri olmayanlar dahi, harekatın askerî güçlere karşı olmaktan çok, iklim koşullarına karşı olduğunu bilirler. Ama, sunulan önerilerin pek azında iklim verileri, spor ve rekreasyon amacı dışında, anma etkinlikleri bağlamında ve mimariye ve anıt tasarımına ilişkin olarak dikkate alınmıştı.
 
Ana Konu Yeterince İşlenmiş miydi?
Tarih uzmanı olan danışman jüri üyeleri, sunulan projelerde, şartnamede aktarılmaya çalışılan tarihsel verilerin yansımalarını görmeye çalıştılar. Projelerin çoğunda, anma etkinlikleri ile ilgili senaryolar yazılı olarak ele alınmıştı. Ama bunlar, çalışmaların çok azında mekân düzenlemelerine yansımıştı. Anıt önerilerinin de birçoğu, yeryüzünde herhangi bir yerde, herhangi bir konuda olabilirdi. Şüphesiz soyutlamalar nedeniyle, yazılanların olduğu gibi çizimlerde görünmesi beklenemezdi; ama acaba, Sarıkamış 1914’ü kaç ekip gönüllerinde hissetmişti. Kaç ekip Sarıkamış 2008’i yer görme belgesi almanın ötesinde kavramıştı.
 
Jürinin Tutumu
Yarışma sonuçları açıklandığında, genellikle jürinin ne denli tutarsız seçimler yaptığı tartışılır: Kararlar ya şartname ile ya da birbirleriyle uyuşmuyordur. Bu çok doğal değil mi? Jüri nihai sıralaması belli bir noktaya kadar bir uzlaşma ifadesi, bir noktadan sonra da kısıtlı zamanın baskısıyla, oylama aritmetiğinin bir yansımasıdır. Tutarlı karar bekleniyor ise, tek seçici yöntemine başvurmak gerekir ki, bu yolun da nesnellikle bağdaşması olasılığı pek fazla değildir. Bu yarışmada, oylama sonuçlarına bakıldığında, ödül-mansiyon grubuna girecek projeler konusunda büyük oranda görüşbirliği olduğu görülür. Ödül grubu ile mansiyon grubunun ayrılmasında da, anıt ile ilgili bir tercih dışında, tam bir görüşbirliği oluştu. Bundan sonraki sıralamada ise, yoğun bir tartışma süreci yaşandı. Birincilik kararı verilmesinde, sanırım, en iyi öneri aranırken, aynı zamanda en iyi “müellif ekip” bulma çabasının rolü oldu; “tüm disiplinlerde belli bir düzey tutturmuş olmak”, uygulanması sözkonusu olan bir proje için çok önemliydi ve bu nitelik, ekibin üyelerinin de belli bir beceri/deneyim/olgunluk düzeyinde olduğunun bir yansımasıydı.
 
Jürinin hazırlık çalışmaları, Sarıkamış’ta ve yerel yöneticilerin ve danışman üyelerin katılımıyla yapıldı. İki kez bölgeye gidildi ve yerinde inceleme ve görüşmeler yapıldı. Bu süreçte, yerel yöneticilerin ve tarih uzmanı danışmanların çok ciddi katkıları oldu. Bunun da ötesinde, candan tutumları, jüriyi projeye daha da bağladı; yerel yöneticiler, projenin, bölgeye ciddi katkılar yapacağına öyle inanmışlardı ki, bunun gerçekleşebilmesi için ellerinden geleni yapmaya hazırdılar. Tarih uzmanı danışman üyelerin, değerlendirme aşamasında da projeleri teker teker incelemeleri ve uyarılarda bulunmaları, jürinin daha sağlıklı karar vermesinde önemli bir etkendi.
 
Kolokyumdaki Sessiz Kalabalık
Yarışma sonrası yapılan kolokyumlardan çok şey bekleriz; ama üzerimize düşeni yapar mıyız? Kolokyumdaki katılımcı sayısı yüzü aşıyordu. Mimarlar ve plancılar çok az konuştu. Heykel/anıt konusu ağırlıklı olarak tartışıldı. Özellikle, heykel ile onu çevreleyen mekân arasındaki ilişkilere değinen tartışma oldukça yararlıydı. Bu arada, daha sonraki yarışmalara ışık tutabilecek önemli konulara da değinildi:
 
·   Anıt/heykel ağırlıklı bir yarışmada, jüride birden fazla heykeltıraş olmasının yararlı olacağı;
·   Bu tür, çok büyük ve çok küçük ölçeklerin birarada ele alınmasını gerektiren yarışmaların iki kademeli düzenlenmesinin, amaca ulaşma açısından daha doğru olacağı;
·   Farklı disiplinlerin birarada çalışmasının gerekli olduğu durumlarda bile, yarışmacıları o disiplinlerle işbirliği konusunda zorlamak yerine, gelen projeleri disiplinlerarası değerlendirmeye tabi tutmanın daha uygun olacağı; gibi…
 
Sınırlı sayıdaki konuşmacının dışında, toplantıda hazır bulunanlar, daha çok, cereyan edecek bir etkinliği izlemeye gelmişlerdi sanki. Heyecan dozu yüksek ve sataşmaya varan bazı konuşmalar da olmasa, salondaki 150 kişi, bir süre birbirlerine sessizce bakıp dağılacaklar mıydı acaba?
 
Çocukluğu ve gençliği Sarıkamış’da geçen ve dedesini harekâtta kaybetmiş bir mimarın ekibi yönlendirmesi, projenin başarısında sanırım önemli rol oynamıştı. Son söz bu ekibe verildiğinde, hamasi değerlere ağırlık veren abartılı bir yaklaşım yerine, insani değerlere ağırlık veren sivil bir proje yapmak üzere yola çıktıklarını, Sarıkamış’ı ve harekâtı titizlikle inceleyen ve ortak heyecana sahip bir ekip çalışmasıyla bu sonuca ulaştıklarını dile getirdiler.
 
Raportörlük Profesyonelleşmeli mi?
Yarışmalardaki raportörlük kurumuna değinmeden geçemeyeceğim. Yarışmalarla ilgilenen meslektaşlar bilirler ki raportörlük, hem özveri hem de mesleki birikim gerektiren oldukça profesyonel bir iştir. Ancak sadece mesleki bilgi ve deneyim yetmez, organizasyon becerisi ve bilgisayar hakimiyeti gibi üst düzey sekreterlik hizmetlerine ve çivi çakmak, sandık açmak, pano taşımak gibi destek hizmetlerine de gereksinim duyar. Bu çok yönlülüğü nedeniyle de bir ekip çalışmasıdır. Ama özellikle kamu kuruluşları, meslekten bir raportör görevlendirip, bu hizmetlerin tümünü onun yapmasını beklerler. Raportör meslektaşlarımızı, hem ağır işçiliklerden, hem de yeme-içme, barınma-ulaşım gibi hizmetlerin organizasyon yükünden kurtarıp, zamanlarını raportörlüğün gerektirdiği asli görevlere ayırmalarına olanak vermek için, mesleki olmayan hizmetlerin profesyonel firmalardan ya da kişilerden alınması gerekmez mi?
 
Yarışma Herşeye Karşın Doğru Yoldur
33 ekipteki 300, 400 meslek insanının, en azından birer aylarını ayırdığını düşündüğüm bu projeye verilen emek ve gösterilen çaba, hiçbir şekilde küçümsenemez. Yukarıda sayıp döktüklerim, meslekî eksikleri belirleyip bunların giderilmesine yönelik tartışmalara katkı yapmaya yönelik. Topluma mal olmuş konularda proje elde etmek sözkonusu olduğunda yarışma yönteminin tercih edilmesi hususunda hiçbir şüphem yok. Bu yarışmada da ortaya atılmış yüzlerce olumlu fikir var. Umarım yarışmayı çıkaran ve uygulamadan sorumlu olacak kuruluşlar bunlardan yararlanır, bunları sahiplenir ve ortaya, hem meslek topluluklarımızın hem de genel olarak toplumun öğüneceği bir sonuç çıkar.

Bu icerik 3136 defa görüntülenmiştir.