317
MAYIS-HAZİRAN 2004
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ÖDÜL ve SERGİ: 9. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri

  • Eski Van Şehri
    Şahabettin ÖZTÜRK

    Yrd.Doç.Dr., Mimar, Yüzüncü Yıl Üniversitesi,

    Fen Edebiyat Fakültesi,

    Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi



KÜNYE
ÖDÜL ve SERGİ: 9. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri

Ödül Gecesinde “Sinan Ödülü” Konuşması...

Behruz Çinici

1.

Genelde, eski deyişle “irticalen” yapmaya çalıştığım konuşmamı, Odamızca istenen yazılı metin haline getirebilmenin öncesinde, tören gününün tablosunu biraz olsun çizmem gerekiyor.

Sadece mimarlar, bazı dostlar ve öğrencilerden oluşan salonda, ne devletten ne de başkaca makamdan tek kişi dahi yoktu. Medyamızdan / basınımızdan da itibar eden olmadı. Elbet de mimarlık ülkede onların ilgi alanlarında değildir ve hiçbir zaman da olamamıştır. Onların sanat ve sanatçı anlayış ve değerlendirmeleri de zaten ortadadır. Genelde, toplumumuz için de bu böyle. Hiç kuşkusuz, özellikle mimarlık ve mimarlarımız, ülkemizin görülen, bilinen kültür ve sanat tablosunun çok ırağında durmakta... Sanırım görülmeyen bir yerinde!!

Tören ünlü bir şefimizin yönetiminde klasik Türk musikisi ile başladı; çeşitli makamlar değerli ses ve sazlarıyla bir saat süresince sunuldu. Ardından Oda Genel Başkanımız Sayın Yücel Gürsel de kısa bir konuşma yaptıktan hemen sonra salondan ayrıldı. Yani, Başkan da gitmişti! Jüri Başkanı Sayın Nejat Ersin üstadımızın güzel konuşmasını takiben, önce “Büyük Ödül”ün sunumuna geçildi. Bir konuşma yapmam gerekiyordu. Önce, mimarlığa gösterilen bu ilgisizliği seslendirmek istedim.

Konserde, genç bir hanım güdümzenin vurduğu güdümün güçlü düm-tek-tek-a-ta-hek vurguları da kulaklarımdaydı. Sözlerime şöyle başladığımı anımsıyorum:

“Şu anda sizlere hangi ‘makam!’dan söylemeliyim diye düşünmekteyim... Ama yine de usulünce vurmaya çalışacağım. Dilerseniz ‘düm’ler devlete, ‘tek’ler de toplumsal kültüre olsun. Ve ‘suz-i dil’*imden sevgilerim, saygılarım da sizlere olsun.”

* Makam: Büyük ve önemli mevkii ve aynı zamanda Türk musikisinde ses dizeleri - gamların işlenişi.

Suz-i dil: Seyri genellikle inici olan ŞED makamlarından; anlamı gönülden - yakıcı.

2.

“Önce bu yılki 9. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin her biri övünç kaynağımız seçkin jüri üyelerimize ve kalplerimizde daim ayrıcalıklı bir yeri olan pek mümtaz Jüri Başkanı Nejat Ersin üstadıma en içten teşekkürlerimi sunarım. Bendenizi Yüce Sinan adını taşıyan ödüle layık gördünüz.

Lütfedilen değerlendirmeleriyle ve hiç kuşkusuz yüksek takdir ve teveccühlere bağlı bu onurlandırıcı paye, benim için uzun meslek hayatımın önemli ve kutsal bir ödülü olmuştur.

Eserlerin ve fikirlerin inançla, beraberlik havasında izlendiği böylesi ortamlar bana daima yeni umutlar, mutluluklarla dolu bir güven duygusu verir. Hiç kuşkusuz, bu zorlu ve çileli mesleğin, ülke mimarlığının bu tür motivasyonlara, ilgi ve iltifatlara, diğer sanat ve sanatçılarından daha çok hakları vardır. Bunun için, bugün bizler için önemli. Öte yanda, hani her gün medyada, ekranlarda karşılaşılan o ünlü sanatçılarımız! Çıldırtan türlü sahnelerle, acı seslerle, şarşar tiplerle ve davranışlarıyla ne yazık ki her gün içiçeyiz. Hiç kuşkusuz, ulusal kültürümüzü, sonra da toplumsal ahlakı aşağı çeken bu aymazlıkların giderek mekana yansıdığı, türlü kirlenmelere yol açtığı da bir gerçektir.

Bu umursamaz tutum ve aldırmazlıklar, uygar alanların düşmanca ortamlara dönüşmesinin de baş etkenidir. Bulunduğumuz ortam içinde, varlığımızın bir parçası olan bellek ve anımsamanın önemi sık sık inkar edilmiştir. Bu durumlar devam etmekte, toplumsal ve mekansal yapımızı etkilemektedir. Beden-hayal gücü-çevre arasındaki bağlar kopmuştur.

Ülkemizde hâlâ, kentsel çevre ve mekan kalitesini ön planda tutan planlama–tasarlama–koruma anlayışı yok. İşte yaşama çevrelerimiz. Ama çevre ilgisi ve bilinci zaten Batılı. Çünkü onlar Hıristiyan. Dünyaya günahkar olarak gelmişler bir kere! Onun içindir ki 2000 yıldır günah çıkarmaktalar!

3.

“Ama bundan sonra günah işlememeleri gerekmektedir... Çevre duyarlılıkları buna bağlanabilir. Onlar düşünmeye, çevreye ilgi göstermeye mahkumdurlar. Oysa bizler günahsız doğarız. Sütten çıkmış ak kaşık gibiyizdir. Bunun için dilediğimizi yapmakta serbestizdir! Çevre de ne demekmiş! Zaten bugünkü dünyanın malı da değil! Esasen İslam ülkelerinde mimara da pek yüz verilmez.

Bir ironi:

Zaha Hadid'in İngiltere’ye kaçması buna bağlanabilir. Al–Vakil ise oralarda kaldı. Bizler de buradayız işte!

Yalnız 3 istisna vardır İslam dünyasında: Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi. Cumhuriyet döneminde, yüce Atamızın mimarlığa ve mimarlara gösterdiği ilgi... Sinan, yaşadığı çağda -iki Selim, bir Kanuni arasındaki yaşamı boyunca- ona tanınan haklar içinde yarattığı eserlerle, 16. yüzyılda dünyaya damgasını vurabildi. Ondan 150 yıl önce ve daha da önceleri, Selçuklu döneminde pek çok değerli mimar yetişmiş, hepsi de devletin büyük iltifatlarına nail olmuşlardır.

Günümüzde ise mimarlığa gösterilen değer ölçüsü ortada. Bugün de görüyoruz, yaşıyoruz.

Kent ve mimarlık olayları günlük yaşamımızı hiç ilgilendirmiyor. Toplum ile mimarlık arasında derin kopukluklar var. Günlük medyada bilime, gerçek sanatlara, estetiğe ayrılan pay da bilinmekte. Hiç kuşkusuz, bunlar toplumsal kültürün göstergeleridir. Genelde, mimarimiz ve kentsel çevreler için de bu böyle. Zaman zaman arada suçlanan yine bizler –yani mimarlar- oluruz ama, asıl suçlular ortadadır.

Devletçe gösterilen ilgi de malum. Devlet sanatçılığı ile ödüllendirenlere –o yüze yakın–seçilenlere bir bakınız. Bu tablo, her daldaki Türk sanatı için son derece hazin ve

düşündürücü değil midir? Uygar ülkelerde, özellikle Batı ülkelerinde mimarlığa gösterilen ilgiye dair verilecek sayısız örnek vardır. Devletin en üst makamına bağlı, özerk kent ve mimarlık konseyleri, enstitüler ve benzerleri gibi...

4.

“Eski Sovyetler’de, hatta parçalandıktan sonra Türki devletlerde dahi bu kültürün devamı olarak bu tür örgütler varlıklarını sürdürmektedir. Oralarda, kentlerin baş mimarları dahi var.

İki yıl kadar önce Kazakistan’da Cumhurbaşkanı Nazarbayev'in mimarlığa dair görüşlerini de takdirle dinledik. UIA Başkanı da oradaydı.

İnsanlık tarihinin bilinen tüm uygarlıkları, mimarlık eserleriyle anılır. Mimarlığın inşaat dünyasını biçimlendirmedeki önemi kadar çok önemli olduğuna inandığım çevresel, kültürel değerlerin korunmasında da büyük sorumluluklar taşıdığı kuşkusuzdur. Zaman ve mekan kavramları ve düzen içinde şekillenen mimaride, insani ve sosyal koşulların da dikkate alınması gerekir.

Mimarlık sadece çizgide ve şekilde zevk arayan bir sanat olamaz. Mimar, eserinin fonksiyonları yanında, sosyal ve ekonomik yapının gerçeklerinde derinliğine bir anlayışa sahip olmalıdır.

Mimari sadece biçim değil, bunun ötesindedir. Duvarları aşar, sokaklara, binaların, ağaçların, sanat eserlerinin arasına ve günlük peyzajın bütününe uzanır ve muhayyelinin uçabileceği yere kadar sürer. Zaman bir tempo, mekan sonsuzdur...

Mimarlık bağımlıdır. Groce'nin dediği gibi, hür bir sanat değildir. İşveren kültürü ve giderek toplumsal düzeyle de bağıntılıdır. Kent ve insanla bütünleşme, mimarlık anlayışının temelini teşkil eder. Bu düşünceler ışığında, bugüne dek bana kadar ulaşan bazı yaklaşımları süreklilik içinde bir noktadan diğerine ulaştırmaya gayret ettim. Ne kadar başarabildim bilemem. Ama daima doğayı doyumsamanın, tarih ve kültürü sindirmenin, çevreyi de idrak etmenin gayreti içinde oldum. Benim için bir yanda geçmiş -tarih ve gelenek-, diğer yanda gelecek ve çağdaşlık önemlidir. Meslek hayatım, gecekonduların ülkeyi sarmaya başladığı 1950’lilere dayanır. O yıllardan bugünlere, arada mutluluklar olsa da, genelde ızdıraplı, mücadeleli ama özverilerle dolu uzun bir yoldan geliyorum. İnşa etmede çekilen güçlükler, dar çerçeveli inşaat kuralları, çağdışı yasa ve yönetmelikler.

5.

“Her zaman şunu söylerim: Yüce Tanrı Sinan'ı böylesine kurallardan korumuş. Yoksa ne o camiler, ne de minareler olurmuş! Yakın çağ tarihimiz içinde Atamızın mimarlığa ilgileri bilinir. Mimarlığın bilim ve sanatın bir sentezi olduğunu vurgulamış, mimarlara daima iltifat etmişlerdir. Özellikle bizim kuşağımız, Atamıza çok şey borçlu. Mimarlığa dair ilginç tanımlamaları ile çizerliği, yaptığı perspektifler yanında eğitime verdiği önem de bilinir.

Bugün mimarlık eğitimimizin içinde olduğu sorunlar da ortadadır. Bizler onun kalfalarıyız...

Ondan sonra Türk mimarları yalnız kalmıştır denilebilir. Özellikle bugünkü tablo önünde, adeta kimsesiz kalmıştır diyebiliriz. Ne yazık ki, mimarlar ve mimarlığımız ülkenin bilinen, görülen “kültür ve sanat tablosu!”nun çok uzağında durmaktadırlar. Üstelik çeşitli zorluklar, sıkıntılar, kıskaçlar içindedirler. Genel olarak bilim, sanat ve kültürümüz, siyasal çıkarların ve basıncın etkisi altındadır. Yine de değerli meslektaşlarıma güven, umut, cesaret ve sabır diliyorum.”

12 Nisan 2004, Ankara

Bu icerik 1421 defa görüntülenmiştir.