315
OCAK-ŞUBAT 2004
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • 9+1

    anlama / anla(t)ma / anla(ş)ma
    Tansel Korkmaz

    Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tasarım Kültürü ve Yönetimi Programı

    9+1 Yuvarlak-Masa Toplantıları Moderatörü

ÖĞRENCİ BULUŞMASI

KONGRE: 15. YAPI VE YAŞAM: UIA 2005'e DOĞRU "KENTLER VE MİMARLIK" ÜZERİNE

  • Boşluğun Mimarisi
    Emre Demirel

    Araş.Gör., Hacettepe Üniversitesi,

    İç Mimari ve Çevre Tasarımı Bölümü

  • Günümüzde Koruma / Restorasyon Çıkmazı
    S.Sarp Tunçoku

    Yrd.Doç.Dr., Mimar - Restorasyon Uzmanı,

    Sivas - Cumhuriyet Üniversitesi,

    İnşaat Mühendisliği Bölümü

    Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyesi



KÜNYE
MİMARLIK FELSEFESİ

Jacques Derrida: Mimarlığın Felsefesi ya da Felsefenin Arkitektoniği

Ahenk Bayık Yılmaz

Araş.Gör., İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü,

Mimarlık Bölümü

“Mimar Olmayanların Kaleminden Mimarlık” dosyamıza paralel olarak sunduğumuz yazı, mimarlık “üzerine ‘söz’ söylemek” konusunda en çok atıfta bulunduğumuz felsefecilerden Jacques Derrida’ya yoğunlaşıyor. Sadece ‘sözünü söylemek’le kalmayıp, Bernard Tschumi ile birlikte çalıştıkları Parc de la Villette projesi ile ‘söz’ünü ‘gerçeklik’e dönüştürmüş biri olarak... Yazı, söylemlerinin örnekleme alanı olarak mimarlığı kullanan Derrida’nın, “mimarlığı bir metafora dönüştürüp, felsefeyi onun önüne ya da üstüne kurmak” amacı taşıdığını söylüyor.

Let us consider architectural thinking.(1)

Jacques Derrida

Doğal yapısı gereği birçok disiplinden beslenen mimarlık edimi, eş zamanlı olarak tüm diğer bilgi ve sanat alanlarını da fiziksel ve kavramsal olarak besler. Bu karşılıklı besleme ve beslenme durumu, tarihin farklı dönemlerinde gerek mimarlığın kendi iç dinamiklerini, gerek mimarlık dışı alanların düşünsel kurgusunu dönüşümlü olarak motive etmiştir. Her ne kadar mimarlık kuramı oluşturmaya yönelik çalışmalar tüm bilgi alanları ile kaçınılmaz olarak yoğun ilişki içerisinde olmuşlarsa da, kuşkusuz ki 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan disiplinlerarası çeşitliliğe çok az sahip olmuşlardır.(2) Mimarlık kuramının dinamikleri, doğal olarak tüm bu süreçte değişip dönüşmüşse de, kuşkusuz en somut ifadelerinden birini ünlü Fransız Düşünür Jacques Derrida’nın (1930- )kuramlarının tartışılmaz etkilerinde bulur. Birçok mimar için Derrida ismine aşina olunmasının temel sebebini, de-konstrüksiyon adlı mimari akım ile olan ilişkisi oluşturur. Ancak yazıktır ki, Türkçe’ye birçok yayında ‘yapı-bozumculuk’ olarak hatalı bir şekilde çevrilmiş olan kuram ve bu kuramın en önemli yaratıcılarından biri olan Derrida pek tanınmamış, daha da kötüsü çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır. Aslında, tanım olarak ‘yapı-çözümcülük’ çevirisinin, kuramın genel kurgusuna daha yakın olduğu de-konstrüksiyon akımı, eleştirel teoride genellikle yapısalcılık sonrası/ötesi kuramlara dahil edilen bir okuma sistemi olarak ortaya çıkmıştır.

Derrida’nın kuramlarını, özellikle mimarlık üzerine direkt etkisi olanlarını anlayabilmek, temelde onun düşünce sisteminin eleştirel kuramlar arasındaki yerini analiz etmek ile mümkündür. Örneğin Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) yapısalcı yaklaşımı anlaşılmadan, Derrida’nın bu yapısalcılığın ötesine giden tutumunu anlamak mümkün olamayacaktır. Mimarlık üzerine okuyan herkes Saussure’ün adını duymamış olabilir, ancak özellikle 70’lerde popüler bir konu olan göstergebilim ile mimarlık ilişkisi üzerine bir şeyler okumuştur. Aslında Ferdinand de Saussure, 1916 yılında yayımlanan Genel Dilbilim Dersleri adlı kitabıyla bu bilimi kuran kişidir.(3) Bu yeni bilim öylesine güçlü bir etki yaratmıştır ki, mimarlık da 60’lı yılların ortasından itibaren bu yeni terminolojinin etkisi altında kalmıştır. Öyle ki, bu yaklaşımda olanlara göre, göstergebilim terminolojisi bağlamında mimarlık bir dil (language) gibi düşünülürse, her mimari yapı bir söz öbeğine (parole) dönüşür.(4) Derrida ise, temelde kuramını Saussure’ün yapısalcı yaklaşımı üstüne kurmuş olsa da, birçok noktada farklılaşmış ve yapısalcılık-sonrası bir tutum sergilemiştir. Derrida’nın Saussure’ün yapısalcılığından ayrıldığı temel nokta ‘logocentrism’, yani sözmerkezcilliği ‘phonocentrism’, yani sesmerkezciliğe tercih etmesinden kaynaklanır.(5)

Bilindiği üzere, antikite felsefesini temel alan Batı düşünce sisteminde yazı, Platon’un Phaedros diyalogundan günümüze değin sesten daha ikincil tutulmuş, anlamın, özün ya da orijinin sesmerkezcillikten yola çıkılarak bulunabileceği düşünülmüştür.(6) Ancak, sözmerkezcilliği savunan Derrida, bu yüzdendir ki Platon’nun Phaedros diyaloguna ironik bir dille öykünen “Plato’s Pharmacy,” yani “Platon’nun Eczanesi/Eczacılığı” adlı bir makale kaleme almıştır ve bu makalede yazıyı orphan yani öksüz olarak nitelemiştir.(7) Yazı öksüzdür, çünkü yazının olduğu yerde yazar yoktur (absent) ve herkesin elinde farklı farklı yorumlanmaya müsaittir.

Benzer bir ironiyi, Derrida’nın ünlü mimar Peter Eisenman’a 12 Ekim 1989 tarihinde yazdığı mektubunun ilk sözlerinde de dile getirdiğini görürüz. Derrida, mektubuyla beraber kendi sesini kaydettiği bir kaseti de Eisenman’a gönderir ve buna ek olarak mektubun ikinci paragrafında da Eisenman’a: “Merak etme seninle tartışmayacağım ve yokluğumun avantajını kullanmayacağım…” diye seslenir.(8)

Tüm bu kavramsal çerçeveyi kuran ve örneklemesini çoğunlukla mimarlık üzerinden yapan (tıpkı antikite filozofları gibi(9) Derrida, mimariyi sadece kuramsal olarak etkilemekle kalmamış, Paris’de Parc de la Villette’in tasarımı için açılan yarışmada kazanan projenin tasarım sürecine de dahil olmuştur. Eisenman ile yine Eisenman’ın tanımıyla choral work, yani ‘korosal bir çalışma’ yapan ve tasarımın kesiti için kavramsal bir kurgu oluşturan Derrida, bu kurguyu “Point de Folie: Maintenant l’architecture” adlı makalesinde anlatır.(10) Mimar Bernard Tschumi’nin park için kurguladığı gridal sistemin kesişim noktalarındaki boş strüktürler, yani les folies (çılgınlıklar), Derrida’ya göre hem var olan (var çünkü yeri belli) hem de olmayan (yok çünkü içleri boş) kırmızı noktalardır. Tıpkı, hiçbir metnin ya da kelimenin yeni olamayacağı, tarih boyunca var olan metinler silsilesinde her metnin sonsuz döngüde yeniden ve yeniden yazıldığı gibi, her tasarımın da aslında mimarlığın mimarlığı (architecture of architecture) olduğunu söyler. Mimarinin temel prensipleri olarak bilinen ‘güzellik’, ‘bütünlük’, ‘faydalılık’ gibi kavramların ‘non-architectural’, yani ‘mimari olmayan’, mimariye yüklenen anlamlar olduğunu, aslında tüm bu yüklerden kurtarıldıkları için Folie’lerin mimarinin en saf hali olduklarını iddia eder.

Bu noktada dönüp şu soruyu sormak bence yerinde olacaktır: Peki tüm bu kavramsal kurgu içerisinde Derrida’nın mimariyi koyduğu yer neresidir? Onun metinlerine kendi yöntemiyle dönüp baktığımızda, yani katman katman ayırarak yakın okuma yaptığımızda, içinden çıkarılabilecek anlam, onun felsefe karşısında mimarlık edimini yok etme isteği olabilir. Derrida söylemlerini mimarlık üzerinden kurarak ve mimarlığı tıpkı antikite filozofları gibi örnekleme alanı haline getirerek, mimarlığı bir metafora dönüştürüp, felsefeyi onun önüne ya da üstüne kurmak istiyor olabilir. Dolayısıyla burada söz konusu olan, mimarlığın felsefesinden çok, felsefenin arkitektoniğidir. Tabii ki Derrida’yı okurken, her zaman onun bilerek anlamların izleri üzerinde bıraktığı boşluklardan birine düşmek, bilmeden onun tüm farkındalığıyla ironik tutumunun arkasında oluşturduğu tuzaklara yakalanmak tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. Dahası, de-konstrüktif okuma kuramının kendi içinde taşıdığı ironi, bu anlamda bir okumayı da geçersiz kılmayacak, sonuçta her halükârda Derrida’nın arzusu gerçekleşmiş olacaktır.

De-konstüksiyon kelimesi dahil, kavramsal terminolojisinin çoğunluğunu ünlü Alman Düşünür Martin Heidegger’den (1889-1976) alan, ancak onları dönüşüme uğratan Derrida, aslında bir anlamda mimarlık disiplini ile kurduğu yakın ilişkide de Heiddeger’e öykünür.(11) Ancak Derrida, Heiddeger’den farklı olarak, sadece mimarlığın terminolojisini kavramsal kurgusuna zemin olarak kullanmakla kalmayıp, mimarlığın kendisini sadece bir metafor değil, temel metafor olarak tanımlamıştır.(12)

Derrida’nın mimarlık üstüne söylemlerinde bir diğer önemli noktayı ise, felsefenin rüyası olarak gördüğü Babil Kulesi oluşturur. Bilindiği üzere Babil Kulesi mitinde, insanlar tanrının gücüyle yarışır bir eğilim içinde Babil Kulesi’ni göğe doğru yükseltirken, Tanrı onları bu kendilerini üstün görme halleri sebebiyle cezalandırır ve ceza olarak da o güne kadar tek bir dili konuşan bu topluluğa sayısız dil verir; bu durumda onları kavimlere böler, Babil Kulesi de zaman içinde yıkılmaya bırakılır. Derrida’da der ki: “Eğer kule tamamlansaydı, mimarlık olmazdı.”(13) Bu cümleyle, dil ile mimarlığın kaderini, tarihin kuruluş anında bağlamakla kalmaz, aynı zamanda mimarlığı, insanlığın her an, her yerde, tekrar tekrar yaptığı hatayı ve cezasını hatırlamasına sebep olan bir tür ‘lanet’ haline getirir.

Görülüyor ki, mimarlık ediminin hem talihi hem bir anlamda talihsizliği olan çok boyutlu yapısı onu, felsefe dahil, sosyoloji, sosyal antropoloji, kültürel çalışmalar, ekonomi politika gibi pek çok farklı disiplinin ilgi odağı ve araştırma alanı haline getirmektedir. Derrida da, kendinden önce pek çoklarının yaptığı gibi, kuramını çoğu zaman mimarlık üzerinden açıklamayı, örneklendirmeyi ve anlatmayı tercih etmiştir. Hatta Derrida, kendinden önce gelen birçok düşünürden farklı olarak, bu eğilimi sadece kuramsal çerçevede bırakmamış, aynı zamanda mimarlığın kendi bilgisine özgü ve belki de en özel alanı olan tasarım sürecine de dahil olarak fiziksel gerçekliğe dönüştürmeye çalışmıştır. Ancak bu anlamda, belki de en kritik nokta, somut bir nesneye dönüşme ayrıcalığını ve tabii ki yükünü üzerinde taşıyan mimarlık ediminin, felsefe-mimarlık ya da mimarlık-yazı ilişkisinden nasıl etkilendiğidir. Tabii ki bu soru, bunun gibi yüzlerce makaleyle tartışılması gereken ve belki de hiçbir zaman net bir sonuca varılması mümkün olmayan, kökleri insanlık tarihi kadar eski bir sorudur. Bu konuyla ilişkili olarak sadece Derrida’nın Eisenman’a yazdığı mektupta alıntıladığı, Eisenman’a ait olan şu sözleri yorumsuz olarak sunmak istiyorum:

“Ben asla de-konstrüksiyon hakkında konuşmam. Diğer insanlar bu kelimeyi kullanır çünkü mimar değiller. Mimarlık hakkında de-konstrüktif terimler üzerinden konuşmak zordur, çünkü fragmanların kalıntılarından bahsetmiyoruz. Bu terim, mimarlık için çok metaforik ve sözeldir. De-konstrüksiyon mimarlık ile metafor olarak uğraşıyor, ve biz mimarlık ile bir gerçeklik olarak uğraşıyoruz…”(14)

Notlar:

1. Cümle Türkçe’ye; “Haydi mimari düşünme üstüne kafa yoralım.” şeklinde çevrilebilir. Bkz. J. Derrida, 1996, “Architecture Where the Desire May Live,” Theorizing a New Agenda for Architecture: An Anthology of Architectural Theory 1965-1995, Kate Nesbitt (ed.), Princeton Architectural Press, New York; 142.

2. Mimarlık kuramı üzerine çalışan Neil Leach, Rethinking Architecture (Mimarlığı Tekrar Düşünmek) adlı kitabının önsözüne, özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren, sadece mimarların ve mimarlık kuramı üzerine çalışanların değil, tüm diğer akedemik disiplinlerdeki kültürel kuramcıların, düşünürlerin ve sosyologların da mimari ve yapılı çevreye ilişkin problemler ile artan ivmeli yakın ilgisi gerçeğinden söz ederek başlar. Bkz. N. Leach, 2001, Preface, Rethinking Architecture, Neil Leach (ed.), Routledge, Londra, New York; vii.

3. Saussure, Ferdinand de, 1985, Genel Dilbilim Dersleri, Charles Bally and Albert Sechehaye (eds.), Berke Vardar (çev.), Birey ve Toplum Yayınları, Ankara.

4. Hays, Michael, Preface, “ ‘La Dimension Amoureuse’ in Architecture”, Architecture: Theory Since 1968, Michael Hays (ed.), MIT Press, Cambridge, Mass, Londra; 37.

5. Adams, H., 1986, Foreword, Critical Theory Since 1965, Hazard Adams and Leroy Searle (eds.), Florida State University Press, Tallahassee; 8.

6. Platon, 1985, “Phaedrus”, The Collected Dialogues of Plato, Edith Hamilton and Huntington Cairns (eds.), R. Hackforth (trans.), Princeton University Press, Princeton, NJ; 475-525.

7. Derrida, J., 1981, “Plato’s Pharmacy,” Dissemination, Barbara Johnson (trans.), Chicago University Press, Chicago; 61-172.

8. Derrida, J., 1994, “Letter to Peter Eisenman,” Critical Architecture and Contemporary Culture, Hillary P. Hanel (trans.), Oxford University Press, New York; 20-28.

9. Çağdaş Batı felsefe ve düşünce sisteminin temel taşlarını oluşturan antikite metinlerinde, özellikle Platon’un ve Aristotles’in günümüze kalan yapıtlarında mimarlığın bir metafor olarak tüm diğer disiplinlerden daha çok kullanıldığını görülür. Platon’da mimarlığın metafor olarak kullanılmasına ilişkin örnekler için bkz. Platon, 1927, Charmides, W. R. M. Lamb (trans.), Harvard University Press, Cambridge, Mass.; 161c-161e / 1930, The Republic, Book 6-10, Paul Shorey (trans.), chap. II, Harvard University Press, Cambridge, Mass; 400e-402a, 438c-438e. Aristotales’de mimarlığın metafor olarak kullanılmasına ilişkin örnekler için bkz. Aristotles, 1999, Nicomachean Ethics, Terence Irwin (trans.), 2. edition, Hackett, Indianapolis.

10. Makalenin adı Türkçe’ye “Çılgınlık Noktası: Şimdi Mimarlık” olarak çevrilebilir. Bkz. J. Derrida, 2001, “Point De Folie: Maintenant L’architecture”, Rethinking Architecture; 324-36.

11. Heiddeger düşünce sistemini, çoğunlukla metafiziğin temel kavramlarını mimari nosyonlar üzerinden kurarak anlatmayı tercih etmiştir. Bkz. M. Wigley, 1993, The Architecture of Deconstruction: Derrida’s Haunt, MIT Press, Cambridge, Mass.; 6-8.

12. Derrida, J., 1990, “Jacques Derrida on Rhetoric and Composition: A Conservation”, Journal of Advanced Composition, no:10; 1-21.

13. Derrida, J., 1996, “Architecture Where the Desire May Live”; Theorizing a New Agenda for Architecture: An Anthology of Architectural Theory 1965-1995; 145.

14. Derrida, J., 1994, “Letter to Peter Eisenman” Critical Architecture and Contemporary Culture; 28.

Bu icerik 18308 defa görüntülenmiştir.