442
MART-NİSAN 2025
 
MİMARLIK'tan

  • Giriş
    Deniz Dokgöz - Ayşen Ciravoğlu

YAYINLAR



KÜNYE
ANMA

Haldun Ertekin 1953-2025

Rifat Türkkan, Mimar

İnsanın inançlarını sorguladığı anlar özellikle ölümle yüzleştiği anlar olsa gerek. Bu, sizin kendi ölüm anınız da olabilir, bunu henüz kesin olarak bilmiyorum; ama sevdiklerimi kaybettiğimde bu duyguyu yaşadığımı net olarak söyleyebilirim. Haldun’u kaybettiğim 20 Şubat sabahı da, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini bir kez daha yüreğimde, iliğimde-kemiğimde ve bütün benliğimde yaşadım.

***

Haldun Ertekin’in vefatıyla yalnızca bir mimarı değil, gerçek bir entelektüeli de kaybettik. Yakın çevresinin dışında pek bilinmez ama bilgisi ve tutkuları tasarladığı projelerden çok daha geniş bir perspektife yayılıyordu. Mimari yeteneği, onun çok yönlü parlaklığının yalnızca bir yönüydü. O bir düşünür, sanatçı ve anlam arayışında olan bir insandı — bu şekliyle belki Rönesans zihnini temsil ettiğini söylesem yanlış olmaz.

Benim için Haldun yalnızca bir arkadaş değil, aynı zamanda entelektüel bir limandı — felsefe, edebiyat, müzik, spor ya da siyaset (son zamanlarda da sağlık nedenleriyle, tıp) arasında zahmetsizce dolaşan sohbetleri her zaman derinlik ve iç görü barındırıyordu. Efsanevi futbolcuların veya tenis oyuncularının teknik ve başarı inceliklerini değerlendirmek, klasik beste ve bestecilerin ya da icracıların özelliklerini analiz etmek veya 60’lardan 90’lara uzanan pop ve rock müziğinin evrimini tartışmak… Bunların arasında, tuttuğu takımın teknik direktörlüğüne aday olacak nitelikteki taktik önerilerini ve yapılan hatalara ilişkin eleştirilerini de unutmamak gerek. Haldun hiçbir zaman sadece bir izleyici olmadı; o özellikle ilgi duyduğu alanlarda bir analist, bir uzmandı.

1953 yılında Mersin’de doğan Haldun’un yolculuğu onu Kolej (TED Ankara) sonrası Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne getirdi ve bizim yollarımız da orada kesişti. Aynı fakültede, ancak farklı bölümlerde okuyor olmamıza rağmen Haldun Ertekin’le 1971 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi arka bahçesindeki çimlerde yayılma ve sigara molaları sırasında tanıştık. Bilirsiniz, ‘50’li yıllardan sonra kente göçenlerin kendi hemşerilerinin daha önce yerleştikleri mahallelere, hemşerilerinin yakınına gecekondu yapmaları’ gibi, klasik lise eğitiminin prangalarından kurtulan taze üniversiteliler de, özellikle ODTÜ kampüsü gibi ‘liberal’ bir ortamda öncelikle kendi liselileri ile gruplar oluştururdu. Ancak müzik ve özellikle de ‘the Beatles’ sevgisi bizi çimenlerde gitar çalıp şarkı söylerken yakınlaştırdı. Arkadaşlığımız üniversite dışına da taşındı ve farklı çevrelerden arkadaşlarımızla ortak ilgi alanları bazında örüntümüz gelişti.

6 ve 9 aylık boykotlarla da uzayan lisans eğitimimiz 1976’da mezun olarak tamamlandı. Bu sıralarda gerek meslek alanına ilişkin güncel tartışmalara yakın olmak, gerekse örgütlenmenin gerekliliği gibi düşünceler ile Konur Sokak’taki binanın farklı katlarında kendi meslek odalarımızda gönüllü görevler aldığımızda da birbirimize yakın durduk. Haldun’un Mimarlar Odası’ndaki yayın sekreterliği, yayın kurulu başkanlığı ve "Mimarlık"ın editörlüğü gibi deneyimleri ve daha sonraları da Mimarlar Derneği 1927’deki yönetim kurulu üyeliği ve başkanlık görevleri, mimarinin yanı sıra yönetişim alanındaki deneyimini de pekiştirdi. Mimarlık dergisinde yazıları ve çevirileri yayınlandı. 80-87 yılları arasında, Şevki Vanlı ve Behruz Çinici gibi ülke mimarisinde iz bırakmış ustaların yanında edindiği deneyimle, 1987’de kurduğu ve 1999 yılında evlendiği kendisi gibi mimar olan İnci Dedeoğlu Ertekin ile birlikte MET Mimarlık ve Tasarım Ltd.’de, mimari birikimini ve fikirlerini hayata geçirdi; işlevsellik ve estetiği bir araya getiren mekânlar tasarladı. Maalesef İnci’yi de çok erken kaybettik.

Kuşkusuz ODTÜ’deki lisans ve lisans-üstü eğitimi meslek yaşamının temel taşlarını oluşturdu, ancak mimarinin dışında da onu benim için değerli kılan şey, sınırsız diyebileceğim merakıydı. Haldun yalnızca bir mimar değil, aynı zamanda bir eğitmen, ömür boyu öğrenmeye açık bir insan ve bir sanatkardı. Sahne tasarımı (Çağdaş Sahne), grafik sanatlar ve dijital modelleme konularında yaratıcı bir ruhu, keşfetmeyi bırakmayan bir zihni vardı. 1995’lerde onu AutoCAD ile tanıştırdığımda, önce kalemini bırakmakta zorlansa da, kısa sürede bilgisayarla çizim, 3D tasarım, modelleme ve mimari animasyon konularında uzmanlaştı. Daha sonraları, kaçınılmaz olan bu dijitalleşme sürecine neden olduğum için üzülmedim desem yalan olur. Çünkü yakın meslektaşlarının da hatırlayacağı gibi, üzerinde çalıştığı projelerin harika perspektiflerini yapardı. Geçtiğimiz son 10 yıl içinde bu dijital tasarım işini daha da ileri taşıyarak, çok yönlü yaşamının izleği olan dijital resimler yapmaya da başladı. Söz konusu dijital resimlerini koyduğu ‘Saatchi Art’ sitesine yazdığı gibi, bu resimler mimari, sahne sanatları, görsel tasarım ve heykelden izler taşıyan çok katmanlı bir karakter yansıtırlar. Esas olarak izleyicinin hayal gücünü harekete geçirmeyi amaçlarken, bazıları kaos ve çürümeye odaklanır, diğerleri ise rüya benzeri çağrışımlar uyandırmaya çalışır.

Ancak bu dijitalleşmeden çok önceleri, bitmemiş izlenimini veren portreler ve figüratif insan heykelcikleri ve büstler yapardı. Sayılı heykeli yalnızca nesne değil, biçim içinde duygu ve felsefi ‘statement' gibiydi. Ömrü yetseydi birlikte tekrar resim ve heykel yapma konusunda uzlaşmıştık. Durduğum yerden baktığımda, çalışmalarında gençlik yıllarındaki varoluşçuluk etkilerinden post-postmodern zamana kadar geçen sürecin izlenebildiğini düşünüyorum. Bu anlamda dijital portreleri, adeta postmodern varoluşun parçalanmış doğasını; yüzlerdeki üzüntü, huzursuzluk ve çaresizlik olarak yansıtır.

Haldun Ertekin severek mimarlık yapardı. Teknik ustalığın ötesinde, onun tasarımlarına duygu kazandıran bir sanatsal duyarlılığı vardı. Onun yaratımları yalnızca mekân değil, deneyimlerdi—fonksiyon, incelik, denge ve derin düşünce barındıran. Bunun ne kadarını planlarına yansıttığının değerlendirmesi kuşkusuz bana değil, meslektaşlarına düşer. Son zamanlarda mimarlık dışı sanatsal yönelimlerini, sadece proje işlerinin kesilmesinden değil, haddim olmadan eleştirdiğim ve onun da hiç mutlu olmadığını bildiğim “tasarımda Selçuklu-Osmanlı” ısrarı olarak özetlenebilecek ‘işveren baskısı’ndan da kaynaklandığını söyleyebilirim.

Haldun Ertekin’in fark etmeden de olsa, bana öğrettiği en önemli şeylerden birisi, ‘sevmek için mükemmel birisini aramamak gerektiği’dir. Öyle birisi yoktur ve ararken bakarsınız ki, ömrünüz sevgisiz sona ermiş. Herkesi olduğu gibi sevmek gerekir.

Bugün kaybına ne kadar üzülsem de, yaşamımda onu tanıdığım için, onunla kaliteli zamanlar geçirdiğim için, iyiyi de, kötüyü de onunla öğrendiğim için ve hayatıma onun kattığı zenginliği de bilerek, çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

***

Sen dünyayı yalnızca çizgi ve açılarla değil, düşünceler ve duygular, melodiler ve hikayeler, sanat ve felsefe ile gören bir insandın. Hoşça kal Haldun dostum.

Bu icerik 11 defa görüntülenmiştir.