DOSYA: MİMARLAR ODASI'NIN 70. YILI: MİMARLIK VE GELECEK
Mimarlar Odası’nın Kent Mücadelesinin Deneyimini Geleceğe Taşımak
Mücella Yapıcı, Mimar, Aktivist
Mimarlar Odası’nın 70. Yılı kapsamında düzenlenen Mimarlık ve Gelecek Sempozyumu’nun Ankara ayağının ikinci bölümünü oluşturan panelin ilk konuşmacısı Mücella Yapıcı, 50 senedir emek verdiği Mimarlar Odası’nda tanıklık ettiği kent mücadelesini dinleyicilerle paylaştı. Bu yazıyı, Yapıcı’nın kentin yanı sıra çevre, meslek ve kadın mücadelesine değinen ilham verici konuşmasının dökümü üzerinden hazırladık.
Öncelikle merhaba sevgili meslektaşlarım. Gerçekten 70 yıl insan hayatı için de önemli. Ben de oralardayım biliyorsunuz ama demek ki -73 yaşımdayım ben- bu 73 yaşımın 50 yılını ben de hatta daha fazla Mimarlar Odası'nda geçirmişim. Fakat tabii pek yönetici olarak değil ama hep bir emekçi çalışan olarak Mimarlar Odası'ndaydım, komite komisyonlarında yer aldım.
Benim Mimarlar Odası'nın pek burada bahsetmedik ama çok önemli bulduğum bir devrimi daha var aslında: Mesleki denetimde çevre etki değerlendirme uygulaması. Onu da hatırlamak isterim. 1992 yılında İstanbul'da başlattığımız ve başlatan Oktay Ekinciler, Samiler hepimiz mesleki denetimde farklı bir uygulama bu. Aslında bu uygulamanın özüne baktığınızda da 92 yılında aslında mimarinin, mimarların, mimarların ürettiklerinin çevreye etkileri, topluma etkileri, belli etik değerler ve kriterler üzerinden değerlendirilmesi konusu gerçekten baktık ki önemli. Hani bugün sevgili Deniz Hocama -çok etkilemişti beni- Ayşen Hocamın, Deniz Hocamın İstanbul'daki sunuşları, ta bizim o zamanlar, hatta kurulduğu yıllardan beri kamusal sorumluluk, toplumsal sorumluluk dediğimiz şeyi şimdi bütün dünya mimarlık örgütleri daha yeni yeni aslında mimarlığın böyle bir sorunu, sorumluluğu olduğunu söylüyorlar.
Niye söylüyorlar, şimdi niye söylüyorlar? Çünkü sıkıştı gezegen; kentler, çevre her şey sıkıştı ve bu sıkışmanın en büyük özelliği de, en büyük nedeni de baktığınızda -sevgili Eyüp Muhcu bunu çok güzel ve çok özlü bir şekilde anlattı- dünya kapitalist sermayesinin takındığı, kabul ettiği politikalar ve o yolda düzenlenen genel ülkelerin politikaları.
Özellikle 1990'lardan sonra baktığımızda, 70'lerden bir baktığımızda, 70'lerde biliyorsunuz işte petrol krizleri, şunlar bunlar ve 68 anlayışının ve eğitim tarzının verdiği o coşku, o devrimci ilerici şeyden mimarlık da nasibini almıştı. Mimarlık aslında enteresan bir meslek. Bütün felsefi, politik ve siyasi akımlardan en önce etkilenen belki de o akımları... Mesela postmodernizmi düşünün; yani bir felsefe haline gelmeden önce mimarlıkta şeyini buldu. Modernizmi düşünün bir akım olarak, yine bu kendisini mimarlıkta cismetmişti.
Yavaşça 70'lere girildiğinde o zamanlar farklı bir mimarlık anlayışı da vardı. Herself miydi hocam, yanlış söylemeyeyim; mimarsız mimarlığı bile tartıştık biz bu odada arkadaşlar. Yani 70'lerde özellikle gecekondu meselelerinde işte bir sürü şeyi atlayarak, mesela kentte mülkiyet meselesini atlayarak biz genç mimarlar ve öğrenciler, işçi sınıfının konut sorununu çözme gibi bir derdimiz vardı. Aslında 775 sayılı yasalar belediyeleri sosyal kiralık konut yapmakla yükümlendirilen, konut meselesini devletin sorumluluğuna alan yani dar gelirli vatandaşları elverişli konuta ulaştırmak devletin öncelikli görevidir diyen devlet tarafından da o dönemde farklı şeyler de tartışıyorduk. Onun da yanlışlığını sonra çıkardık.
Bir baktık ki biz de o dönemler, Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda amele sendikalarının bir önermesi var. Diyorlar ki İkinci İzmir İktisat Kongresi'nde: Her kim ki özel veya kamusal bir işletme kuracak, fabrika kuracak, o sermayedar ister devlet olsun, ister özel sektör olsun, işçilerinin konut sorununu çözmekle yükümlüdür. Bakın, tarihimizde Mimarlar Odası içinde sonra bunun eleştirisini kendi kendimize yaptık ama bir dönüm noktasıdır. İşte bütün bunlardan gelerek 90'lara, 92'lere geldiğimizde birinci köprü mücadeleleri, 70'lerde köprü mücadeleleri ama sadece Mimarlar Odası da değil, toplumun bütün o zaman öğrencileri hiç unutmam, Deniz Gezmiş -onu saygıyla anıyorum burada- Zap suyuna birinci köprünün bir benzerini öğrencilerle inşa etmişti. Yani İstanbul'un köprüye ihtiyacı yok, Zap suyunda sallarla geçerek insanlar ölüyor diye. Ama o dönem politikalar doğal olarak bizim mesleğimizi de etkiledi.
Geldiğimizde küreselleşme çağına -yine ÇED'e döneceğim, onu atlamayayım- işte ÇED bütün bu bilinçle kentin o 90'lardan sonra başlayan, hele 80'lerden sonra çıkan turizmi teşvik yasalarını, hatırlayın otelleri İstanbul'da işte orman yasalarının, kıyı yasalarının, her şeyin değişmesi bir noktada bizleri mesleğimize farklı şekilde bakmayı geliştirdi ve mesleki denetimde ÇED uygulamasına başladık. Çünkü hukuki olarak meslek odaları, özellikle de Mimarlar Odası'na gelelim, çok önemli bir görevi vardı. Kurulurken de böyle kuruldu o dönem; demokrasi konuşuyoruz değil mi? Demokrasinin olmazsa olmaz kurumları denge ve denetleme kurumlarıdır. Eğer bir demokraside denge ve denetleme kurumları yok ise, hele bir o bir erkler demokrasisiyse, yani bizimki gibi başkanlık sistemiyse ki Amerika'da bile yok. Amerika'da başkanlık sistemini denetleyen ve dengeleyen farklı meclisler var değil mi? Amerikan cumhurbaşkanı adayını siz bilmem kaç kere savcılıklarla tutuklayıp götürüp yargılayabiliyor musunuz? Yapabiliyorsunuz... Bizde bunu yapabilir misiniz? Şurada hakeza benim dilimden başka bir şey çıksa biz her sözümüzü, her davranışımızı, her eylemimizi artık buna göre kendi kendimizi kontrol etmek zorundayız. Hani demokrasi var mı yok mu, hukuk var mı yok mu? Bütün bunu çok fazla tartıştık ama ortada bir denge ve denetleme kurumu istenmiyor. Baktığınızda hani bunlar kimlerdir? İşte Millet Meclisi değil mi en önemli? Sayıştay, var mı böyle bir şey? Sayıştay üzerinde de müthiş baskılar var değil mi? Kala kala kaldı meslek odaları. Bu sistem hiçbir şekilde de dengelenmek ve denetlenmek istemediği için inanılmaz ve bilinçli bir şekilde bu denetleme kurumlarının her türlüsünün üzerine gidiyor. Anayasa Mahkemesi, onu da işlevsizleştiriyor... Meclis, işlevsizleşiyor...
Şimdi böyle bir dönemde yaşıyoruz ve bunun nedeni sadece hükümette hüküm sürenler. Ben bir kişi diye bakmıyorum, bütün bu danışmanlar, stratejistler ve küresel sermayenin ve ulusal sermaye de artık küresel sermayenin bir aktörü olduğuna göre, bütün onların aldığı kararlar 1980'lerden itibaren şeye giriyor. Hukuk değişiyor, hukuk yok değil. Şimdi hep söylüyoruz, 1984'te çok güzel bir lafı var: Artık hiçbir şey yasadışı değildi çünkü yasa yoktu. Bizde öyle değil; artık hiçbir şey yasadışı değil çünkü her cinayetin bir yasası var. Yani dakikada hemen bir kanun hükmünde kararname çıkıyor ve o gün suç olan şey olacaksa, yani kent suçları açısından da böyle bu, diğer suçlarda da. Türkiye şu anda Avrupa'da en çok kadının öldürüldüğü, kadın cinayetleri konusunda bir numara. En çok çocuk tacizine uğranan, öyle mi? Ve kız çocuk, erkek çocuk değil... Bakın şöyle de bir şey var: Erkek çocuklar kız çocuklardan daha çok tacize uğruyorlar aslında. İşte o tarikat evleri, tarikat yurtları...
Kent suçları; şimdi kent suçu dediğimiz zaman sanki bu bizi, bizim yoksulluğumuzu, bizim mesleğimizi hiç ilgilendirmiyor gibi davranıyoruz değil mi? Herkes öyle davranıyor, hayır. Hangi arkadaşım dedi? Bir kenti savunmak yaşamı savunmakla eşdeğer. Çünkü bugün küresel kapitalizm bizatihi kentleri kendi sermayesinin ve çıkarlarının sürdürülebilmesi için meta haline getirmiş durumda. Bu uğurda Eyüp'ün o temennisine çok katılıyorum; umarım savaş yaşamayız ama afetler...
Baştan başlayalım: 99 Marmara depremi, gelelim ondan sonra Kocaeli 12 Kasım depremi, sonra gelen en önemlisi Van depremi... Sonra gelen bütün depremlerden sonra bizim bütün yasalarımız, her türlü imar yasamız o arada içine sokuşturularak bizim mesleki alanlarımız fark ettirmeden kısıtlandı. Bakın ne yapıldı? Mesleki denetimden bahsetmiştim ya, bizim çok önemli bir görevimiz daha vardı arkadaşlar. Halbuki bizim görevlerimizden biri de çarpık giden konularda, yani bu suç teşkil edecek konularda idareyi uyarmak. Bakın bu bize kanunla verilmiş bir görev. Yani şurada şunu yapıyorsunuz ama bunu yaparsanız bakın şunlar olacak deyip idareyi uyarmak. İşte bunun için Çevre Etki Değerlendirme uygulaması 2000 yılında bütün Türkiye çapında yönetmeliğe girerek genelleştirildi; 2000'de değil mi ne yapıyorduk? Biz bütün o ÇED raporlarını önce belediyelere, sonra ne ise ilgili bakanlığa, sonra da basına yolluyorduk. Bu bir mücadele biçimiydi. Fakat ne yazık ki mesleki denetimde önce meslektaşlarımız da özellikle ekonomik sıkıştırılma yüzünden -neoliberalizm diyemiyorum artık, bana kızdı bir hoca; küresel kapitalizmin yeni geldi hali diyelim ona, kulakları çınlasın- ilk devrimini nerede yapmıştır, biliyor musunuz ilk karşı devrimi? Yıllardır hepimizin etkilendiği, bütün siyasi partilerin, meslek odalarının odaların tek tek her birimizin, her bireyin etkilediği ilk karşı devrim alanı nedir biliyor musunuz? Zihniyet. Etik de diyebilirsiniz ama esas olarak neoliberalist zihniyet her birimizi gerek insan olarak, gerek meslek insanı olarak tek başına bırakmıştır. Size bütün kapitalistlerin yaptığı gibi bir köşe dönme -bunu en çok Özal dillendirmiştir. Köşeyi dönme, memurum işini bilir, kendi çıkarına bak... Oysaki bu sisteme karşı durabilmek için -bakın sadece mesleki çıkarlarımız açısından söylüyorum- bir arada durmamız gerekirdi. Neyi biz kendi kendimize kaybettik? Mesleğimize iş dağıtım müessesesini kendimiz kurmayı, öyle mi?
Biz hepimiz kendi kendimize, kendi mesleki çıkarlarımızı, kendi kendimizi mahkemeye vererek yok ettik. Şimdi gençlere diyoruz değil mi? Arkadaşlar, gençler ne yapsınlar? Ne yapsınlar? Daha ne yapsınlar? Mehmet söyledi, kaç alandı? Mehmet o alanları taksiciliğe, kuryeliğe... Ben hapishaneden çıktım, infaz görevliliğine, imzacılığa... Evet bunları ekleyin. Sistem bizi kendi kendimizin bacağına sıkarak kendisine mahkum etmiştir arkadaşlar.
Şimdi önümüzdeki görev ama sistem aynı zamanda bizden, yani toplumdan, yani birlikte bir araya gelip bir şey için mücadele eden topluluklardan çok korkmaktadır. Demokratik mücadeleyi istememektedir çünkü. Onun için bugün Gezi Direnişi, Türkiye toplumsal mücadele tarihinin bir yapı taşıdır, bir eşiğidir. İlk defa insanlar lideri, şusu busu olmadan, hepimizin olan ama hiç kimsenin olmayan ama sağlığımız ve kent yaşamı için çok gerekli olan bir alanı, bir Cumhuriyet değerine, Gezi Parkı’nı koruyabilmek için ve onu demokratik olarak yasal bütün imkanları kullanarak korumaya çalışan hem odaların hem gençlerin üzerine olağanüstü bir polis şiddetiyle gidildiği için 8 çocuğumuzu kaybettik arkadaşlar. 40 tane insanın gözleri çıktı. Hâlâ arkadaşlarımız suçsuz olarak hapishanelerde.
Şimdi burada Mimarlar Odası'nın bir rolü varsa o nedir biliyor musunuz? İşte mesleğimizi ve kentin çıkarlarını halka doğru anlatıp, bu işe kent halkını ve duyarlı vatandaşları da ortak çıkararak bir dayanışma inşa etmek ve o dayanışmanın tek büyüsü şudur: Bakın politiktir dayanışma ama hiçbir siyasi partinin güdümünde olmamıştır. Demek ki geleceğe taşıyacağımız şey, bizim dayanışmada kürsüyü siyasi partilerin kullanması yasaktı hangi siyasi parti olursa olsun. Bu çok önemli bir karardır.
Şimdi Mimarlar Odası'nın tarihinde sadece Gezi değil, yargıya başvurma yolu Tarlabaşı mücadeleleri ile başlamıştır. Orada bütün arkadaşlarımı ve Mimarlar Odası'nı saygıyla anıyorum ve en önemli bir dayanışma örneği Haydarpaşa örneğidir. 16-17 yıldır arkadaşlar Haydarpaşa Garı'nı savunuyoruz. Şimdi bu işte başka türlü bakmak ama eğer benim konum kentsel mücadeleyi, yani yaşam mücadelesini geleceğe taşımak ise, bunu Mimarlar Odası yönetimleri kendi başlarına yapamazlar ve neoliberal ideolojinin bizi kirlendirdiğini düşünüyorum. Kirlenme demeyelim, yıprattığını düşünüyorum. Bütün şubelerimiz, bütün yönetimlerimiz bakıyorum birbirini eleştirmek için yarışıyor, sol siyasi partiler de böyle. Muhalefete bakıyorum, iktidara geldiğinde şikayet ettiği o iktidarın yöntemlerine öykünüyor. Çünkü bunlar hep bu iş bitiricilikle ilgili. Bir bakıyorum birbirimizle dostluğu, kardeşliği farklı yorumlamaya başlamışız. Öyle mi? Bir bakıyorum buradan sabahtan beri teşekkür ediyoruz sadece yöneticilere ve başkanlara. Fark etmemiş olabilirsiniz, 70 yıldır bu odanın oda olması için uğraşan bütün mesleki denetim görevlilerine, bütün üyelerimize, Naci Toplar'a, bizim Nimet'imize, hepimize teşekkür ediyoruz.
Sonra ben tekrar içerideki arkadaşlarım adına da tuttuğunuz bütün nöbetler için, karda kışta Türkiye'nin her yerinde Gezi tutukluları adına teşekkür ediyorum. Ama eğer bunları geleceğe taşıyacaksak lütfen yeni bir etik, -yeni bir etik değil, eski halimize dönsek yeter- yeni bir felsefi düşünce... Ki bunun temeli sevgili dostlar, sevgili gençler, birbirimize kızmak değil ancak Gezi'deki gibi gençlerin dinamizminden ve aklından biz yaşlıların tecrübesini bir araya getirip -söyledi Yavuz Hocam da hafıza mı dersin- yeni bir Mimarlar Odası Gezi'si inşa etmek etmektir. Gelin bunu tartışalım. Gelin sistemi bizim kafamıza yüklediği bu yarışmacılık, yok başkancılık, yok idare... Sevgili başkanım, başkanım diyerek el kaldıran herkes başkan… Şimdi bana kızacaksınız, birbirinize başkan diye hitap etmeyin Allah aşkına ne olur. Ben üzülüyorum. Burası CHP'nin ya da AKP'nin meclisleri mi? Sayın Başkanım... İkisi de başkan; nasılsın başkanım? Ya bunu yapmayın! Sen Eyüp'sün, sen Bülent'sin, o Deniz... Biraz kadın mücadelesinden örnek alın.
Şunu söyleyerek iniyorum sevgili kadın ve erkek arkadaşlarım; mimarlık bir uygarlık mesleğidir. Öyle modernizmin kuruluşuyla, Vitruvius'la falan da doğmamıştır. Mimarlık bizim erkeklerimiz ava giderken yerleşkede kalan kadınların kurduğu uygarlıkla, inşaatla; bu dünyanın ilk mimarları kadınlardır. Tanrıçaları vardır Seshat, iplerin tanrıçasıdır ip evlerin yapılmasının. Ancak özel mülkiyet keşfedildikten sonra din, devlet, aile, bütün bunlar olduktan sonra bize okul yasaklanmıştır. Nasıl mimar olacaktık? Biz daha yeni yeni kendi kendimize duruyoruz, dur bakalım... Onun için bütün kadın arkadaşlarıma, mimarlığın ilk uygarlıkta çıkış öncüllerine, yani koruyuculuğuna, yani uygarlığı geliştirmesine, yani insanı mutlu etmesine, insanı korumasına ve eşitlik içinde bir yaşam alanı inşa etmeye birlikte davet ediyorum. Bunun için biyolojik kadın olmak gerekmiyor.
Bu icerik 12 defa görüntülenmiştir.