ETKİNLİK
Türkiye’nin Deprem Gerçeği: 17 Ağustos Depreminin 25.Yılında Marmara Bölgesinde Mimarlık, Planlama ve Afet Yönetimi Sempozyumu
Filiz Ayaz, Arş. Gör., İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü
“Türkiye’nin Deprem Gerçeği: 17 Ağustos Depreminin 25. Yılında Marmara Bölgesinde Mimarlık, Planlama ve Afet Yönetimi” başlıklı sempozyum, TMMOB Mimarlar Odası tarafından İstanbul Büyükkent Şubesi’nin ev sahipliğinde Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kocaeli, Sakarya şubelerinin katılımıyla Kadıköy’de 16 Ağustos’ta gerçekleşti. Deprem üzerine çeşitli meslek kollarından tecrübeli isimlere söz verilen sempozyumun üç oturumunda değerli çalışmalar paylaşıldı. Mimarlar Odası Genel Başkanı Doç. Dr. Zeynep Eres ve Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağ’ın açılış konuşmalarının ardından Türkiye’nin afet sürecini konu alan ilk oturumun moderatörlüğünü Prof. Dr. Alper Ünlü üstlendi. Prof. Dr. Elif Özlem Aydın’ın moderatörlüğündeki ikinci oturum kültürel ve tarihî yapıların geleceğe aktarılması teması ile gerçekleşti. Prof. Dr. Tülin Vural Arslan moderatörlüğünde gerçekleşen depreme karşı sağlıklı ve güvenli yaşam çevrelerinin oluşturulmasını ele alan son oturumun sonrasında çeşitli soru ve katkılarla tartışmaların derinleştirildiği forum, Prof. Dr. Zafer Akdemir tarafından yönetildi.
Deprem farkındalığını artırma, depreme karşı sağlıklı ve güvenli yaşam çevrelerinin oluşturulması, kültürel ve tarihi yapılarımızın geleceğe aktarılması, afet sürecinin yönetimi ve beklenen Marmara depreminin yaratabileceği etkilerin çeşitli meslek kolları tarafından tartışılması amacıyla TMMOB Mimarlar Odası tarafından İstanbul Büyükkent Şubesi’nin ev sahipliğinde Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kocaeli, Sakarya şubelerinin katılımıyla Kadıköy’de 16 Ağustos 2024 günü “Türkiye’nin Deprem Gerçeği: 17 Ağustos Depreminin 25. Yılında Marmara Bölgesinde Mimarlık, Planlama ve Afet Yönetimi” başlıklı bir sempozyum gerçekleştirilmiştir. Kadıköy Belediyesi’nin de destek verdiği sempozyumda, eğitim alanında, özel ve kamu sektörlerinde ve yasal boyutta karşılaşılan eksikler, geçmiş yıllarda ülkemizde meydana gelen depremlerin süreç ve sonuçlarına da değinilerek Marmara Bölgesi için çok kritik bir gündem olan deprem gerçeği, alanında uzman kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
Mimarlar Odası Genel Başkanı Doç. Dr. Zeynep Eres, açılış konuşması sırasında ülkemizde Erzincan depreminden günümüze dek yaşanan yıkıcı depremlere ve can kayıplarına vurgu yaparak, bilim insanlarının deprem öngörüleri ile akılcı kentsel planlama ilkeleri birleştiğinde güvenli yaşam çevreleri oluşturulabileceğine, can kayıplarının azaltılabileceğine ve ülke ekonomisinin bozulmasına da sebebiyet vermeden sürecin üstesinden gelinebileceğine dikkat çekmiştir. Ülkemizdeki büyük depremlere ve sonuçlarına baktığımızda, depremleri doğal afetten ziyade insan kaynaklı afet olarak tanımlamanın daha yerinde olacağını belirtmiştir. Afet yönetimi, acil barınma ve yerleşim alanları, enkaz kaldırma, yeni yapılaşma, koruma-restorasyon ve kentlerin yeniden inşası süreçlerinin yürütülmesinin eksik ve yetersiz olduğunu ve bu süreçlerde yerel yönetimler, üniversiteler, meslek örgütleri ve halkın katılımı dikkate alınmadan imar ve yapılaşma planlarının yürürlüğe konulduğunu ifade eden Eres, ayrıca deprem bölgesindeki kent merkezlerinin riskli alan, rezerv alan ilan edilerek mülkiyet değişiminin önünün açıldığına dikkat çekmiştir. Bölge halkının deprem sonrasında yerleşimlerinden uzaklaşarak farklı kentlere göç etmesinin, bölgedeki somut sonuçlarının yanı sıra somut olmayan, yerele özgü, geleneksel unsurların da yok olmasına sebebiyet vereceğinin altını çizmiştir. (
Resim 1)
Açılış konuşmasının ardından söz alan Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağ, gerçekleştirilen etkinliğin önemine değinerek şimdiye dek Belediye bünyesinde AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) ile aynı haklara sahip olan Belediye Arama Kurtarma akreditasyon belgesinin alındığını, Afet Müdürlüğü kurulduğunu ve hasarlı yapılar için dönüşüm çalışmalarının çeşitli mahallelerde sürdürüldüğünü belirtmiştir. Çalışmalar sırasında doğaya, kültüre, bölgede yaşayan insanlara saygılı ve yerel halkı mevcut yerinden koparmayan bir yaklaşımla hareket etmeye çalıştıklarını ifade etmiştir.
Giriş konuşmalarını takip eden birinci oturum Prof. Dr. Alper Ünlü’nün moderatörlüğünde Türkiye’nin afet sürecine dair temel değişim ve dönüşümleri kısaca özetleyen bir konuşma ile başlamıştır. 17 Ağustos 1999 depreminin ülkemizdeki afet yönetimi sürecinde bir milat olduğunu belirten Ünlü, söz konusu depremin ardından bir dizi önemli çalışmanın yapıldığını ifade etmiştir. Bunlardan ilki, 2000 yılında DASK’ın (Doğal Afet Sigortaları Kurumu) kurulmasıdır. Hemen ardından, 2001 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi ve ABD-FEMA’nın (
The Federal Emergency Management Agency / Federal Acil Durum Yönetim Kurumu) ortak bir proje yaptığını ve bu çalışmanın Türkiye’de afet yönetiminin oluşması, gelişmesi, terminolojinin hazırlanması konusunda çok önemli bir adım olduğunu belirtmiştir. Bu çalışmalar ile 2007’de deprem yönetmeliğinin hazırlanması, 2009 yılında AFAD’ın kurulması, yapı denetim şirketlerinin oluşturulması ve 2012 yılında 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu’nun çıkarılması adımlarını Türkiye’nin önemli kilometre taşları olarak adlandırmıştır. Ünlü, söz konusu çalışmalarda bazı noktalarda eksiklikler olsa da ülkemizde afet yönetimi sürecinde önemli gelişmeler olduğunu vurgulayarak 2023 Kahramanmaraş depremi ve sonrasında gözlemlediği eksikliklere de değinmiştir.
Birinci oturumda, deprem riskleri ve yapılarda gözlenen etkileri ile 1999 depremi sonrasındaki süreç, dört konuşmacı tarafından ele alınmıştır. Oturumun ilk sunumu, Prof. Dr. Şükrü Ersoy ve Tevfik Hoş’un “İstanbul ve Deprem” başlıklı konuşmasıyla başlamıştır. Ersoy, tarihsel süreçte bugüne dek faylarda görülen kırılmalar ve Türkiye’deki depremlerin yarattığı etkilere değinerek ülkemizin deprem kuşağında olduğunu, İstanbul ve çevresinde yakın gelecekte gerçekleşmesi beklenen depremin kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır. Dünyada 33 adet megakent bulunduğunu ve bunların bir kısmının akıllı şehir olduğunu aktarmıştır. Bu şehirlerde, yeni teknoloji ve yenilikçi tasarım kullanan, her türlü sorunu ön görüp karşılayabilen, sürdürülebilir ve yaşanabilir bir ekosistem yaratıldığına değinen Ersoy, söz konusu megakentlerden biri olan İstanbul’un, akıllı bir kent olmadığını ancak “obez” bir kent olabileceğini belirtmiştir.
Konuşmasında teknik konulara değinen Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli deprem kuşaklarının var olduğunu belirtmiştir. Ülkemizin tamamının, önemli deprem bölgelerinden biri olan Afrika Levhası, 8 şiddetine kadar bir deprem üretebileceği öngörülen Alp Himalaya Dağ Kuşağı, 9 ve üzeri depremler üretebilecek olan Pasifik Deprem Kuşağı ve çok daha büyük şiddette afetler üretebilecek Ateş Çemberi bölgesindeki hareketlerden etkilenebileceğini ifade etmiştir. Kuzey Anadolu fay zonunun maksimum 8 şiddetinde bir deprem oluşturabileceğini öngörmektedir. Son 100 yıllık süreçte bu fay zonunun en batısında yaşanan 1912 Saros depremi, doğuda gerçekleşen 1939 Erzincan depremi, 1940-50-60’lı yıllardaki depremler ve 1999 Kocaeli - Düzce depremlerine de değinerek her 50 yılda bir 7 şiddetinin üzerinde yıkıcı depremler olduğuna vurgu yapmıştır. Deprem sonrası gerçekleşebilecek tsunami, heyelan gibi risklere de değinen Ersoy, özellikle tsunami ile ilgili çalışmaların yıllarca göz ardı edildiğini ancak son yıllarda kendisinin de içinde bulunduğu bir çalışma grubunun incelemeler yaptığını belirtmiştir. Bu konuda nerede deprem olursa hangi kıyımıza kaç dakikada ne kadar yükseklikte dalga olabileceğini gösteren simülasyonlar hazırlandığını dile getiren Ersoy, İBB’nin tsunami ile ilgili çalışmalara başladığını ifade etmiştir. Ancak kıyı planlamasının önemine vurgu yaparak tsunami etkilerine karşı duvar yapılmasının değil kıyı ağaçlandırmasının daha iyi bir önlem olduğunu hatırlatmıştır. Ayrıca, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) ülkemizde çok önemli kuruluşlardan biri olduğunu, kurum bünyesinde çok stratejik işler yapıldığını, jeologların sahada çalışmalar yaparak yeni fayların durumunu ortaya çıkarmaya çalıştıklarını ifade etmiştir.
Oturum Prof. Dr. Haluk Eyidoğan’ın “Deprem Gerçeğimiz; Büyüyen Kentler, Artan Riskler” başlıklı konuşmasıyla devam etmiştir. Eyidoğan, BM afet risklerini azaltma ekibinin “Afet doğal değildir, doğal olan tehlikedir. İnsanlar bu tehlikelerin farkına varmadığında ve önlem alınmadığında deprem, sel, heyelan gibi doğa olayları insanlar için afete dönüşüyor.” vurgusuna dikkat çekmiştir. Tehlikenin türlerinden bahseden Eyidoğan, etkilerine göre, ilgili mesleklere göre, tehlikeye maruz yerlere ve düzeylerine göre tehlikelere değinerek bulunduğumuz yerdeki tehlikeyi tanımanın ve ona göre doğru bir planlama yapmanın önemine vurgu yapmıştır. 2009’da İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda (1:100.000) kendisinin de içinde bulunduğu geniş bir ekiple çalışıldığını, oybirliğiyle onaylanan bu plana göre su rezervlerine zarar verilmemesine, TEM’in kuzeyinin imara açılmamasına karar verildiğini belirterek bunun ardından 2012’de bahsi geçen bölgenin rezerv alan ilan edildiğini ve Kanal İstanbul Projesi’nin ileri sürüldüğünü hatırlatmıştır. Ülkemizde imar mevzuatı, yasalar, yönetmelikler, yapı denetim kanunu, deprem diri fay haritası, deprem tehlike haritası, AFAD, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve üniversite raporları, teknik personel, STK’ler, yerel yönetimler vb. olmasına rağmen denetimsizlik, plansızlık ve afet risklerini azaltmaya odaklanmış bütünleşik bir afet yönetim ve yönetişimin olmadığını, toplumdan ilgili birimlere bu konuda daha fazla talep olması gerektiğini ifade etmiştir. Eyidoğan, Prof. Dr. Murat Balamir’in risk azaltma önerilerini kısaca özetleyerek konuşmasını sonlandırmıştır.
Oturumun bir diğer konuşmacısı Prof. Dr. Alper İlki, “1999 Marmara Depremlerinden 2023 Kahramanmaraş Depremlerine Mevcut Yapıların Deprem Riski, Önceliklendirme ve Riskin Azaltılması” başlıklı sunumuyla, yapıların dayanım durumlarını gösteren 2000 yılı öncesi ve sonrası şeklinde hazırlamış olduğu grafikleri karşılaştırmalı olarak aktarmıştır. Ardından, deprem sonrasındaki saha gözlemlerini örneklerle açıklamıştır. İncelemelerine göre; malzeme kalitesi, denetim eksikliği, yetersiz donatı detayı, yetersiz süneklik, taşıyıcı sistemin düzenlenmesindeki sorunlar, zeminden kaynaklı hasarlar, yapısal olmayan hasarlar, uygun olmayan restorasyon çalışmaları gibi unsurların yapılarda ciddi hasar ya da yıkımlara yol açtığını belirtmiştir. Ayrıca, 2023 yılında yaşanan Maraş merkezli depremde taban izolasyonlu hastanelerin ve tünel kalıpla inşa edilen betonarme yapıların daha iyi performans gösterdiğini ifade ederek beklenen Marmara depremine hazırlanmak adına İstanbul’da dayanıklılık durumu kontrol edilen binalar için “önceliklendirme ve güçlendirme” çalışmalarının gerekli olduğunu belirtmiştir. Oturumun son sunucusu Mücella Yapıcı (
Resim 2), “Mimarlar Odası Perspektifinden İstanbul’un 17 Ağustos’tan Günümüze Deprem Hazırlığını Değerlendirmek” başlıklı sunumunu yapmıştır. Yapıcı, sunumu boyunca politik ve mesleki etik konularına dikkat çekmiştir. Mimarlık eğitiminde ve planlamadaki sorunlara değinen konuşmacı, kentsel dönüşüm kavramını reddettiğini dile getirmiştir. Kentsel dönüşüm çalışmalarının, gerçek amacına uygun olarak yapılmadığını, rant, ekonomik kazanç ve nüfus artırmaya yönelik bir çalışma haline dönüştürüldüğünü vurgulamıştır. Öte yandan, toplanma alanlarının çoğuna alışveriş merkezleri yapıldığını belirten Yapıcı, bir deprem anında ve sonrasında acil toplanma alanlarının yetersizliğine dikkat çekmiştir. Mimar, şehir plancı, inşaat mühendisleri, hukuk gibi birçok mesleğin biraraya gelerek disiplinlerarası ahlaki çöküşü onarması ve birlikte çalışmalar yapması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Öğleden sonraki II. Oturum, moderatör Prof. Dr. Elif Özlem Aydın tarafından başlatılmıştır. Bu oturumda ağırlıklı olarak kültür varlığı yapıların deprem sırasındaki davranış biçimleri hem anıtsal hem sivil mimarlık örnekleri üzerinden değerlendirilmiş ve korunması noktasında neler yapılabileceği tartışılmıştır. Koruma alanının öncü hocalarından olan Prof. Dr. Zeynep Ahunbay (
Resim 3), 1894 İstanbul depreminin büyük ölçekli ve yıkıcı etkisine de değinerek 1999 depremi sonrasında sahada yaptıkları çalışmaları ve sonrasında yapılan uygulamaları anıtsal yapılar üzerinden aktarmıştır. Farklı malzeme ve yapım teknikleri ile inşa edilmiş yapılardaki hasar tiplerine değinen Ahunbay, Bursa Hasan Ağa Köyü Camisi örneği üzerinden ahşap strüktürlü yapıların düzenli bakım ile sağlam bir inşa türü olduğuna vurgu yapmıştır. Söz konusu yapının 99 depremi sırasında duvar dolgu malzemelerinin yıkıldığını ancak strüktürün ayakta kaldığını belirtmiştir. Deprem sonrasında yurtdışından gelen uzmanların İstanbul ve deprem bölgesinde geziler yaptığını belirten Ahunbay, çalışmaların sonunda bir sempozyum düzenlendiğini belirtmiştir. Sempozyumda, tarihi yapıların ve özellikle ahşap yapıların davranışından neler öğrenilebileceği tartışılmış, benzer davranışların olduğu Balkanlar, Nepal, Pakistan gibi ülkelerden deneyimlerin de paylaşıldığı sunuşlar yapılmıştır. Sempozyum sonucunda ahşap yapıların depreme dayanıklı olduğu ve sürekli bakım ile bu binaların korunabileceği genel kanısına varılmıştır. Anıtsal yapı olarak II. Bayezid Cami, Köprülü Türbesi, İzmit Alaca Cami, İznik Büyük Hamam, Ayasofya, Kara Surları gibi pek çok önemli yapının hasarlarına ve onarım süreçlerine değinen Ahunbay, farklı dönemleri temsil eden Aya İrini için yapıyı payandalarla desteklemek amacıyla mühendislerle görüşmeler yapılarak projelerin hazırlandığına ancak uygulamanın hala yapılmadığına dikkat çekerek bu yapıda çok özenli bir restorasyon çalışmasının yapılması gerektiğini belirtmiştir.
Oturumun diğer bir konuşmacısı olan koruma uzmanı Doç. Dr. Emre Kishalı (
Resim 4), “1999 ve 2023 Depremleri ve Mimari Miras: Yapısal Müdahaleler Üzerine Genel Değerlendirme” başlıklı sunumuyla ilgili depremler sonrasında kültür mirası olan anıtsal ve sivil mimarlık yapılarının ne boyutta etkilendiğini yalnızca kent değil kırsal alanlardan örneklerle göstermiştir. Sunumunda İzmit, Adıyaman, Adana, Hatay illerinden örneklere yer veren Kishalı, gözlemleri sonucunda yapılarda malzeme, yapım ve müdahale tekniği kadar geçmiş restorasyon süreçlerinde uygulanan müdahalelerin de çok önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca bazı durumlarda tarihi yapıların korunması noktasında ağır müdahalelerin önerildiğini ancak bu türden uygulamaların her zaman gerekli olmadığını, yapının fiziki durumunu iyileştirmenin yanında tarihi, mimari belge değerlerinin korunmasının da önemli olduğunu belirtmiştir. Bu sunumun ardından Prof. Dr. Binnur Öktem Ünsal, “Mekânsal Planlamanın Gündemi ve Deprem Tehlikesi Altında Sıkışan Kentler” başlıklı çalışmasını aktarmıştır. Öktem, 1980’lerden itibaren neoliberal çalışmalarla beraber planlamanın bütüncül olmak yerine tekil planlama ve proje odaklı bir sisteme dönüştüğünü belirtmiştir. Bu da kaçınılmaz olarak kentlerde düzenin ve yapılaşma biçiminin değişmesine yol açmıştır. 1980-2003 ve 2003’ten günümüze olmak üzere iki dönem halinde değişimleri aktaran konuşmacı, kurumlar arası eşgüdümün olmaması, eski imar planlarının deprem sonrasında yeniden işleme koyulması ve parçacıl düzenin olumsuzlukları gözlenmesine rağmen bütüncül planlamaya dönülmemesine ve bunun yanlış bir tutum olmasına değinmiştir. Öktem konuşmasının sonunda, tüm bilim dallarından uzmanların, yerel halkın, yönetimlerin bir araya gelerek kurumsal yapının güçlendirilmesi gerekliliğini yinelemiştir.
Sempozyumun son oturumu Prof. Dr. Tülin Vural Arslan’ın moderatörlüğünde başlayarak Prof. Dr. Eser Çaktı’nın sunumuyla devam etmiştir (
Resim 5). Prof. Dr. Ufuk Hancılar ve Dr. Karin Şeşetyan ile birlikte hazırlanan “Olası İstanbul Depreminde Beklenen Kayıplar” başlıklı sunum, Deprem Risk ve Kayıp Tahmin Modellemesi ile deprem öncesi, deprem esnası ve deprem sonrası süreçlerle ilgili tahminleri sayısal verilerle ortaya koymuştur. Çalışma sırasında, ekibin hazırlamış olduğu ELER (
Eartquake Loss Estimation Routine) Yazılımı kullanılmıştır. Binalar için bina taşıyıcı sistemi, bina yüksekliği (kat sayısı), bina yaşı olmak üzere üç parametre kullanılmıştır. Geçmişte olan depremlerin şiddetleri ve mevcut fay veri tabanı göz önüne alınarak orta ve yüksek şiddetli deprem senaryolarına göre farklı türde yapılar için oluşabilecek hasarlı bina sayıları ya da ne tür alanlarda onarım ihtiyacının doğabileceği yönünde sayısal tahminler elde edilmiştir. Örneğin doğalgaz, içme suyu ve atık su hatlarında ve elektrik şebekeleri ve trafo merkezlerindeki oluşabilecek onarım ihtiyaçları belirlenmiştir. Ayrıca doğrudan sektörlere yönelik olarak da veriler elde edilmiştir. Buna göre en riskli sektör tekstil olarak belirlenmiştir. Anıt türlerine göre kültür varlıkları güncel envanteri risk analizleri de oluşturulmuştur. Sayısal verilerle deprem gerçeğinin olası sonuçlarını direkt olarak gözler önüne seren bu çarpıcı sunumun ardından Prof. Dr. Handan Türkoğlu, “Dayanıklı ve Sağlıklı Kentler için Planlama” başlıklı sunumunda, bu türden kentlerde amacın; yaşam kalitesini artırmak, toplumdaki eşitsizlikleri azaltmak, sürdürülebilir-güvenli bir kent yaratmak olduğunu belirtmiştir. Mekânsal planlama ile afet yönetiminin ilişkili olması gerektiğine dikkat çekerek ülkemizdeki en önemli sorunun kurumlar arası iş birliğindeki eksiklik olduğunu ve toplumumuzun da konuya yeterince önem vermediğini belirtmiştir. İBB ve JICA’nın 2000 yılında yaptığı çalışmalara değinen Türkoğlu, bu çalışmalarda riskli bölgelerin belirlendiğini, ayrıca çevre düzeni planlarında da bunlara yer verildiğini belirtmiştir. Yeni yerleşim yerlerinin belirlenmesinde ve dolgu alanlarda sorunlar olduğunu, bu alanlara kesinlikle yapı inşa edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Ülkemizde genellikle risklerin planlama aşamasında doğal eşiklere uyulmamasından kaynaklı olduğunu belirten Türkoğlu, Bursa’da verimli şeftali bahçelerinin üzerine Tofaş Fabrikası’nın yapıldığı örneği üzerinden, tarım arazilerinin imara açılarak yerleşim bölgelerine dönüştürülmesinin hem tarım sektörünü olumsuz etkilediği hem de yerleşim-yapısal sorunları beraberinde getirdiğini söylemiştir.
Sempozyumun son konuşmacısı Doç. Dr. Ali Tolga Özden, “17 Ağustos’tan 6 Şubat’a Felaketlerin Çeyrek Asırlık Sürecinde Türkiye’de Dirençli Kent Yaklaşımının Değerlendirilmesi” başlıklı sunumunda, son 105 yılda 19 yıkıcı depremin yaşandığını, bunların bir kısmıyla ilgili yazılı belge, görsel kaynak vb. olduğunu belirtmiştir. Depremlerin etkisine göre kanun değişikliği ve yönetmeliklerin hazırlandığını ancak çeşitli yapı türleri ve yapım tarihlerinde yapıların zarar gördüğünü belirten Özden, 1999-2023 yılları arasında Antakya ile ilgili hazırlanan tezleri inceleyerek bilgi üretildiğini ama uygulamada eksiklikler olduğunu ortaya koymuştur. Sunumların ardından Prof. Dr. Zafer Akdemir’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen forumda çeşitli soru ve katkılarla konular daha derin olarak irdelenmeye çalışılmıştır. 2023 Kahramanmaraş depremini yaşayan Merkez Yönetim Kurulu üyesi Bekir Sıtkı Severoğlu’nun bu deprem sonrası yaşananları kısaca dile getirmiştir. Severoğlu Mimarlar Odası’nın depremin ikinci yıldönümünde deprem bölgesinde büyük bir sempozyum ve etkinlik ile deprem öncesi, sırası ve sonrasındaki planlama ya da planlayamama süreçlerinin tartışılmasının amaçlandığını belirtmiştir.
Bu icerik 19 defa görüntülenmiştir.