436
MART-HAZİRAN 2024
 

MİMARLIK'tan

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNDEM

Felaketin 25. Yılında Afetin Bilançosunu Okuyabilmek!

Tolga Özden, Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Mimarlık Bölümü

“17 Ağustos'un üzerinden geçen neredeyse çeyrek asırlık zaman sonundaki bu süreçte 2011 Van Depremleri gibi yıkıcı afetler olmasına rağmen, 6 Şubat 2023 ile birlikte o korkunç bilanço bu sefer 11 kenti içine alan bir kaos ortamında yeniden karşımıza çıktı. Kayıpları sadece bilançolar olarak ifade eden geçmiş tecrübelerin doğurduğu 17 Ağustos’ta ‘Bu son olacak!’ sloganı ile kötü gidişe dur denilebileceği umudu 25 yıl içinde nasıl da kaybolmuştu! Hazırlıksızlığın umutsuzluğa, çaresizliğin kaderciliğe, rantın talana dönüştüğü bu çeyrek asırlık süreçte beklenen depremin bu denli bir yıkıma yol açması 17 Ağustos'un korku ve şaşkınlığı ile aynı ve belki de daha ağır travmalar da ortaya çıkarırken ‘Biz son 25 yıldır neyi tartışıyorduk?’ sorusunu ne kadar da anlamsız hale getirmişti. 1999 Depremlerinin arkasından afet yönetiminde sınıfta kalan sistemin düzeltilmesi için yeni kurumsal organizasyonlar ile yeni bir afet yönetim mekanizması oluşturulmuş ama aslolanın ‘afeti yönetmek’ değil ‘afet risklerini azaltmak’ olduğu yine ve yeniden unutulmuştu.”

Felaketlerin bilançosu çıkartılırken temel bir takım veriler değerlendirilir ve bu verilere yönelik istatistiksel sonuçlar paylaşılır. Bilançonun temel verilerini açıklarken kullandığımız başlıklar; “Can Kaybı”, “Yaralı Sayısı”, “Kayıp İnsan Sayısı”, “Maddi Hasar”, “Ekonomik Kayıplar”, “Sosyal Etkiler”, “Çevresel Hasar”, “Acil Durum Müdahale Etkinliği” şeklinde sıralanabilir. 1999 yılının 17 Ağustos sabahında ülkenin tüm insanları korkunç bir manzaraya uyandıklarında ne ile karşılaşacaklarını, nasıl bir bilançonun ortaya çıkacağını tahmin dahi edemiyorlardı. Sonrasında ise 17 Ağustos'un herkes için en hafızada kalan kısımları yıkımın yaygın bir alanda olması ve ortaya çıkardığı yüksek can kaybıydı. 1939 yılında Erzincan ve çevresinde ağır yıkım yaratan depremin can kaybı bilançosu ise 1999 yılında toplumun büyük kesiminde hatırlanmıyordu. Erzincan Depreminin geride bıraktığı on binlerce can kaybının üzerinden geçen 60 yıl içinde sık sık deprem afetleri ile yüz yüze kalan ülkenin 17 Ağustos'u, beklenen depremi beklemiyor oluşu toplumu yine on binli rakamlarla ifade dilen ağır bir can kaybı bilançosu ile karşı karşıya bırakmıştı. Deprem bu sefer ülkenin batısında hem de sanayi ve ticaretin kalbinde, nüfusun en kalabalık olduğu bölgede katlanılması mümkün olamayacak kadar büyük bir travma yaratmıştı. Ülke olarak, toplum olarak, bireyler olarak bu yıkımın altından nasıl kalkacaktık? Neleri yanlış yapmıştık da sonuç bu olmuştu? 1509'da İstanbul ve çevresinde büyük yıkım ve can kaybına yol açan depremin üzerinden geçen 490 yıl içinde defalarca Marmara'da yıkım yapan depremleri de tarihin belki de unutulmuş yaprakları arasında bırakmıştık. Bu unutkanlık, hazırlıksızlık, bekleneni beklememe alışkanlıkları bizi bir kez daha vurmuştu 17 Ağustos’ta. 1999 afetini yaşadığımızda elimizde geçmiş afetlere ilişkin birçok bilanço da bulunmaktaydı ki bu kayıtlar neredeyse 5 asırlık kaynak ve verilere dayanıyordu. Afet tecrübesi biriktirme konusunda dünyada belki de önemli bir konumda olan ülkenin bu kadar hazırlıksız olması siyasetten bürokrasiye, özel sektörden kamuya, sivil topluma kadar birçok alanda taşları yerinden oynatmıştı. Sürekli suçlu arandı yıllarca, birkaç müteahhit cezalandırıldı ve kentsel risklerin daha çok tartışıldığı, dirençli kent anlayışının hakim olacağı bir gelecek kurgusu ortaya konulmaya çalışıldı. Yine yıllarca bu konuda büyük büyük sözler veren siyasiler kamu kaynaklarını afetlere dirençli yaşam alanları oluşturmaya aktaracaklarını gururla ifade ettiler. Mevcut kaynaklar yetmeyecekti ki bu yüzden yeni kaynaklar, vergiler de konulmuştu. Yeni kurumsal yapılanmalar oluşturulmuştu. Onlarca kanun, kanun hükmünde kararname, yönetmelik çıkarılmıştı. Sonra? Afetlere hazırlıklı olamamanın arkasındaki "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" hastalığı tekrar ortaya çıktı. 17 Ağustos'un üzerinden geçen neredeyse çeyrek asırlık zaman sonundaki bu süreçte 2011 Van Depremleri gibi yıkıcı afetler olmasına rağmen, 6 Şubat 2023 ile birlikte o korkunç bilanço bu sefer 11 kenti içine alan bir kaos ortamında yeniden karşımıza çıktı. Kayıpları sadece bilançolar olarak ifade eden geçmiş tecrübelerin doğurduğu 17 Ağustos’ta "Bu son olacak!" sloganı ile kötü gidişe dur denilebileceği umudu 25 yıl içinde nasıl da kaybolmuştu! Hazırlıksızlığın umutsuzluğa, çaresizliğin kaderciliğe, rantın talana dönüştüğü bu çeyrek asırlık süreçte beklenen depremin bu denli bir yıkıma yol açması 17 Ağustos'un korku ve şaşkınlığı ile aynı ve belki de daha ağır travmalar da ortaya çıkarırken “Biz son 25 yıldır neyi tartışıyorduk?” sorusunu ne kadar da anlamsız hale getirmişti. 1999 Depremlerinin arkasından afet yönetiminde sınıfta kalan sistemin düzeltilmesi için yeni kurumsal organizasyonlar ile yeni bir afet yönetim mekanizması oluşturulmuş ama aslolanın "afeti yönetmek" değil "afet risklerini azaltmak" olduğu yine ve yeniden unutulmuştu. 17 Ağustos aslında afetin yönetilemeyeceğini tüm açıklığı ile gösterirken 6 Şubat depremlerinin yıkımının yönetilebileceği nasıl varsayılabilirdi? Oysa hakça ve hukukça adil bir yaşamı güvenli yaşam alanlarında yaşamak isteyen toplumun isteğini rantın yönlendirdiği adaletsiz ve güvenliksiz kentsel alanlar içerisinde hapseden sistemin günahını kaderine razı edilmiş toplumun çekiyor olması vicdanları neden sızlatmıyordu? Kaynakları adaletsizce ve sorumsuzca tüketen, toprağı, suyu ve havayı acımasızca kirleten, doğayı umursamazca yok eden betonarmeleşmiş vicdansızlığı yaşam biçimi olarak dayatmanın sonucuydu hem 17 Ağustos hem de 6 Şubat bilançoları. Bu dayatmanın sonucu aslında kökleri çok eskiye dayanan özgür, vicdanlı, adaletli ve akılcı düşünme yetisinin toplumun elinden alınması için ortaya konan otoriter yönetim anlayışlarının tohumlarının yeşermesiydi. Oysa günümüzden neredeyse 2500 yıl önce (M.Ö. IV. yüzyılda) Aristoteles doğa olayı olarak tanımladığı depremler için ilk rasyonel teorileri yazabilmiş, tanrısal güçler ve kader açıklamasını reddedebilmiştir. Sürekli afet tehdidi altında ölümle karşı karşıya bırakılan bir bireyin elinden rasyonel düşünceyi, sorgulayabilme özgürlüğünü, çevreye, doğaya, tüm diğer canlılara ve gelecek kuşaklara karşı olan vicdani sorumluluğu alınca geriye korku ve kadere iman dışında ne kalabilirdi ki? Bu şartlarla gelinen 17 Ağustos sürecinin sonuçları ile 6 Şubat sürecine uzanan gelişmeler ne kadar da benzemekteydi. 1999 sonrasında aynı şartlarda ve aslında daha da rantçı, talancı bir anlayış ile geçen çeyrek asırlık sürecin ortaya çıkardığı manzara beklenen ve yine hazır olunamayan depremlerimiz karşısında da geçmiştekilere benzer ağır bilançolar çıkarma eğilimi gösteriyor. Böyle bir baskıya ve korkuya daha ne kadar dayanılabilir ki? Sosyal adaletin, ekonomik koşulların, sağlıksız ve güvensiz yaşam alanlarının içerisinde hapsolmuş milyonları bekleyen yeni afetlere davetiye çıkarmaya ne hacet! 17 Ağustos'un üzerinden geçen 25 yıl sonunda halen daha bölgede 1999 Depremlerinin yol açtığı yapısal hasarları taşıyan, yıkıl(a)mamış ve şu anda belki de binlerce cana yuva olmuş korku evleri bulunuyorken 6 Şubat’ın bilançosu ile baş edebilmek mümkün olabilecek mi? Elbette tüm bu süreçlerin yol açtığı travmayı atlatmak zorundayız. Elbette bu korku filminin tekrar izlenmesine engel olmak zorundayız. Bu sebeple önce aklı ve vicdanı öne çıkartacak, rantı ayaklar altına alacak, çevre talanına dur diyecek politikalara sarılmaya, sağlıklı ve güvenli kentleri önceleyen, afetlere dirençli konut hakkını en temel hak olarak gören yöneticileri hem yerelde hem de merkezde seçmeye, her vicdanlı ve akıl sahibinin bu taşın altına elini koymasına ihtiyaç var. Bunu başarabilirsek toplum olarak gelecek kuşaklara depremin yıkımının kader olmadığı bir gelecek inşa edebilmeleri için çok önemli kaynaklar bırakabilmiş olacağız. Yeter ki kadere boyun eğmeyenlerle, geçmişteki hatalardan ders çıkartabilenlerle yola devam etme gayreti içinde olalım.

Bu icerik 454 defa görüntülenmiştir.